Remzİ Barud
Lübnanlı siyasetçi Antoine Ganib'in 19 Eylül'de öldürülmesi muhtemelen bölgedeki ABD ve İsrail çıkarlarını ileri taşımak için kullanılacak. Batı medyasının büyük kısmı ve bazı Arap medya organları belirgin bir çabayla, 1975-1990 arasındaki iç savaş sırasında Lübnan'daki kan banyosunun en başta gelen sorumlularından Falanj partisinin üyesi Ganib'in ölümünden en çok çıkar sağlayanın Suriye olduğunu iddia etti. Ortaya sürdükleri neden, Suriye'nin askerlerini çekmeye zorlandıktan sonra da Lübnan üzerinde bir derece siyasi denetim sahibi olmaya ihtiyacı olduğu. Söz konusu siyasi etkinlikse ancak Lübnan'daki Suriye karşıtlarını ortadan kaldırarak ve Suriye'ye dost bir Lübnan parlamentosu oluşmasını sağlayarak elde edilebilir. Aslında Ganib'in öldürülmesiyle hiziplere bölünmüş Lübnan parlamentosundaki Suriye karşıtı koalisyon, artık ufak bir çoğunluğa sahip konuma düştü; 128 sandalyeden 68'ini kontrol ediyorlar. Böylelikle Ganib cinayeti çözülmüş oluyor. Peki öyle mi?Şam her şeye rağmen sağduyulu
Suriye rejimi aslında eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin arabasının Şubat 2005'te bombalanmasından beri Ganib de dahil olmak üzere altı Lübnanlı siyasetçinin öldürülmesinden sorumlu olabilir. Ancak Lübnan'daki durumu anlayabilmek için indirgemeci sonuçlardan kaçınmak gerek. Lübnan'la ilgili haberler buradaki her siyasi şahsiyeti Suriye 'yanlısı' veya 'karşıtı' diye tanımladığı için bu pek de kolay bir iş değil. Bu tarz haberler, küçük ama stratejik açıdan önemli Lübnan'a ölüm ve karmaşa getirmekten sadece ve sadece Suriye rejimi çıkar sağlıyor fikri üstünde yükselmekte. Aynı mantıkla Suriye'nin tüm müttefikleri -İran, Lübnan'daki Hizbullah, Şam merkezli Filistinli gruplar ki, bunlar arasında Hamas ve çeşitli sosyalist fraksiyonlar da var- Batı medyasında sık sık zikrediliyor.
Lübnan'daki incelikli cinayet politikalarını ve böylesi ölümlere dayanarak haklı gösterilen pek çok kanlı olayı -bunların arasında 1982'deki İsrail'in Lübnan işgaliyle Sabra ve Şatila katliamı da var- dikkate aldığımızda haberciler ve yorumcuların resmi Amerikan ve İsrail çizgisini izlemeden önce fazlasıyla temkinli olmayı öğrenmiş olmalarını bekliyorsunuz.
Tamamen veya kısmen Lübnan'ı istikrarsızlaştırmaktan sorumlu bir ülke olarak Suriye belki de Ganib cinayetindeki muhtemel suçlulardan biri. Bu her gün hem samimiyetle Lübnan'ın yabancı müdahalelerden kurtulması için çalışanlarca hem de Lübnan'ın siyasi manzarasına hâkim olmak isteyenlerce altı çizilen bir görüş. Fakat kendi çıkarları peşinde koşsa da Suriye siyaseten sağduyulu ve tedbirli olarak tanınır. Bunu 11 Eylül 2001'deki terör saldırılarıdan sonra ABD'nin 'terörle savaş'ında değerli bir müttefik olarak hizmet ederek gösterdi; Irak sınırının denetim altına alınmasında gönüllü biçimde işbirliği yaptı, hatta işi CIA'in 'olağandışı tutuklamaları'nda Amerika'ya ait mahkûmlara işkence yapmaya kadar vardırdı.
Öyleyse bu kadar alçak profil çizmeye çalışan bir ülke neden Amerika'nın Lübnan'daki müttefiklerini öldürerek düşmanlıklar yaratmak için bahane sağlasın? Bu cinayetlerin herbiri sadece Washington, Tel Aviv ve Beyrut'tan yükselen Suriye karşıtı çığlıkları güçlendirmeye yarıyor. Suriye rejimi tartışmasız biçimde zalim ama aptallığın özelliklerinden biri olduğu pek görülmemiştir.
