Bilirsiniz, yazılarımı "herkesin anlayacağı" şekilde "sade" yazmaya çalışırım.. Bir "edebiyat" kaygım olmadığı için, mümkün olduğunca "basit cümleler"le anlatırım meramımı... Ki, "dağdaki çoban" da faydalansın, "üniversitedeki profesör" de... Zaman zaman ziyaretime gelen "çoban"lar ve "profesör"lerin söyledikleri de gösteriyor ki; amacıma ulaşmışım... Geçenlerde, bir "avukat" ile bir "öğretmen" okurum aradı... "Biz.." dediler, "Sizi okumaya başladığımızda ortaokula filan gidiyorduk... Biz sizinle büyüdük, gerçekleri sizden öğrendik... Olan-bitenin perde arkasını öğrenmek için de hâlâ Ayna"ya bakıyoruz..."
Ne mutlu bana, ne mutlu Vakit"e...
Dile kolay;
Bir "nesil" yetiştirmişiz!..
Tabiî, şu da var:
Biz de "okurlarımız"la büyüdük...
Onlardan çok şey öğrendik...
KÂĞIDI NİYE YUTMAYA KALKMIŞLAR?
Yazıya, özellikle böyle bir "girizgâh"la başladım ki; kendilerini "allâme" sanan "zırcahil"ler şunu çok iyi bilsin: Bazılarının, "dağdaki çoban" kadar bile algılama kapasitesi yok!..
O kadar "gerzek"ler ki;
"Arınç"a suikast teşebbüsü" olayında "suçüstü" yapılan "binbaşı" ve "albay"ın, ellerinde bulunan "adres yazılı kâğıt"ı yutmaya çalışmasını bir türlü anlayamıyorlar ya da "işlerine gelmediği" için anlamak istemiyorlar.
"Nasıl olur" diyorlar;
"Koskoca albay ve binbaşı, bir ev adresini hafızasında tutamaz mı?.. Niye kâğıda yazsınlar ve niye yutmaya kalksınlar?"
Bunlar, askeri "gözlerinde çok büyütüyor" ve onun hiçbir hata yapmayacağını düşünüyor olmalı ki; askere hiç toz kondurmuyorlar!..
Öyle ya;
"Asker uyumaz, asker acıkmaz!..
Asker üşümez, asker terlemez!.."
Ve elbette;
"Asker hata yapmaz!"
Oysa, asker de bir "insan"dır ve her insan gibi onlar da hata yapar!..
Hem de "komik" hatalar...
Meselâ, "fıkra" mıdır, "yaşanmış bir olay" mıdır, şöyle bir hikâye dolaşır dillerde:
Bir teğmen, görevli olduğu kışlada dolaşırken, karşısına yeni boyanmış bir bank çıkar.
Teğmen, bu boyalı bankın başına bir askeri nöbetçi yazdırır... Amacı bankın boyalı olduğundan habersiz kişilerin buraya oturmalarına engel olmaktır.
Oturmak isteyen olursa, nöbetçi asker uyaracaktır.
Aradan yıllar geçer.
O teğmen, bu defa general olur ve yine aynı kışlada komutan olarak görevlendirilir.
Bir gün kışlasını denetlerken bir bankın başında bir askerin nöbet tutmakta olduğunu görür ve askere neden orada nöbet tuttuğunu sorar.
Asker de sebebini bilmediğini, sadece orada beklediğini söyler.
Bunun üzerine general, orada neden nöbet tutulduğunu araştırır ve karşısına yıllar önce kendisinin vermiş olduğu nöbet talimatı çıkar.
Nöbet, o bankın üzerindeki boyanın kuruması amacıyla konulmuştur ama "verilen emrin sorgulanmadan yerine getirilmesi ve düzenin böylece devam ettirilmesi anlayışı" sebebiyle, yıllar boyu uygulanagelmiştir.
O bankın boyası çoktan kurumuş, hatta bank bile eskimiş ama başındaki nöbet tutma uygulamasından vazgeçilmemiştir...
EMİR TEKRARI NİYE VARDIR?
Bu hikâye, "askeriyede işlerin nasıl yürüdüğünü" anlatmaya herhalde yeterlidir ama, şunu da hatırlatmakta fayda var:
Malûm, askerlikte, bir "emir tekrarı" vardır.. Komutan, meselâ, "mıntıka temizliği yap" dediğinde, asker "emredersiniz" deyip, gitmez... Ya ne yapar; "Emredersiniz!.. Mıntıka temizliği yapacağım komutanım" der!..
