Bir ömür boyu darbeler içinde yaşamış ve hele de o darbelerden nimetler devşirmiş kimselerin söz ve davranışlarında, o darbelerin halet-i ruhiyesinden bir takım izler kalmaz mı?
Esasen, küçük -küçük ve önemsiz sayılan nice söz ve davranışlar, sonra bir alışkanlık ve hattâ bir "tik" haline gelmiyor mu?
Geçen hafta, İst. Üni."nin eski rektörü Prof. K.Alemdaroğlu"nun, "Ergenekon Yargılaması"ndaki savunmasından bir cümle daha bir dikkatimi çekmişti.. Kendisinin kanunlara aykını davranmadığını söyledikten sonra, sözü, "darbeci" olarak suçlanışına getiriyor ve "şecaat arzedeyim derken, sirqatini/ çaldıklarını söyleyen" söyleyen yavuz hırsız misali, "Evet, bu mânada darbe yaptım.. Türbanlı / başörtülü bir doktor hanımı servisten alıp kütübhane"de vazifelendirdim.. Bu mânada darbeciliği kabul ediyorum.." diyordu.
Evet, bu prof., kendisine prof.luk ve de İst. Üni. Rektörlüğü"nü bile veren kemalist /laik / jakoben/ tepeden inmeci sisteme borcunu ödemek için vargücüyle çırpınıyordu.. Ki, bu rejimin totaliter/ darbeci mahiyeti, "28 Şubat" gerçekte "1923"ten beri hep vardı" diye, o dönemin Gen. Kur. Başkanlarından Kıvrıkoğlu tarafından n çok güzel özetlenmişti..
Öyle bir rejim ki, "cumhûriyet" adını taşıyor, ama, "cumhur"un/ halkın iradesi temel konularda geçerli değildir..
Öyle bir rejim ki, hukuk devleti olduğundan sözediyor, ama, hukukla ilgisi yok..
Yöneten sınıf, bir oligarşik dikta düzeni ve bir 100 yıllık Ergenekon macerası olarak, saltanatını kendi kabakuvvetinden, zorbalığından, karanlığından ve dârağaçlarından alıyor..
Bu Prof."un avukatının 8 Haziran günü yaptığı savunmada kullandığı ifadeler ise, daha bir ilginçti, kendisi kadar..
Kendisi kadar..
Çünkü, bu avukat, 10 küsur yıl öncelerde, bütün toplumu sarsan ve laik rejimin "Derin Devlet güçlerinin Mafia ve Aşiret"lerle işbirliği yaparak" ne cinayetler işlediğinin bütün delilleri ortaya çıktığı hadisede ve adâletin pençesine düştüğü sanılarak, "artık Türkiyede böyle şeylerin olamıyacağı" umudunu veren ve ama, birkaç kişiye sembolik bazı cezalar vererek, konuyu geçiştiren "Susurluk Yargılaması"nın ; hâkimlerinden birisi.. Ve şimdi emekli olmuş ve avukatlık yapıyor..
Evet, bu -emekli Ağır Ceza hâkimi- yeni avukat hukukçu kişinin 8 Haziran günü söyledikleri, -medyaya yansıyan şekliyle-, ülkeye kimlerin ve hangi çarpık anlayışlarının musallat ve tebelleş olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor..
Alemdaroğlu"nun teknik dinlemeye takılan telefon konuşmalarında, "Fehmi Koru ve Osman Baydemir gibi bazı isimlere suikasd yapılması" gibi konuların ve "en iyi kürd, ölü kürddür.." gibi lafların geçtiğinin anlaşılması üzerine, Prof. Alemdaroğlu'nun avukatı olan bu eski Ağır Cezâ Hâkimi Çetinbaş, yaptığı savunmada "Kürdlerin ölmesini temenni eden düşüncelerin neresi suç?" diye sormuş ve bunların, telefonlarda yapılan "geyik muhabbetleri" olarak nitelemiş.. Ve bunları, "Somut birşey yoktur. Birkaç telefon konuşmasında insanların Taksim Meydanı'nda üç-beş kişi sallandıracaksın mantığıyla sarfedilen sözler söz konusu.. Biri telefon konuşmasında şu adamı öldüreceğim dese, o adamı cinayetle mi yargılayacaksınız? Telefon geyiklerini cinayet teşebbüsü gibi göstermek ya kasıttır ya hukukî bir ilgisizliktir. "En iyi kürd, ölü kürddür" sözüne gelince.. Bunlar kürtlerle ilgili kişisel düşüncelerdir. Bu, gidelim Kürtleri öldürelim anlamına gelmez. Kürtlerin ölmesini temenni eden düşüncelerin neresi suçtur? Düşünce ve temenni anlamına gelen bu beyanların ceza davasıyla ilgisi yoktur. Herhangi bir örgütün sempatizanı olmak, belirli insanlardan nefret etmek suç değildir" diye sulandırmaya kalkışmış..