Netanyahu için yeni doktrin
Lübnan'da son dönemde akan kan konusunda Suriye'nin masum olması mümkün mü? Etrafındaki onca düşmanlığa rağmen hayatta kalmayı başarmış bir ülkenin böylesi kritik bir dönemde böylesi zararlı sonuçları olacak saçma suçlara kalkışacak kadar aptallaşacağını düşünmek pek inandırıcı değil. Ortadoğu'da süren Soğuk Savaş'ta Lübnan'ın tüm değerine karşın Suriye tehdit altındaki herhangi bir ülke gibi küçük komşusuna hâkim olmaktan ziyade kendi hayatta kalışını sağlamakla meşgul olacaktır.
O halde diğer olası suçlular kimler? Lübnan'ın kanlı geçmişine ve sınırları dahilinde faaliyet gösteren onca oyuncuya, mezhep ve fraksiyona bakınca liste uzun görünüyor. Fakat cinayetlerin hepsinin 'Suriye karşıtı' şahsiyetleri hedef almasını ve ABD'yle İsrail'in savunduğu resmi tavrı hesaba katarsak akla yatkın biçimde listeye Suriye'yi askeri bir çatışmaya ya da işgal altındaki 'Golan Tepeleri'nde verilecek taviz de dahil olmak üzere İsrail'le aşağılayıcı bir siyasi anlaşmaya (Şam, Tel Aviv'le yürüttüğü görüşmeler 2000'de koptuğundan beri bunu reddediyor) sürüklemek isteyenleri de ekleyebiliriz. Burada 1996'da Richard Perle tarafından dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için hazırlanan yeni muhafazakâr doktrine değinmek önem arz ediyor. 'Açık Bir Kopma: Ülkeyi Güvenlik Altına Almak' (A Clean Break: Securing the Realm) isimli bu metinde, Lübnan yoluyla Suriye'ye boyun eğdirme planlarının çerçevesi çiziliyor. Bu durum ABD ve İsrail hükümetlerinin artık neden eski ortak çabalarını ve açıklanmış amaçlarını izlemeyip, bunun yerine İsrail'in 2006'da Lübnan'da yaşadığı askeri yenilgi yüzünden büyük ölçüde Suriye ve İran'ın Hizbullah'a verdiği desteği sebep göstermesini açıklamaya yardım edebilir mi?
Hava sahası ihlali kasti
Suriye'nin Lübnan'da tek başına böylesi bir karmaşa yaratmaya muktedir olduğunda ısrar edenlere Netanyahu'nun kısa süre önce şaşırtıcı olmayan biçimde Suriye topraklarına 6 Eylül'de düzenlenen 'gizemli' hava saldırısının -ki bu açıkça Suriye'yi askeri çatışmaya çekme çabasıydı- kasti olduğunu kabul ettiğini hatırlatmak da yararlı. Amerikalı diplomatlar bu açık savaş eylemini ABD'nin İsrail'e verdiği F-15 jetleriyle bombalanan Suriye hedeflerinin 'Kuzey Kore nükleer silahlarıyla ilgili olabileceği' şeklindeki vasat iddiayla haklı göstermek için çabaladı. Vasat veya değil, ABD, İsrail ve onların bölgedeki müttefiklerini de kapsayacak şekilde Suriye'ye karşı sebatla bir hareket oluşturulmakta ve Hizbullah'a karşı bir sonraki askeri çatışma Suriye topraklarını da kapsayacak biçimde genişlerse kimse buna şaşırmasın.
Medya ve resmi makamlar Lübnan'ı istikrarsızlaştırmaya yönelik kararlı girişimlerin arkasındaki diğer olası suçluları kolaylarına geldiği biçimde es geçerken, bölge yeni bir askeri çatışmaya, Lübnan da muhtemel bir iç savaşa yol alıyor. Bunun suçu muhtemelen Suriye, İran, Hizbullah ve Filistinli gruplara yüklenecek, İsrail'se yine kendini savunuyormuş gibi gösterilecek, ABD de İsrail'in davasına, demokrasiye ve insan haklarına arka çıkıyor görünecek. (Ortadoğu merkezli internet sitesi, 2 Ekim 2007)