Radikal Edilgenlikler -2- / Atasoy Müftüoğlu / İslami Analiz
Muhafazakar, din’dar, milliyetçi, popülist politik kadrolar, sol-seküler-ideolojik meşruiyeti reddetmeye cesaret edemedikleri için, ancak katı/donmuş/fanatik/militan seküler/ideolojik politikaların biraz daha esnek hale gelmesine, biraz daha yumuşatılmasına katkıda bulunabiliyor. Siyasal örgütlenme biçimlerinin ve kültürün sömürgeci ideoloji tarafından benimsenmesi kimseyi rahatsız etmiyor. İslam toplumlarında kültürel-entelektüel yetersizlikle malûl bulunan politik kadroların iktidarı, büyük bayağılıklara, büyük çürümeye neden oluyor.
Günümüz dünyasında politik-ekonomik gündemin belirleyici özelliğiyle, toplumların yapısal boyutu, yapısal nitelikleri ve sorunları tartışılmıyor. Yapısal bağımlılıklar sebebiyle, yapısal sorunları konuşmadığımız, yapısal değişim/dönüşüm önerileri üzerinde çalışmadığımız için, bugün, dünya düzeni ve küresel seçkinler İslamın bir seçenek olmadığını söyleyebiliyor, iddia edebiliyor. Müslüman toplulukların, İslami düşünce ve kültür hayatının, Müslüman entelektüellerin bu tür iddialara inanıyor olmaları, dünyanın Batılılaştırılmasının, sekülerleştirilmesinin ve modernleştirilmesinin tamamlanmış olduğuna inanmaları demektir.
İslam dünyası toplumlarına yönelik sömürgeci müdahaleler hangi ölçüde büyük bir tahribata neden olmuşsa, milliyetçilikler de aynı ölçüde çok ağır bir tahribata neden olmuştur. İslami düşünce hayatı, ideolojik ve entelektüel sömürgeciliğe İslami cevaplar veremediği için, bu sörmürgeciliğe maruz kalmaya devam ediyor. Dayatılmış gerçekliklerin, referansların ve meşruiyetin belirleyici olduğu toplumlarda, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, görkemli cami’ler, Selçuklu-Osmanlı mimari üslûbu kopya edilerek inşa edilen imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri yapılabilirken, ontolojik ve epistemolojik temelde İslami meşruiyet-otorite ve referans sistemi inşa edilemiyor. Bu konu, her nasılsa hiçbir şekilde gündeme gelmiyor, getirilmiyor. Burada, büyük sayıların demokratik oylarıyla İslami meşruiyet ve otoritenin, referans ve paradigma siteminin inşa edilemediğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Dayatılan meşruiyetin ideolojik ve seküler otoritesi, bu otoritenin dokunulmaz kılınması, İslami anlamda çok büyük bir itibar ve meşruiyet kaybına neden oluyor. Bugünün dünyasını yapılandıran ve biçimlendiren irade İslami özgürlük, meşruiyet ve otorite alanlarını kontrol altında tutuyor. Müslümanlar olarak geçmişe doğru düşündüğümüz için, geçmişe özgü kültürel çerçeveler üzerinde yoğunlaştığımız için, geçmişin kelimeleriyle konuştuğumuz için, bugünün entelektüel/felsefi/kültürel diline nüfuz edemiyoruz. Bir yanda, İslami özgürlük alanlarının baskı altında tutuluyor oluşu, bir diğer yanda da geçmişe doğru düşünüyor oluşumuz, halklarımızın potansiyel imkanlarını, yeteneklerini kullanamaması, gerçekleştirememesi sonucunu doğuruyor. Çok aziz ve mükerrem İslam’ı, düşüncesiz, kültürsüz, bir din’e, bir tür batıniliğe dönüştüren geleneğin mutlakiyetçi vesayeti sebebiyle, İslam’a, kaybettiği otoriteyi yeniden kazandırabilecek bağımsız entelektüel-felsefi mücadele verilemiyor.
