Geçen hafta, "gündeme bomba gibi düşen" ya da "Türkiye'yi sarsan" bir olay yaşamadık ama, meydana gelen olaylar da "zihniyet"lerin açığa çıkması açısından son derece faydalı oldu... Mesela, ODTÜ'deki olaylar. Biliyorsunuz; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; "Göktürk-2 uydusu"nu fırlatma töreni için geldiği ODTÜ'de, öğrenciler "protesto gösterileri" yapmışlar ve "lastik"ler yakarak, "masa ve sandalyeleri" ateşe vererek, "molotof"lar ve "taş"lar atarak, ortalığı "savaş alanı"na çevirmişlerdi.
Gelin, görün ki; Bu eylemler CHP ve "candaş medya" tarafından "hoşgörü"yle karşılandı, Kılıçdaroğlu'nun ifadesiyle, eylemci her öğrenci "Yörük Ali Efe" olarak alkışlandı, bazı yazarlar da, bu "direniş"in "ODTÜ'nün genlerinde ve geleneğinde" olduğunu yazıp, "delikanlı"(!)ların sırtlarını sıvazladılar.
Onlara göre; "Bütün suç polisin"di...
Çünkü polis, "masum"(!) öğrencilere karşı "orantısız güç" kullanmış ve olayların büyümesine yol açmıştı!..
BU, NASIL ORANTISIZ GÜÇ? Peki, "orantısız güç" denilince ne anlaşılır?.. Demek oluyor ki, ortada "iki ayrı güç" var... Güçlerden biri "kuvvetli", diğeri "zayıf!" Yani bir tarafta "polis" var, diğer tarafta "öğrenci"ler var!.. Polis güçlü!.. Öğrenciler zayıf!.. Şu hale bakar mısınız; Öğrencilere hem "masum" diyorlar, hem de onları "polisten zayıf bir güç" olarak ilan ediyorlar!..
Bu ne menem bir "masum"luktur, ne menem "zayıf güç"tür, en önemlisi de, bu ne menem bir "öğrenci"liktir ki, polisle resmen savaşıyor ve "tam 7 saat direnebiliyor!" Polise "7 saat" direndiklerine göre, pek o kadar da "zayıf güç" oldukları, söylenemez!..
Tabiî, "hazırlıksız" oldukları da söylenemez... 4 ODTÜ MANŞETİ Her neyse...
İşte bu ODTÜ, geçen hafta tam dört defa Akit'in manşetine konu oldu...
Birincisi; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, eylemci öğrencilere destek veren "ODTÜ'lü Prof"larla ilgili sözleriydi...
ODTÜ'deki tören sırasında ortalığı taş, sopa ve molotoflarla savaş alanına çeviren grup ile bunlara destek veren öğretim elemanlarını sert dille eleştiren Erdoğan diyordu ki; "Bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara yazıklar olsun. Bir defa bir hocanın, öğrencisine ilme saygıyı öğretmesi lazım." İşte bu tepkiyi, "yazıklar olsun o Prof.'lara" başlığı ile verdik.
İkincisi; "ODTÜ'deki provokasyona destek" veren çevrelerin aksine; bu eyleme "üniversite"lerden, "ÜAK"tan, "öğrenci konseyleri"nden gelen "tepkileri" yansıtan manşetimizdi... Onları da, "Provokasyon ters tepti" başlığı ile verdik.
Üçüncüsü; "Fitne üssü ODTÜ" manşetimizdi... Çünkü ODTÜ, "İslam karşıtı Sevan Nişanyan"ı 17 Şubat'taki sempozyuma davet ederek, "yeni bir provokasyon"a çanak tutuyordu...
Ve dördüncüsü... ODTÜ'yü savaş alanına çeviren provokatörlere üniversitelerin ve STK'ların tepkileri sürerken, "Gerçek ODTÜ'lüler" devletin zirvesine bir mektup yazarak diyorlardı ki; "ODTÜ'lüler 12 Eylül öncesinde olduğu gibi darbeye zemin hazırlama amaçlı, karanlık odaklarca tezgahlanmış siyasi ve ideolojik çatışmaların içine çekilemeyecektir, hele hele şiddet içeren olaylarda asla taraf olmayacaktır.
" Mektup, şöyle devam ediyordu: "20 bin kişilik ODTÜ'yü, 150-200 kişilik bir grup temsil edemez!" Biz, bu mektubu da manşetimize taşıyıp, "ODTÜ'den özür" başlığı ile verdik... Ki, "gerçek" de buydu...
ODTÜ'de yuvalanmış "marjinal" gruplar ve "illegal örgütlerin maşaları" olan öğrenciler, elbette ODTÜ'yü temsil edemezdi!.. Gerçekten de, bu "özür mektubu" ile "provokasyon" ters tepmişti!.. Ancak, "hükümet karşıtı" odak ve mahfillerin "kışkırtma"ları ODTÜ ile sınırlı kalmayacak, bu eylemleri başka üniversitelere de sıçratmayı deneyeceklerdir...