Şimdi, bu "emir tekrarı"na bakıp da; asker için "geri zekâlı" mı diyeceğiz?..
Oysa, bizim askerimiz "zeki"dir, "çevik"tir!..
"Leb" demeden, bırakın "leblebi" demeyi, anında "Çorum" der!..
O halde, "emir tekrarı"nın sebebi ne?..
Ola ki, "yanlış anlama" olmasın diye!..
Öyle sanıyorum ki;
Binbaşı ve Albay"ın eline de, "yanlış ev"de istihbarat yapmasınlar diye yazılıp verilmiştir "adres yazılı" o kâğıt!..
En başta dedim ya;
Bu işi "dağdaki çobanlar" anladı da, medyadaki "köşebaz"lar hâlâ anlayamadı!..
Ya da, anlamak işlerine gelmiyor!..
CEVAP BEKLEYEN 12 SORU
Oysa, bu olayda sorulması gereken tek soru, "adres yazılı kâğıdın neden yutulmaya çalışıldığı" sorusu değil!..
"Cevap bekleyen" soru, hayli çok.
İşte onlardan bazıları:
- CMK-140/2"ye göre teknik takip mahkeme kararıyla yapılır... Peki, albay ve binbaşının yaptığı teknik takipte mahkeme kararı var mıdır?..
- İstihbarat toplama yetkisi Jandarma, MİT ve Emniyet"e aittir... Bu birimlerden herhangi bir talepte bulunulmuş mudur?.. Takip işini niye istihbaratçılar değil de, Özel Harp"çiler yapmıştır?..
- Takibi yaptığı iddia edilen kişilerin görevlerini, Özel Kuvvetler Komutanlığı"nın ve seferberlik bölge başkanlıklarının hangi mevzuatına göre yapmaktadır?.. Bu personelin görev tanımları arasında askerî personel ve sivil şahıs takibi var mıdır?
- Sahte kimlik kullanma yetkisini kimden almışlardır?.. Kiralama için yapılan harcamalar nereden karşılanmaktadır?
- Bu kişilere verilen görevin, evrakları nelerdir. Eğer böyle bir görevlendirme yapıldıysa, 9 ay boyunca yapılan teknik takibin görev raporları nerededir?.. Emri kim vermiştir? Yoksa sadece şifahî emir mi verilmiştir?
- Böyle bir görevlendirme; Arınç"a yapılması plânlanan operasyonu gizleme veya perdeleme için mi yapılmıştır.
- Genelkurmay Başkanlığı tarafından Genelkurmay Askerî Savcısı"na bu kişi ile ilgili soruşturma emri verilmiş midir?.. Genelkurmay Askerî Mahkemesi tarafından verilmiş bir teknik takip kararı var mı?
- Genelkurmay Askerî Savcıları Yaşar Yüce ve Tezer Türkay Güven, neye dayanarak aramaya katıldılar?
- Belge sızdıran kişi kimdir?.. Hangi belgeleri kime sızdırmıştır?.. Belgeyi sızdıran kişi ile ilgili telefon dinleme ve takip kararı var mı?
- Teknik takip, 2 veya 3 vardiyadan oluşur... Takibe katılan diğer ekipler kimlerdir?.. Seferberlik bölge komutanlıkları başka yerlerde de takip yapıyorlar mı?
- Takip yapmak için neden albay ya da binbaşı kullandılar?.. Bu işlerde normal şartlarda astsubaylar kullanılmaz mı?..
- Olay sırasında yakalanan binbaşı ve albay, Özel Kuvvetlerde görevli... Olayın hemen akabinde de olay yerine Seferberlik Tetkik Kurul Başkanı gidiyor. Bu da olayın birkaç kişinin işi olmadığını gösteriyor... Emri ilk veren kimdir?..
Ankara Büromuz muhabirlerinden Turgay Aktürk"ün derlediği bu sorular, belli ki "işi bilen birileri"yle görüşülerek elde edilmiş!..
Yani işin içinde "adres yazılı kâğıdı yutma" çabasından da öte, önemli detaylar var!.. Bu detayların "neler" olduğunu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de "çok iyi biliyor" olmalı ki; açıkça söyledi: "Konuşamam!.. Anlatamam!"
Ya, Org. İlker Başbuğ"un sözlerine ne demeli?.. O da, şöyle konuştu:
"Belki bazı suallere cevap verememiş olabiliriz. Netice olarak bugün itibariyle buna ilave edeceğimiz başka herhangi bir şey yok. Yeri geldiği zaman belki tamamlayıcı bilgiler verme durumumuz olabilir."
