Mesela Türkiye’de yerli sanayiciler “Atabay” ve “Kimsan Kimya” boraks rafinesine başlayınca, İngiliz Boraks Consalidet hemen, “boraks millileştirilsin talebi ile DİSK’i sokağa döktü. Sonunda boraks millileştirildi. Aslında daha önce bu İngiliz şirketi, Osmanlı döneminde boraks konusunda bir imtiyaz belgesine sahipti. Cumhuriyet döneminde de Boraks Consalidet in Türkiye temsilcisi Sıtkı Yırcalı idi.
Millileşince hem yerli sermaye, hem de yabancı kapitalist şirketlerin önünün kesildiğini sanıyorsunuz. Boraks millileştirildi ve Etibank’a devredildi. Atabay ve Kimsan’ın boraks tesislerinin kapısına kilit vuruldu. Bu tesislere el konulup, Etibank’a devredilmedi. Etibank, daha önce hiç boraks rafinerisi kurmamış bir firmaya, boraks rafinesi kurması için yetki verdi. Bu konuda Boraks C.’nın Türkiye’deki lobisi rehberlik yaptı. Çok pahalı bir tesis kuruldu. Yatırım maliyeti çok yüksek olmasının yanında, işletme maliyeti, yerli boraksı, dünya fiyatlarının üstünde bir maliyetle üretiyordu. Türkiye yerli üretim adına bu pahalı maliyete bir süre katlansa da, hızla zarar etmeye başladı. NATO’nun stratejik madenleri sınırlandırma komisyonu bir karar alarak Boraksı stratejik maden ilan etti ve ihracatını yasakladı ve bu konuda ihracat yetkisini Boraks C.’ye verdi.
Bu şekilde Türkiye ihracaat da yapamaz hale geldi. Yerli üretimde çeşit az, maliyet yüksek ve pazar dar olduğu için tesis iflas noktasına geldi. Fakat Yerli-Milli olma iddiası ile üretime devam etmeye çalıştı ama öte yandan boraks rafinerisi Etibank’ın başka yatırımlarından elde ettiği kârı da tüketiyordu. Etibank zarar etmeye başladı. Bir süre sonra tesis çalıştırılamaz hale geldi ve Türkiye rezerv olarak dünyada bir numara olduğu konuda, dışarıdan boraks türevleri ithal etmeye başladı.
Boraksın yüzlerce türevi üretiliyor ama, biz bugün bunların çoğunun ithalatçısıyız. Mesela bor petrol gibi yakıt olarak da kullanılabilir ama kullanmıyoruz. Bordan deterjan da yapılabilir, tabiata zarar vermeyen, yaptık da, ama diğerlerinin yanında devede kulak. Devlet, Etibank üretiyor ama, Merkezi yönetim, belediyeler de kullanmıyor. Piyasa ABD ve Almanlara teslim.
DİSK, “boraks millileşsin” kampanyası yapmıştı, İngiliz lobisinin yönlendirmesi ile ama ben bugün DİSK’in sendikasında Bor deterjanı kullandıklarını sanmıyorum. Bu DİSK dün de, ABD’nin tezgahladığı 28 Şubat darbe sürecinde sokaklarda, “Faşist ordu” diye suçladığı darbecilerin yönlendirmesi ile kapitalist sermaye sendikası, “Kapitalist cephenin iş veren sendikası” dedikleri TİSK ve rakip sendika TÜRK-İŞ ile birlikte 5’li Çete’de yer almamış mı idi!. Bu işler böyledir. Sağ-sol fark etmez. O BÇG değil mi idi, bir yandan tarikatlara savaş açarken, öte yandan Kalkancı tarikatını örgütleyen!. Sokakta birbiri ile mücadele eden BÇG ve FETÖ aynı merkezler tarafından yönetilmiyor mu idi!. Ne zaman akıllanacağız bilmiyorum. Sağı da, solu da aynı delikten ısırılıyor sonunda aynı ülkenin çocuklarını sokağa döküp, bizi bize kırdırıyorlar.
Bugün de birçok sanayi ürününde aslında benzer olaylar yaşanıyor. Yerli ve Milli etiketi taşıyan her kuruluş tam anlamı ile Yerli ve Milli değildir. En başında da Merkez Bankası olmak üzere. MSB NATO’ya bağlı, MEB Fulbright gölgesinde kaldı.
Yabancı firma kendisi kamu ihalesine girmiyor ya da girip yüksek fiyat veriyor, Türkiye’de açık ya da gizli bir ortaklık kuruyor, yerli firma lehine ihale şartnamesi şekillendirilebiliyor. Sınırlandırılmış bir ürün, başka bir ülke üzerinden demonte olarak ithal edilip yerli bir etiketle montajlanıyor. Sonra yeni eklentilerse ürün eskisinden daha pahalı hale getiriliyor.
Tersi de oluyor. Yabancı firma Türkiye’de ürettiği bir ürünü, Türkiye’de farklı bir marka ile üretince %30 daha ucuz olduğu halde, birileri devreye girip, birtakım test belgeleri, garanti, servis, referans ve eğitim gibi zenginleştirilmiş bir içerikle, yurtdışından ülkeye ithal ediliyor.
Mesela yerli etiketli, yabancı bir ürün yerine daha ekonomik ve daha iyi şartlarda başka bir yabancı ürün almak isterseniz, ya da yabancı ortaklığı olan yerli bir firmadan almak isterseniz, yerli ve milli diye tamamen yabancı olan bir ürün tercih edilebiliyor.
Birçok şey göründüğü ya da bize gösterildiği gibi olmayabiliyor. Artık “sanal gerçeklik” diye bir şey var. “Artırılmış gerçeklik” diye bir şey var. Siyaset ve Media artık bir “illüzyon”a dönüştü. Hainler kahraman, kahramanlar hain ilan edilebiliyor. İnsanlar agnostik hale getirildi sanki. Kim neye inanacağını, kime güveneceğini bilemez hale getirildi. Moda akımlar yığınları savuruyor. Kimi terörist oluyor, kimi intihar ediyor, kimi uyuşturucuya sığınıyor. Adrenalin bağımlısı bir sürü genç sokaklarda kendine heyecan verecek bir şeyler arıyor. “Sağcı” da değiller, “solcu” da. “Futbolcu” oldular. Biz de “İmam Hatipli futbolcu yetiştirme” derdine düştük, proje İmam Hatiplerde!?. Kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyoruz sanki. Dinden, hukuktan, ahlaktan, vijdandan, ideolojiden mahrum insancıkların savruluşu devam ediyor. Ben kime de Gaulle’ü anlatayım, kime boraksı anlatayım bilmem ki!.
Selâm ve dua ile.