Mesela, AÜ'de böyle bir hazırlık olduğu haberleri ulaştı bize... Umarız yeni kalkışmalara karşı duyarlı olunur ve tedbir alınır!
KIRCA'DAN NEZİH(!) SÖZLER Geçen hafta, "manşet"lerimizde olmasa da, "köşe yazılarımız"da dile getirdiğimiz bir başka konu da; "sanatçı" etiketli Levent Kırca'nın "seviye"sini ortaya koyan "sözler" idi...
Olay, özetle şuydu: 24 Aralık Pazartesi günü; Bostancı Gösteri Merkezi'nde, kendi ifadeleriyle "yurtsever-çağdaş" sanatçılar, "Sanatçılar Buluşması" adı altında bir araya geldiler... "Susmuyoruz" diyeceklerdi... "Salon filmleri"nden "devrimci aktör"lüğe terfi eden Tarık Akan, kadınları çamur dolu leğende güreştiren "peçete" sanatçısı Bedri Baykam, çağdaş tiyatrocu Rutkay Aziz ile Ataol Behramoğlu, Genco Erkal, Müjdat Gezen, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram, Melike Demirağ ve Gülriz Sururi oradaydılar...
CHP'den de, Kemal Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin, Mahmut Tanal ve Oğuz Kaan Salıcı katılıyordu... Ehh, bu tür toplantıların değişmez müdavimi İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal olmadan olmazdı... CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, "İşim var, gitmem gerek" deyip, diğer konuşmaları dinlemeden salondan ayrılınca, Levent Kırca gelmiş mikrofona ve Kılıçdaroğlu'nun arkasından, hem de "salonun çoğunluğu bayanlardan" oluşurken; "bütün nezihliği"(!) ve bütün "saygın sanatçı"(!)lığı ile demişti ki; "Bu geceye geliyorsan, bekleyeceksin. İşi varmış diye gidiyormuş. Benim de işim var, belki bir karı buldum gidip onu düzeceğim!!!"
Konuşmadaki "nezih"liğe, bunu konuşan sanatçı(!)nın "saygın"(!)lığına ve "seviye"sine bakar mısınız?..
Aynı Levent Kırca, ertesi gün gittiği Kayseri'de de; "Silivri güzellemeleri"ne iştirak etmeyen, "AK Parti'ye oy verdiklerini" söyleyen sanatçılar için de; "Yüzlerine tükürüyorum, onlar vatan hainidir" demiş ve eklemişti: "Hitler, Moskova kapılarında telef oldu. Napolyon nasıl geberdiyse sonuç bellidir. Merak etmeyin, Cumhuriyetimize bir şey olmaz. Yeter ki korkmayalım, yeter ki dürüst olalım. Benim için ne şöhret, ne para önemli. Zaten Erdoğan para kaynaklarımı kesmiştir. TV'ye çıkmam yasaklanmıştır. Ancak hapse de girsem, ölsem de önemli değil. Doğruları korkmadan söylemeye devam edeceğim."
HEPSİ LEVENT KIRCA! Bu sözleri sarfettiği ve bir anlamda "Sol'un ahlak seviyesi"ni teşhir ettiği için, bazıları çok kızdı Levent Kırca'ya... Kimi "Yuh olsun" dedi, kimi "toplantıyı mundar ettiğini" söyledi. Oysa; toplantıları "mundar" ettikleri için "Yuh olsun" denilecek tek kişi Levent Kırca değil ki!.. "Edepli" sanatçılar ve yazarlar yetiştirme konusunda verimli bir memlekettir Türkiye!..
Uluslararası sanatçı Fazıl Say kendisiyle aynı fikirde olmayanlara "Yavşak" diyordu... Müjdat Gezen de Levent Kırca'dan az olmamak kaydıyla edepli bir dil(!) kullanıyordu. Yılmaz Özdil, halka "Bidon kafa" derken, Bekir Coşkun'un halk düşmanlığı "Göbeğini kaşıyan adam" cümlesiyle kendini gösteriyordu...
Duayen yazar Oktay Ekşi, hükümet üyeleri için "Analarını satarlar" diye yazardı... Böyle mümtaz sanatçı ve yazarlara sahip olmasına rağmen onların kıymetini bilmeyen halka başka ne nedir!?.. Bu halk, Levent Kıca'ya elbette tepki gösterdi... Bereket ki; bu defa Levent Kırca'ya sahip çıkan "saygın sanatçı ve gazeteci"(!)lerimiz; "Hepimiz Levent'iz" diyerek sokağa fırlamadılar...
Eğer sokağa fırlasalardı; hem "ODTÜ'lü militanlar"a hem de Levent Kırca'ya destek için, herhalde şöyle pankart açarlardı; "Hepimiz ODTÜ'lüyüz, Hepimiz Levent Kırca'yız!" Derler miydi?.. Derlerdi!.. Zira, "seviye"leri bu! Bunlar ki, bu ülkede maalesef "ilerici" diye, "çağdaş" diye, "saygın" diye dolaşıyor ortalıkta!..
Acı ama, gerçek bu!.. Selam ve saygılarımızla...
yeniakit