Şükret Seyfi, şükret!

O polis açığa alındı deniyor, yetmez! Teşhir edilmeli, cezalandırılmalı.

Mehveş Evin - Akşam

Şükret Seyfi, şükret!

Ne rimelli kirpikleri ve kuaförde kıvırtılmış bukleleriyle Başbakan'ın koltuğuna oturtulup 'Türk kadınını temsil eden' çok bilmiş kız çocuğu... Ne de Çankaya İlköğretim Okulu'nun törenine katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün elini öpmek için ısrar eden ve sonunda 'galip' gelen erkek öğrenci...

2009 yılının 23 Nisan'ında simge olan iki kare, onlara ait değil...
'Türk kadınını temsil eden' çocuk, Van'daki bir ilköğretim okulunda, Düm Tek Tek şarkısı eşliğinde, parlak mavi eteği, beyaz külotlu çorabının altına topukları parçalanmış lastik sarı çizmeleri giymiş, etrafındaki her şeye kayıtsızmışcasına dans eden o kız öğrenci.

'Türk erkeği'ni temsil eden çocuk ise, Hakkari'de 'protesto gösterilerine karıştığı için' kafasının arkasına bir değil, iki değil, defalarca dipçik yiyip, pelte gibi yere yığılan ve komalık hale gelen 14 yaşındaki Seyfi Turan.
Ama pardon, o zaten 'Kürt'tü, öyle değil mi? Aileleri sokağa salarsa, bunlar da olaylara karışırsa, olacağı budur işte! Az bile vurmuş o polis, bak çocuk yoğun bakımdan çıktı bile! Ölmedi ya? Kaldı ki bu olay olmasaydı zaten taş attığı için yargılanan, hapse atılan çocuklar kervanına girecek, muhtemelen 4-5 yıl yatacaktı. Şükretsin Seyfi, şükretsin ki polis haddini bildirdi! Ah keşke o kameraman olmasaydı, kimseciklerin ruhu bile duymayacaktı!

En hafif tabiriyle esef duyuyorum sayın okur... Bu görüntüleri izleyip, içi titremeyen insanların varolduğu, hatta normal gören vatandaşların bulunduğu bir ülkede yaşadığım için... Bu yazıyı okuyup, küfür mailleri atacak olan, IQ'sü yerlerde sürünen kafatasçılarla muhatap olmak zorunda kaldığım için... Kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyi bilmeyen; küçük getto'larında nefes alıp verdiği müddetçe her şeyden kendini soyutlamayı pekala beceren; fakirliği, yokluğu, 'öteki'yi küçümsemeyi meziyet bilen o pisliklere tahammül etmek zorunda olduğumuz için...
Darda kaldığı anlarda, kendi varoluşunu başka türlü anlamlandıramadığından, en klişe, en aşağılık, en adi sloganlara sarılan azınlıklar arasında, bazen nefessiz kalıyorum.

BUNA DA İSYAN EDİN
Ortalamanın bu kadar yüceltildiği, insanlığın bu kadar aşağılandığı, hukuk, hak ve adalet sözlerinin bu kadar içinin boşaltıldığı, ikiyüzlülüğün ve pespayeliğin 'başarı' addedildiği bir ortamda, güzel olan, ümit veren, sevdiğimiz her şey bazen anlamsızlaşıyor işte... Haksız gözaltılara, ev aramalara, telefon dinlemelere haftalarca isyan edenler, Filistin'deki çocuklara gözyaşı dökenler; olayları seyreden bir çocuğun arkasından yaklaşıp, defalarca beynine silahını indiren (bir de döven diyorlar!) polis söz konusu olduğunda, suspus oluyor...

Neden? 'Saygın bir kişi'ye yönelik tehdit olmadığından mı? O çocuk Kürt olduğundan mı? Olay yeri Hakkari olduğundan mı? Yoksa 'taş attı' diye mi!
O polis açığa alındı deniyor, yetmez! Teşhir edilmeli, cezalandırılmalı. Taş atan çocukların hapse tıkılıp hiçbir şans verilmediği bir ülkede, 'cana kast'ın karşılığı hukukta neyse, o suçlamayla yargılanmalı. Ancak o zaman, 2009 yılının 23 Nisan'ı, tarihimizde utanç verici bir gün olmaktan çıkar...

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı