‘Stratejist diplomatlar ve komutanlar’ arasında!

Selâhaddin Çakırgil

Fransız düşünürü Voltaire, 250 sene öncelerde, ‘katıldığı savaşları, kazandığı parlak  zaferleri, barış görüşmelerini, hükûmet devirme ve kurma çalışmalarını’  anlatıyor ve sonra da, ‘Hayır, hayır! Bizimki, salonlarda, ziyafetlerde yapılan diplomasi, savaş ve siyaset idi.’  diyordu, özetle... 

Hele de bu yüksek iletişim teknolojisi çağında, pek çoğumuz da, Voltaire’i de sollayacak durumdayızdır.

***

Geçen hafta, gecenin son saatinde Üsküdar’dan Avrupa yakasına Marmaray’la geçiyordum, kardeşimle. Kimseyi rahatsız etmemek dikkatiyle, sessizce konuşuyorduk.

Yine de, yanıbaşımızda oturan 45-50’sinde bir beyefendi, karamsar bir hava içinde, ‘Siyaset ne korkunç şey. Nereden nereye geldik?’  diye devreye girdi. Bizi sözlerine inandırmak için, abdestli olduğunu da ekledi ve  ‘Suriye konusunda yanlış yaptık. Taa baştan, Esed’in yanında olmalıydık...’  dedi.

‘Yani, Ürdün sınırındaki Deraa’da, 2011 Baharı’nda Baas rejimine karşı silahsız olarak protesto gösterileri yapan onbinler üzerine hava bombardımanı yaptığında da mı?’ dedim.

***

İzahlarımı sürdürdüm, kendimce: ‘Beyefendi, o günlerde Davudoğlu, 5-6 kez gönderildi Şâm’a.. ‘Sivil kitlelere silah kullanılmaması ve yapılması gereken sosyal reformlarda kendilerine yardımcı olunacağı’  hatırlatıldı. Ama, Esed verdiği sözleri tutamıyor; Avrupa Parlamentosu heyetine de, çaresizliğini, -dünyaya yansıyan şekliyle-‚ ‘Askere hâkim olamıyorum.’  diyordu.

Şimdi siz ise, 5 yıl önce Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’deki iktidarları alt-üst eden halk patlamalarının atmosferini unutup, emperyalist güçlerin bir kanlı oyun sahnesine dönüşen Suriye Buhranı’nın geldiği noktaya bakarak karamsar hüküm veriyor ve ‘Biz taa baştan Esed’in yanında yer almalıydık.’  diyorsunuz. Kendinizi sadece zaferlere ayarlamışsınız. Netice başka türlü olsaydı, o zaman farklı hükümlere mi varacaktınız?’  

Muhatabım, sözlerimi, sessizce dinledi, başını‚ ‘kabul’ mânâsında sallıyarak.

Ve, Marmaray, Yenikapı durağına varmıştı, ayrıldık; kalabalığın içine karışıp gittik.

***

Bir yayınevi’nde de, bazı âşina tiplerle karşılaştım.

Bir tanesi, ‘Âbi, sizin Hükûmet’in yanında yer alıp, İran ve Suriye konusundaki tavrınız bizi üzüyor. Suriye’de Kürdlere Kemalist devlet refleksiyle saldırılıyor. Yanlışları yazmıyorsunuz.’  dedi..

Hemen, ‘Kürdlere değil, Türkiye’nin 900 km.lik güney sınırı boyunca Esed rejimi ve Rusya’yla birlikte PKK’nın hedeflerine uygun bir mücadele izleyen silahlı güçlere.’  diye düzelttim. Ve ilave ettim:  ‘Ben bu silahlı mücadeleleri bir takım devletler veya güç odakları arasındaki iktidar mücadelesi olarak görüyorum. Elbette herbirinin bir dünya görüşü vardır.’  

Ama, muhatabımın asıl mes’elesi, Tayyîb Erdoğan’a karşı olmakta, herkesin kendileri gibi düşünmemesi idi ve başkalarının da en azından onların karşı oldukları kadar, Tayyîb Erdoğan’ı desteklemek hakkının olabileceğini kabul edemiyorlardı. Halbuki, bu satırların sahibi, Hükûmet’in her yaptığının alkışçısı olmayıp, mevcud muhalif güçler ve siyasî partiler karşısında bu hükûmeti tercih eden birisidir.

***

En başta emperyalist güçler olmak üzere, yığınla devletin entrikalarının devrede olduğu bir Suriye’de, aslî oyuncular,  tekrarlayalım, B. Amerika ve Rusya’dır. Ama, Türkiye, Suriye Buhranı’na NATO dünyasının istediği şekilde girmemiş, dayatmalara direnmiştir. İran rejimi ise, hem İran ve Irak’dan askerlerini ve binlerce milis gücünü ve hem de Lübnan’dan Hizbull. güçlerini devreye sokmuş ve Gen. Qaasım Suleymanî’yi Moskova’ya göndererek, Rusya’nın da Suriye’de devreye girmesi için Putin’i ikna etmiş ve taa baştan da, 400 bine yakın Suriyelinin ölümünde, milyonların perişan ve bu ülkenin viran olmasında büyük hissedâr olmuştur. Ve İran’dan artık, sadece Rusya değil, Amerika ve müttefikleri de memnundur.

***

Emperyal güçlerin hergün değişen siyasetleri karşısında, Türkiye’nin daha sağlıklı bir siyasetinin nasıl ve ne kadar mümkün olacağı da bir ayrı konu...

stargazete