Görünen o ki;
O da konuşamıyor!..
Tabiî, "işi bilenler" konuşmayınca, meydan "medya soytarıları"na kalıyor!..
Habire "inci" yumurtluyorlar!..
O BİNBAŞI İYİ İNCELENMELİ!
Bana kalırsa, adı "suikast iddiası"na karışan Binbaşı İbrahim G."nin "geçmişi" çok iyi araştırılmalıdır... Muhabirimiz Hüseyin Şenocak"ın elde ettiği şu bilgiler üzerinde önemle durulmalıdır:
- Mesela, "Ergenekon tutuklusu Muzaffer Tekin" ile, "bazı DHKP-C"liler"le veya "Türkiye Gençlik Birliği" üyeleriyle herhangi bir ilişkisi, bağlantısı veya görüşmesi olmuş mudur?.. "Tefeciler"le veya "uyuşturucu tüccarları" ile ilişki derecesi nedir?..
- "Turksolu.org" internet sitesinde yazılar yazmış ve kendisini "Atatürk"ün Kemalist askerleriyiz" diye tanıtmış mıdır?..
- Bir "Türkçü" internet sitesinde de, "Türk İntikam Birliği"ni sonsuza kadar desteklediğini" yazmış ve yazısını "Ulu Gök Tanrı, dileğimi kabul ve daim eyle" diyerek bitirmiş midir?..
- "AK Parti" ve "Kürtler" hakkında ne düşünmektedir?.. AK Parti ve Kürtlerle ilgili olarak "Kürt-İslâm faşistleri" tabirini kullanmış mıdır?.. Kürtler ve Ermeniler için; "Ya terk et, ya geber!" demiş midir?..
Ve son soru;
- "Binbaşı İbrahim G.", sırf "koyu bir AK Parti düşmanı" olduğu için mi bu işle görevlendirilmiştir?..
Görüyorsunuz ya;
Sorular çok basit ve de çok açık...
Öyle sanıyorum ki; ne demek istediğimi, "Turgutlu Dağlarında keçi çobanlığı" yapan okurum çoktaan anlamıştır!.. Mesele, kendilerini "aydınlanmacı" diye yutturan "karanlık kafa"lara anlatmakta!..
Dilerim, onlar da anlar!..
Dilerim, onlar da sormaya başlar;
"Savcılar, önceki gece Özel Kuvvetler Komutanlığı"na niye sokulmadı, niye geniş çaplı arama yapamayıp, sınırlı bir aramayla yetinmek zorunda kaldılar?"
Kim; kimi koruyor, neyi gizliyor?..
Sorular "çok açık" değil mi?..
Çobanlar, çoktaan "Çorum" dedi bile!..
============
Kim bu televizyoncu?
Türkiye"de, "burnundan kıl aldırmayan", omuzuna dokunsanız hemen "höykürmeye" başlayıp "mahkeme"lere koşan bir "televizyoncu" var... Kendisi, "yargısız infaz ve linç üstadı"dır ama "nasır"ına bassan, "hedef gösterildiğini" iddia eder!..
İş bu televizyoncu, Sabancı Suikastı"nın faillerinden Fehriye Erdal"ın Almanya Frankfurt"ta yaşadığı evi görüntülemiş ve ekranlarda demişti ki; "polis ve MİT bulamadı ama biz bulduk!"
Bu haberi "habercilik şehveti"yle mi yapmıştı, yoksa "yardım ve yataklık" amacıyla mı, orası pek bilinmiyor ama, bir "gizli tanık" diyor ki;
"Fehriye Erdal"ın Almanya"da yaşadığı evi polis öğrenmişti ama, o televizyoncunun deşifre etmesiyle Fehriye Erdal evden kaçtı!"
Şimdi, "kim o televizyoncu?" diye sorabilirsiniz... O, "kendisini" biliyor, "ben" de biliyorum... Tabiî, siz de az-çok tahmin edebilirsiniz... Ama, "onun kimliğini" açıklamayacağım!.. Açıklarsam, yine "hedef gösterildim" diye höykürmeye başlar!.. En iyisi mi, ekranlarda "en çok Ergenekon avukatlığı"nı kim yapıyorsa, ona bakın!..
Malûm, Ergenekoncular, DHKP-C"lilerle de "işbirliği" halindedir!..