İsim zikrederek birilerine suikasd yapılmasından söz edecek ve ayrıca, milyonlardan oluşan bir kavmin en iyilerinin ölmüş olanları olduğunu dile getireceksiniz, sonra da bunları somut olmayan deliller olarak göstermeye çalışacaksınız..
Yani, somut bir şey olması için, illâ da, "suikasdin gerçekleşmesini" beklemek ve cenazelerinin kaldırılmasını görmeniz mi gerekecek?"
Bu mu adâlet, bu mu hukuk anlayışı?
Bu hukuk anlayışından, bu yargı düzeninden mi adâlet beklenilecek?
Bu anlayışın tepkilerinin sağlıklı olmasını, nasıl bekliyebilirsiniz.. Bu sefil anlayışın hangi canavarca tepkileri ve tikleri sosyal veya ferdî olarak oluşturacağı düşünülürse, facianın mahiyeti daha iyi anlaşılır..
*
Bu minik, şirin zenci yavrular, hangi emellere âlet ediliyor?
Geçen gün, Bülend Arınç"ı gördüm ekranda, zaman zaman olduğu gibi, gözleri yine yaşlıydı.. Sevincinden , memnuniyetinden gözyaşı döküyordu..
Sebebi de, sahnedeki iki küçük zenci kız idi ve anlaşıldığı kadar, türkçe bilmiyorlardı, ama, Âkif"in "İstiklal Marşı" isimli uzuuun şiiri baştan sona ezberletilmişti..
O zenci kızlar ne kadar şirin idiler, Allah"ım..
Sevimli mi sevimli..
Ama, hattâ türk çocukları değil, büyükleri bile o uzuun şiiri bütünüyle ezberden okuyamazken, bu çocukların bu "resmî marş"ı ezberlemelerinden alınan zevk ve dökülen sevinç gözyaşları ürpertici değil mi?
İslamî hassasiyetleri bilinen bir dostumuz yıllarca önce, bir "uluslararası mektebleşme faaliyetleri" için, "merkezine Türkiye sevgisi yerleştirilmiş, cihanşumûl bir İslam anlayışı ile hizmet etmek" nitelemesini yapmış ve yazmıştı..
Eskiden maocu bir komünist olan ve şimdi liberal vâdilerde dolaşan bir gazete yazarı ise, daha çarpıcı bir takdir cümlesi yazmıştı, aynı kurumlar için: "Türkiye"nin emperial emellerine uygun bir proje.."
Sahiden de öyle mi, değil mi, bilmiyorum..
Henüz 20 sene öncelere kadar, Kafkaslar ve Orta Asya"daki müslüman halkların çocuklarına Sovyet Rusya resmî ideolojisine uygun olan marşlar okutuluyordu..
Türkiye"deki yabancı okullarda da, Batı emperyalizminin, kendi halkları için en güzel sayılan marşları, şiirleri, veya diğer metinleri okutulmuyor mu?
Türkiye"den birileri de aynı emperyalist emelleri ve metodları mı izliyorlar?
10 yıl kadar önce yayınlanan "Strateji" isimli bir dergide de, "TC"den yayın yapan tv.ların, gerçekte, taa Orta Asya"ya kadar uzanan yerlerde, kültürel emperyalizmin pekişmesine hizmet ettiğini" yazmıştı bir em. general..
*
Düşündüm.. Bu şirin zenci kızcağızlarına, "İstiklal Marşı"nı öğreten ve onu tv. ekranlarından topluma yansıtan ve de İslamî hassasiyeti bilinen kişilerin heyecanlanmasına, gözyaşı dökmesine vesile olan bu tablo, çok mu mâsumdur?
Kültür emperyalizmi, bu değilse, nasıl bir şeydir?
Siz, çocuklarınızın yabancıların marşlarını okumalarından zevk alırsanız, bunu da öyle kabul edebilirsiniz.. Ama, gerçekten de öyle midir?
*
Korkunç cinayetler.. Ekilen ne ki, biçilen ne olsun?
Adana"da, ekonomik açıdan ortahalli bir ailenin 11 yaşındaki kızı, 7 Haziran günü, kendisini azarlayan annesini, sabah namazından sonra yeniden uykuya daldığı bildirilen bir zaman diliminde uyurken, babasının ruhsatlı tabancasıyla öldürmüş..
