"Biz terörle mücadele ederiz, siyasi iradeyle de müzakere ederiz."
"Yeni plan" diye nitelenen son yol haritasında ise Öcalan'la, Kandil'le, Avrupa'daki ayakla görüşülmeyeceği vurgulandıktan sonra, şöyle bir yaklaşımın sergilenmesi öngörülüyor:
"Çözüm yeri olarak parlamento dışında hiçbir zemin kabul edilmeyecek; ipleri İmralı ve Kandil'in elinde olmayan, demokratik yollarla seçilerek Meclis'e gelmiş, siyasi inisiyatif kullanabilecek parti veya partilerle muhatap olunacak."
"Müzakere" denildiğinde tabii akla hemen "muhatap" geliyor.
Kürt siyasetçiler, öteden beri ısrarla Öcalan'ın muhatap alınmasını, en güçlü "temsiliyet"in ona ait olduğunu ifade ettiler.
Açık ki, "muhatap"lık da "temsiliyet"le alakalı gözüküyor.
Sonuçta soru şu hale dönüşüyor:
-Kürtler'i kim temsil etsin?
Soru bu hale gelince, ister istemez, "Taraf Statüsü" de oluşmuş oluyor.
Farkında olarak olmayarak hadise, "Devlet ve Kürtler" formülüne dönüşüyor.
Onun bir adım ilerisinde de "Türkler ve Kürtler" denklemi konuşulmaya başlanıyor.
Artık devlet adına yapılan her şey, Türkler'in Kürtler'e karşı tavrı haline getirilmiş oluyor.
Çok zamandır ısrarla sorduğum soru şu:
-Bu denklemi benimsiyor muyuz?
Başbakan'ın temsiliyeti
Bir ara Başbakan, Ahmet Türk'le görüştüğünde, bir haberde "Ahmet Türk Kürtler'i temsilen Başbakan'la görüşecek" ifadesi yer almıştı da ben sormuştum:
-Peki Başbakan kimi temsilen görüşecek? Başbakan kimin başbakanı oluyor bu durumda, Türkler'in mi?
"Muhatap", "Taraf" sözcükleri o kadar istimal edildi ki, hemen herkesin kafası, "Kürt Tarafı" diye bir şeye şartlanmış
oldu.
Anayasal statüden bakıldığında, her milletvekili, bütün Türkiye'yi temsil ediyor.
Ama BDP'nin milletvekilleri, başka bir şey. BDP'nin, Kürt olmayan milletvekilleri bile başka bir şey, yani mesela
Kürtleşmiş (!) insanlar.
Öyle mi değil mi?
Bu durumda, BDP dışındaki tüm milletvekilleri de, isterse tamamen Kürt oylarıyla seçilmiş olsunlar, yine de "Kürtler'i
temsil etmiş olmuyorlar!"
Öyle mi değil mi?
Bu durumda cumhurbaşkanı ne oluyor, başbakan ne oluyor?
Gerek Başbakan'ın "siyasetle müzakere" yaklaşımı, gerekse yeni konseptte, "Meclis'tekilerle müzakere" yaklaşımı, nasıl bir "Temsiliyet" ve "Taraf" mantığını içeriyor?
Somut olarak sorayım:
-Hükümet adına Batman Milletvekili Kürt asıllı Mehmet Şimşek (Kürt) ve Mehdi Eker (Kürt) BDP adına da Selahattin Demirtaş (Kürt) ya da Ertuğrul Kürkçü (Türk) karşı karşıya otursa, kim neyi temsil etmiş olacak?
Evet görüldüğü gibi işin içinde bir sakatlık var.
Zihni onarım ihtiyacı
Ayrılıkçı hareket, zihinlerde bir miktar yol almış, taraf ve temsiliyet noktasında mesafe kat etmiş.
Başbakan, ısrarla "PKK-BDP Kürtler'i temsil edemez" vurgusunu yapıyor. Kürt oylarının ekseriyetinin AK Parti'de olduğunun altını çiziyor.
Ancak bu bile, PKK'nın silah zoruyla oluşturmak istediği "temsiliyet" iddiasını bütün bütün izale etmiyor.
Doğru olan ne?
TBMM'nin, Türkiye'nin bütününü temsil yetkisine sahip olduğu ön kabulünden yola çıkmak ve "Kürt sorunu" konuşulacaksa, bütün bir Meclis'in iradesini kapsayacak çerçevede konuşmak...
Yani Diyarbakır ayrı, İstanbul ayrı karar vermeyecek kendisi hakkında. Diyarbakır'da İstanbul'un, İstanbul'da Diyarbakır'ın söz hakkı olacak.
"Kürt sorunu" ya da başka bir etnik, mezhebi şu bu grubun sorunu görüşülecekse, AK Parti de görüşünü söyleyecek, CHP, MHP ve BDP de.
Anayasa nasıl birlikte yapılıyorsa, Kürt sorunu da birlikte çözümlenecek.
Belki de, AK Parti ya da CHP, BDP'den çok daha doğru öneriler sunacak Kürt sorunu üzerine.
Bu meselede herkesin zihni bir onarıma ihtiyacı olduğu kesin.
bugün