Günümüzde, hiçbir şekilde, kendisini sorgulama konusu yapma ihtiyacı duymayan bir dünya düzeni insanlığa vaziyet ediyor. İslam ve Müslümanlar, bütün dünyada, haçlı dili, söylemi, siyaseti yoluyla terörize ediliyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası, Ortadoğu’nun emperyalistlerin stratejik çıkarları için en uygun şekilde parçalanmış olması, bölge ülkelerinin bu şizofrenik parçalanmayı giderebilecek siyasal bir iradeye/bilince/ufka sahip olmaması, İslami bünyenin yapısal sorunlarını derinleştiriyor. Ortadoğu’yu şizofrenik parçalara bölen irade Batı dışı toplumlara karşı en ufak bir sorumluluk duymuyor. Bu nedenledir ki, İslam toplumları günümüzde güvensiz ve belirsiz varoluşlara mahkûm edilmiş bulunuyor. Kendisini sorgulama ihtiyacı duymayan dünya düzeni, çok anlamlı, keyfi tanımlamalar ve kavramlarla ırkçı ve ideolojik gündemini bir şekilde normalleştirebiliyor, meşrulaştırabiliyor.
Ahlaki sınırları olmayan bir dünyada yaşadığımız için, hiç kaybolmayacağını düşündüğümüz, hiç kaybetmeyeceğimizi düşündüğümüz varoluşsal değerleri, anlamları, değer/anlam/bilgelik/irfan yapılarını birer birer kaybediyoruz. Aklı ve ahlakı olmayan politik/ideolojik dil sıradanlaştırılabiliyor, normalleştirilebiliyor. Hangi kültürde ya da toplumda olursa olsun, iktidar ve egemenlik ihtirasları, haklı olma ihtiyacı duymadığı gibi, adil olma, ahlaki olma ihtiyacı da duymuyor.
Dijital panoptikonun kontrolü altına giren günümüz dünyasında ve toplumlarında, mahremiyet hassasiyeti ve kaygısı bütünüyle yok ediliyor. Ahlaki sınırlara, ölçütlere, hassasiyetlere açıkça meydan okuyan pornografik sorumsuzluk, çıplaklığı-vücudu sergileyen serbest cinsel pazarlar oluşturuyor. S. Zizek’in deyişiyle ‘serbest cinsel pazarlar, kadını, botoks, silikon ve güzellik zombileri haline getiriyor.”. Dayatılan gerçeklik ve dayatılan referans sistemi aracılığıyla kendi kalma, kendisi olma isteğini/iradesini/özgünlüğünü ve özgürlüğünü kaybeden toplumlar, radikal edilgenliği ve radikal suskunluğu maalesef içselleştiriyor. İktidar, kâr ve çıkar merkezli siyaset/içerik ve dil, insani/vicdani bütün duyarlılıkları imkansız hale getiriyor.
Sömürgeci meşruiyeti içselleştiren ve bu nedenle de kendisi olma iradesini yitiren toplumlar/ülkeler bağımsız politikalar üretemiyor. Bağımsız politikalar üretemeyen toplumlar-ülkeler politikayı sadece bir iş olarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu tür toplumlarda, politik boşluklar, politik bencillikler, politik narsisizmler, bayağılıklar, yolsuzluklar, belirsizlikler, zaaflar ve çürüme, hamaset gösterileriyle maskeleniyor. Siyasal etkinliğin yerini, gösteri politikaları, popülist gösteriler alıyor. Gösteri, hamaset, popülizm politikaları, Türkiye’de de takip edilebileceği üzere, olumsuzluk temelinde şiddet ve tehdit dili toplumsal gerilimlere, karşıtlıklara, kamplaşmalara neden oluyor. Gösteri politikalarını hangi ülkede olursa olsun, iktidarsızlıkların tezahürü olarak okumak gerekiyor.
İslam dünyası toplumları evrensel zihinlere, ufuklara ve bilince sahip oluncaya, dünya entelektüel kamuoyunun dikkatini çekebişecek çapta entelektüel içerik üretinceye kadar, yerel zihinlerin baskılarından, kısıtlamalarından ve müdahaleci bağnazlıklarından, ulusal mitolojilerin oyalamalarından, duygusal yönlendirmelerinden kurtulamayacak. İslam dünyası, düşünce/kültür/ilahiyat/sanat/edebiyat hayatı evrensel zihinler yetiştiremediği, evrensel yankılar/etkiler uyandırabilecek bir dil/eser üretemediği taktirde geleceğin sömürgeleştirilmesi de önlenemeyecektir.