Bu vak"ayı anlatmaya hiç bir kelime yetmiyor..
Çocuk, başarılı bir öğrenci imiş.. Öğretmenleri onun için 'üstün zekâlı' diyormuş.. Ama, anlatılanlardan anlaşıldığı kadarıyla, etrafıyla uyum sağlamakta zorluk çektiği anlaşılan, hırçın ve ruhen sıkıntılı birisi imiş..
Bu arada, bu küçük kaatilin, 19 yaşındaki ablasına daha önce, "televizyondan öğrendim, küçük çocuklar birisini öldürürse, ceza verilmiyormuş, ben de annemi öldüreceğim" dediği, bildiriliyor..
Abla, bu sözü "çocuktur.." diye ciddîye almamış.. Bu çocuğun, annesiyle sık sık tartıştığı ve ona "seni öldürürüm..." dediği de verilen ek bilgilerden..
ATV isimli tv. kanalı 9 Haziran akşamı, o evden bazı sahneler aktardı..
Buna göre, bu kız çocuğu, evin balkonunun duvarına, "intikam" ve "İblis" gibi kelimeler yazmış, "satanist"lerin, şeytana tapanların sembolü olarak bilinen bir yıldız çizmiş..
Kızın babasına göre R.A. son zamanlarda çok değişmiş; "Bazı tuhaflıklar belirdi kızda.. Nerede şiddet, kan, çatışmalı diziler, filmler varsa onları seyretmeye başlamıştı. Vampirli, şeytanlı filmleri izliyordu. Polise gittiğinde üzerindeki giysi bile siyah renk. Koluna da satanist yıldızı yaptırmıştı" diyor.. Ama, bunları önceleri kimse önemsememiş..
Modern çağın, aile içinde bile birbirinden kopuk "adacık kişilik"ler meydana getirdiğinin ve bunların, sadece kendileri için yaşamaları gerektiği ve kendilerine karşı çıkanların yokedilmelerini kendileri için bir hak gibi gören anlayışlarının çarpıcı bir örneği.. Çoluk çocuğumuzun hayatı anlamaya çalışırken beslendikleri kaynaklara ve verdikleri tepkilere ve kullandıkları tanıma araçlarına nasıl bir titizlik gösterilmesi gerektiğinin ipuçlarını bu cinayette ve sonrasında dile getirilen hususlarda da bulamaz mıyız?
*
Bu konuyla direkt ilişkisi olmasa bile, bir başka korkunç facia daha aylardır gündemde..
"Gariboğlu" diye bilinen ve Sümerbank"ın iflası yolsuzluklarına da karışmış "zengin" bir ailenin genç oğlunun, villalarına götürdüğü bir genç kızı öldürmesi hadisesi..
Sıradan bir öldürme değil.. Kızla oğlanın yakın âşinalıklarının olduğu, birlikte görüldükleri resim ve video görüntülerinden de belli..
Buna rağmen, kız, son kez götürüldüğü villada, kafası koparılarak öldürülmüş.. Ve kesik başı, İst.- Levent"teki bir çöp konteynerinde bulunmuş.. Başsız bedeni de bir kutuya konulup, yine aynı yere atılmış..
Zengin ailenin çocuğu, bir zevk maymunu halinde yaşamış, gece kulüplerindeki viedo görüntüleri bunu gösteriyor.. Ve, bu cinayeti önceden planladığı anlaşılıyor..
Çünkü, kızı, villanın güvenlik kamerasından görünmeyek şekilde, evin arkasındaki gizli kapıdan almış.. Ve sonra da, -güvenlik kamerasının verilerine göre-, eve girdikten kısa süre sonra çıkıp bir nalbura gitmiş, oradan bir testere almış..
İşte ondan sonra da kızın kafasını kestiği ve kızın epeyce direndiği de, yapılan laboratuar bulgularından anlaşılıyor..
Kızın cesedi üzerinde yapılan araştırmalarda elde edilen bulguların laboratuar tedkikleri gösteriyor ki, konunun ahlâkî tarafı daha bir rezalet..
Kızlarının nasıl bir hayat yaşadığıyla ilgilenmedikleri anlaşılan ailesi ortaya çıkmış, nasıl hunharca öldürüldüğünden yakınıp, ekranlarda gözyaşı döküyorlar..
Keşke, çocukları üzerindeki ana-baba gözetiminde biraz sorumlu davransalardı..
Çocuklarının sadece bedenî rahatlarıyla meşgul olan aileler, onların ruhlarını unutuyorlar..
