Eğitim hayatımızın ilk safhalarında benzerlik var Tayyip Bey ile. İlk okuldan sonra İmam Hatip’te okudum ben de onun gibi.
“Şükür” gibi dini kavramlara aşinadır İmam Hatip nesli. Hoş, bizim normal halk kültürümüzde de bu tür dini kavramlar yer etmiştir. “Elhamdülillah, deriz, Allah’a şükür, deriz, çok şükür, deriz, helal – haram biliriz, Allah affetsin, deriz, Allah’tan kork, deriz, imansız, der kimileri birilerine kızdığında… Böyle din menşe’li daha binlerce deyiş sayılabilir.
Tayyip Bey, zaman zaman kullanıyor bu tür deyişleri. “Şükürsüzlük” onun en son kullandığı, daha doğrusu, kimi çevreleri itham ettiği sözcüklerden… Bir ara “Nankör”kelimesini kullanmıştı. O da herhangi bir “nimeti inkar eden” anlamına geliyor.
İnsanımızın kültüründe tıpkı “tevekkül” gibi yaşadığı mahrumiyetlere yönelik teselli niteliği taşıyan “Allah’a şükür geçinip gidiyoruz”söylemi var, ama şükür kelimesi, “Şükürsüz”şekline büründüğünde suçlamaya dönüşüyor.
“Eline geçenle yetinmeyen, hala bir şeyler isteyen, istemekte artık fazla olan…” Bir ileri merhalede “Gözü doymayan…” insan kitleleri… Bir yerden bakınca böyle gördüğünüz anlaşılıyor toplumun büyük kesimlerini…
Bir süredir toplumun farklı kesimlerinden, işçilerden, emeklilerden “hayat pahalılığı altında ezildik, yandık…” türü feryatlar yükseliyor ve tabii ki aldıkları maaşın iyileştirilmesi isteniyor.
İktidar kimi alanlarda bazı iyileştirmeler yaptı ama enflasyon denen canavar öylesine büyük ki, her şeyi anında silip süpürüyor.
Asgari geçim şartlarına kavuşmak için çare aramak, bunun için de ülkeyi yönetenlere yönelmek kadar tabii bir şey yok.
Böyle durumlarda “Sıkıntıyı anlıyoruz, elimizden geleni yapıyoruz, ama daha ötesine gücümüz yok, onu yaparsak ardından çok daha kötü şartlar gelir, anlayın bizi” demek var. Zaman zaman iktidar da böyle bir dile başvuruyor. Ama bir nokta geliyor ki, ağızlardan “Şükürsüzlük almış başını gidiyor” ya da “Nankör” gibi sözler dökülüyor.
Bu ifadeleri toplum önünde söyleme cesaretini iktidar cenahında sadece Tayyip Bey gösteriyor. Sanırım başka herhangi bir bakan, ya da partili söylese, hem toplumda büyük tepkiye yol açar hem de parti bünyesinde….
Tayyip Erdoğan’a gösterilecek tepkiler ise karşısında “Cumhurbaşkanlığına hakaret”gibi bir barikata tosluyor.
Tayyip Erdoğan bu ifadeyi “seçerek” mi kullandı yoksa, “ağız alışkanlığı” ile mi, bilemiyorum, ama nasıl kullanılmış olursa olsun bir devlet yöneticisi dilinde hoş, sağlıklı, doğru olmayan bir söz.
Her zaman söylüyorum bu tür “din kaynaklı”sözcükleri politik zeminde birilerini, hele sadece rakipleri değil çok geniş toplum kesimlerini hedef alacak şekilde kullanmak, din – toplum ilişkilerini yaralıyor.
Bu, ne yazık ki “patron ağzı” diye nitelenecek bir söz. Bu ağzı kullanmayan iş adamlarını tenzih ederim. Ama vardır böyle kendisini “Rezzak” yerine koyan tipler. Sanki rızkını o veriyor gibi. Çalışanı ile iş akdi yapmış, yani bir tür sözleşme yapmış, emeği alan ve karşılığını veren insan gibi değil, o işi lütfeden, çalışanın işi verdiği için kendisine ayrıca bir ihtiramda bulunmasını bekleyen, her türlü fazladan iş yüküne tahammül etmesini iş bulmuş olmasının gereği görmeye zorlayan, ücret belirlemeyi bir “patron yetkisi”ne indirgeyen, ücret artış taleplerini hadsizlik olarak gören, toplu sözleşme gibi işçi ile ücret pazarlığı yapılan süreçlerde gerilen ve peşinden “şükürsüzlük, nankörlük” gibi tepkilerin sökün ettiği durumlar…
“Şükür” kavramı aşındırılıyor böylece. Dini kavramların, siyasi meta haline dönüştürülmesi sonucu doğuyor. İnsanların sizin davranışınıza karşı çıkarken dini kavramları da aynı pakete sokması gibi bir vahamet oluşuyor.
“İnfak - Sadaka” ilişkisinde bile İslam çok büyük nezaket arıyor. “Sadakaları Allah alır - Tevbe, 104) ayetindeki hassasiyeti anlamak yeter buradaki nezaketi görmek için. Nerede ise infakla ilgili bütün ayetlerde “Allah’ın rızık olarak verdiğinden vermek” şerhi düşülür. Yani patronsan patronluğu veren de Allah’tır, devlet yönetimi emanet edilmişse o da adı üstünde bir emanettir. Yine Kur’an’a baktığımızda “Bunları ben kazandım” demek, “Karun tipi mal – insan ilişkisi”nin işaretidir. Canı da sana Allah verdi sen neyi kazandın ki?
Bence “Şükürsüzlük” gibi bir ithamı kimse kimseye karşı kullanmamalıdır. Orada gizlenen kibir insanı yakar.