Ben, ben, ben.. Benim şeyhim, benim liderim, benim örgütüm, benim hemşehrim, benim partim, benim kavmim.. Ne kadar “bencil” bir topluluk olduk..
Bu ben, ben diyenler, gün gelir, Allah onları bir başka ben diyen zalimin eliyle ya hapishanede ya hastahanede ya da mezarda buluşturur. Bazan da bir çöplükte.
Bundan daha iyisini nerede bulacaksın der birisi, bir başkası ölümü gösterip, hastalığa razı etmek istercesine kendi otoritesini kabul ettirmek için benden iyisini nerede bulacaksın der. Oysa iyinin daha iyisi olduğu gibi, her zaman kötünün de daha kötüsü vardır. Neden insanlar kanaat etmezler, kıskanırlar, daha iyisine layık olmak için çalışmazken daha fazlasını isterler ki! Oysa hepimiz nakısızdır. Hepimiz daha iyi olabiliriz.
Kendinden olan herkesi “sütten çıkan ak kaşık” gibi görenler, genellikle ötekiler ağzı ile kuş tutsalar bunlara yaranamazlar. Müthiş bir kibirle kendinden olmayan herkesi günahkar ve suçlu görürler. Onlara, onlardan birinin günahını, hatasını söylesen de kabul etmezler. Onlara “benim yoldaşım şu yanlışı yaptı” dedirtemezsin. “Kol kılır yen içinde kalır”. Ağzı kan çanağına döner “Kızılcık şerbeti içtim” der. Yalan söyler.
İnsanların birbirini kazanmak gibi bir gayreti yok. Herkes karşısındakini mahkum etmeye çalışıyor. Bu konuda sanki her şey mübahmış gibi. Sanki dedikodu, gıybet, yalan, iftira, tehdit, alay, aşağılama serbest. “Gayeye giden her yol meşru” imiş gibi. Hayır, meşru hedeflere meşru yollardan gidilir.
Geçen gün bir arkadaş bir mesaj göndermiş. Hapishanede, mezarda buluşmayı biliyordum da, buna bir yenisi eklenmiş. “Çöplükte birleşme”. Bir Suriyeli çöp toplayarak geçimini sağlayan bir göçmen kardeşimiz anlatıyor: “Biz Suriye’de ön yargılı yaşıyorduk. Birbirimize ayırım yapmaya başladık. Bu durum yavaş yavaş ülkeye yayıldı. Şii Nuseyrisi iktidar olduğu için kimseyi beğenmiyordu. Sünnisi çoğunluk olduğu için kimseyi beğenmiyordu. Hristiyanı zengin olduğu için, Kürdü azınlık haklarından söz ediyor ve herkese karşı, Arabı, Arap yarımadasının Araplara ait olduğunu söylüyor ve herkesi eleştiriyor, Türkmeni arkasında Türkiye olduğu için ve bu toprakların bir asır önce Osmanlının yönetiminde olduğu için diğerlerini eleştiriyordu. Sonuçta kimse kimseyi beğenmiyordu. Herkes dedikodu yapıp, sosyal mediada küfürleşiyordu. Ve tabii herkes herkese sırtını döndü. Bir yandan da herkesin kendi içinde sorunları vardı. Ne Arabı, ne Türkü, ne Kürdü tek tip değildi zaten. Sonuçta herkes herkesten uzaklaştı, hatta düşman oldular. Herkes çok şey biliyordu. Herkes çok dürüsttü, en ahlaklı, en dindar, en namuslu kendini biliyordu. Şimdi durum değişti. Hepimiz Antep çöplüklerinde birleştik. Çöp toplarken artık kimse bu konuları konuşmuyor. Çöplüğe düştük. Çöplükte birleşmeyi öğrendik”..
Tecrübe konuşuyor. Bizden öncekilerin başına gelenler, bizim için ders olmalı. “Tarih tekerrürden ibaret diyorlar / İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi”.. Ediyor işte. Çünkü ibret almıyoruz.
Suriyelilerin başına gelenlerin bizim de başımıza gelmemesi için aklımızı başımıza almamız gerekiyor. Ama dini, siyasi, ideolojik tartışmaların muhtevası, üslubu inanın insanı utandırıyor. Hani gavli leyyin diye bir şey vardı. Güzel söz ve hikmetle Hakkı söyleyecektik. Hani Taif’e giden Peygamber gibi olacaktık. Hani, o birileri ile tartışmayacak ve onlardan uzaklaşacaktık. Yalan söylemeyecek, dedikodu yapmayacak, iftira etmeyecek, alaya almayacak, küfretmeyecektik.