Ve sonra da, bu gibi korkunç âkıbetlerle karşılaşınca..
Geri dönüşü olmayan durumlar üzerine ne denilse, boştur..
Kaatil gencin, Rusya"ya kaçtığı gibi iddialar var.. Ailenin bir ayağının da Rusya"da olduğu anlaşılıyor.. Kardeşi ve abla ve annesi Moskova"da da yaşıyorlar.. Ağabeyi, Rus Polisi tarafından birkaç kez gözaltına alınmış, ama, o aranan kardeşine benzerliğin dışında bir ilgi bulunamadığı için serbest bırakılmış..
Rus polisi, "verilen isimde, herhangi bir TC vatandaşı ülkemize giriş yapmamıştır ve bizde yoktur.." diyor.. Bu kadar karmaşık ve karanlık ilişkiler içinde olan birisinin başka bir isimde pasaport düzenleyerek Türkiye dışına çıkması, herhalde hiç de zor olmasa gerek..
Ama, bu konuda asıl dikkati çeken husus, sözkonusu gencin, çılgınca bir hayat yaşadığı..
İspanya"da, çılgınca eğlenceleri açısından uluslararası nam salan İbiza"da çılgınca eğlenirken, yanındaki kızlara, "Bana karşı hata yapanın kellesini keserim.." gibi sözler söylemesi ve bunu eliyle de boğaz keser gibi yapan el hareketlerini de gösteren video filmleri son derece düşündürücü..
Demek ki, bir fikrî saplantı veya bütün insanî değerlerin iflas ettiği bir noktaya ulaşılmış..
*
Bu gibi fikrî saplantılar her kesimde de olabilir..
30 yıl öncelerde.. Bir hikaye yayınlanmıştı..
Bu hikayeye göre, birkaç kişi, bir uçak kaçırıyorlar ve uçak havada iken, kendi inancına göre, dünyanın ilk rejimini gökyüzünde kuruyorlardı..
İlginç olan şu ki, o hikayenin yazarı, daha sonra bu hikayeyi gerçekleştirmeye kalkışmış bir uçak kaçırmış ve uçakta, tam da hikayesinde anlatıldığı üzere, kendi inancına göre ilk rejimi, gökyüzünde kurduğunu açıklamıştı..
Yani, bir zihnî saplantı eyleme geçmişti..
Benzer saplantılara her zaman ve her yerde de rastlamak mümkün..
Nitekim, hasmının ancak kellesini keserse veya ancak atardamarlarına bir sivri bıçakla delik açarak, kanın bir-iki metre yukarıya, fıskiye gibi fışkırmasından müthiş zevk aldığını söyleyen ve ancak o zaman rahat ettiğini söyleyebilen ve bu gibi cinayetleri, gözünü kırıpmadan ve hattâ zevkle icra eden ilginç örneklere şahid olunmuştur..
Bu gibi hallere, bugünün dünyasındaki modern teknolojinin geniş iletişim imkanları daha fazla imkan veriyor.. Çünkü, insanlar hattâ çocukluk yaşlarından itibaren, internetlerle kuşatılıp, dünyanın en uzak ve en yabancı ve de en tehlikeli yer ve konularıyla temasa geçebiliyorlar.. Nitekim, Amerika ve Avrupa"da son zamanlarda özellikle de okullara yapılan kanlı baskınlarda, onlarca öğrenciyi derin bir zevkle öldüren çılgın kaatil tipleri , bütün toplumların geleceğini bekleyen bir tehlikenin habercisidir.. Bu gibi kaatili tiplerinin, genelde kendi içlerine kapalı, maddî açıdan ulaşabilecekleri her şeye sahib olmak imkanı olduğu halde, ruhlarını doyuramıyan, ruhî açlık pençesindeki tiplerden oluştuğu belirlenmiştir..
Ailenin, arkadaş çevresinin, içinde yer alınan cemaat gibi toplum birimlerinin kontrolü zayıfladıkça, bu gibi fikrî saplantılar ve yalnızlığın da ortaya çıkardığı, kendisinden başka hiç kimseyi önemli görmeyen narsist eğilimler, sonunda böylesi toplumları şoke eden patlamalar olarak karşımıza çıkabiliyor..
Modern hayat, aslında, insanı daha bir kuşatmış, bunaltmış ve kendiz tek kişilik hücresinden çıkabileceği umuduyla, egoizmin çukuruna sürüklemiştir..
Çözümü, hemen tekerleme haline dönüşmüş klasik sloganlarla göstermek yerine, bu konulara ciddî kafa yormayı gerektirmekte..
Haksöz