İmam ne yaparsa cemaat ne yapmaz ki! Siyaset, Media, hatta kanaat önderleri çok kötü örnek oluyor.
Hani “El emin” olacaktık.
Düşünüyorum da, komşuluk, akrabalık ilişkileri yerle bir edildi. Ne kederler paylaşılıyor, ne de mutluluklar. Oysa yarın deprem olsa ne olur? Ya da bir kaos ortamı. Sanki herkes birbirinin boğazına sarılacak.
Eleştirelim ama, bu olanlar eleştiri değil. Eleştiri sert olabilir. Ama hakaret içermemeli. Yalan içermemeli. Karşısındakini eleştirirken kendi aynı konuda sabıkalı ise bu dürüstlük değildir. “O zaman laf ile aleme nizam vermeye kalkanların evlerinde bin günahları gizlidir. Başkalarına meydan okurken aslında kendi günahlarını gizleme çabası içine girmişlerdir demek ki. Siyasetin gayesi bizde “Maslahattır”. Yani “sulh etmek”dir. İnsanın aklı ile vijdanını barıştıracağız ki, insan insanla barışsın, insan insanla barışsın ki, insan tabiatla barışsın. Bakın adalet olmadan barış teslimiyettir. Adalet yoksa barış olmaz. Adalet ve barış yoksa hiçbir hürriyet güvende olmaz. Adalet mülkün temelidir. İstişare ve şûra, ehliyet ve liyakat yoksa orada adaletten söz edilemez. Adalet yoksa zulm vardır ve zulm ile de abad olunmaz. Allah cahil ve zalim bir topluluğa da yardım etmez. Onların üstüne pislik yağdırır ve onların işlerini sarp dağlara sardırır.
Şu bencillikten bir kurtulabilsek. “Nefs-i emmare”nin oyunudur bu oyun! “Ben üstünüm”. İlk haram bu üstünlük iddiasına dayalı bencillik ve ırkçılıktır. “Benim dinim” değil, “Allah’ın dini”.. Benim mezhebim, benim tarikatım, benim ırkım, benim ideolojim, benim partim değil.. Siyonistler, kapitalistler, faşistler, komünistler hep kendilerini kutsarlar. Üstünlük iddiasında bulunurlar. Kimi ırkını yüceltir, kimi sınıfını, kimi cinsiyeti.. Üstün olan yalnız Hak’dır.
Şimdi İstanbul sözleşmesinden sonra bir de Hayvan Hakları yasası hazırlanıyormuş. Hak Allah’a ait bir sıfattır. Hakka tapanlar, o hak nerede tecelli ederse ondan yana olurlar. Kadın hakkı, erkek hakkı, işçi hakkı, hayvan hakkı olmaz. Bu yeni yasa İstanbul sözleşmesi ya da CEDAW gibi, özellikle de kurban konusunda abuk-subuk tartışmalara konu edilmez inşallah. Bakın buradan yola çıkıp sünnet/hıtanı bile tartışma konusu yapabilirler.
Gelin; Hak Özgürlükler ve Sorumluluklar yasası yapalım. Bizim geleneğimizde iyi tanımlanmaz önce, “Yanlış tanımlanır” gerisi mübah alandır. Zulmü tanımlayalım bitsin. Ama önce Hakkı tanımlayalım.
Ama bakın, Hak kayıtsız ve şartsız üstün bir değerdir. Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa o ülkede özgürlükler o kadar azdır. Yasa ile düzenlenen her alanda kural koyma yetkisi siyasetçilere, uygulama yetkisi bürokrasiye devredilir. Bu “yasacılık” aslında hukuka uygun değil. Hukuka uygun olmayan yasa da suç aletidir.
“Sütten ağzı yanan ayranı üfleyerek içer” derler ya, bizim de İstanbul sözleşmesi ve CEDAW’dan ağzımız yandığı için, “Hayvan hakları” deyince, Hak kavramı “Kadın” konusunda bu kadar dejenere edilip içi boşaltılınca, insan tedirgin oluyor. Bir de deniyor ki, bu yasa da İstanbul sözleşmesi gibi “oy birliği ile“ çıkacakmış. Aman ha! Selâm ve dua ile.