"Süren kim?" oyunu ve, kontrol edemediğin güç, senin değildir

Selâhaddin Çakırgil

Çocukluğumuzda, köylerde, -şimdiki çocuklar gibi bilgisayar oyunları bilmediğimizden, "Süren Kim?" oyunu oynardık..

Bir çocuğun gözleri bağlanır, diğerlerinden birisi, onu, arkasından sağa sola yeder/ yönlendirir, bazan suya batar, taşlara toslar, düşer ve, kendisini arkadan yönlendirenin kim olduğunu bilemediği sürece, oyun bu şekilde devam eder; bildiğinde ise, bilinen çocuğun gözleri bağlanırdı..

Tabiatiyle, oyuna katılan çocuklar ne kadar çok olursa, "sürenin kim olduğu"nu belirlemek de o kadar zor olurdu..

Bütün dünyada da öyle ya, hele Ortadoğu müslüman coğrafyasında ve hele de ülkemizde bugün cereyan hadiselerin arka planını görebilmek için de, "süren kim" oyununa gözleri bağlı olarak katılan çocuğun, el yordamıyla ve tahminî olarak bazı iddialarda bulunmasında bir isabet olduğunda, bozulabiliyor, oyun..

Şimdi bunlardan bir kaç örnek verelim..

*

Daha önce, Güneydoğu"da özellikle 1990"lardan itibaren varlığı bilinen, ama Genelkurmay"ca resmen hep yalanlanan JİTEM"in kurucularından birisi olarak isminden söz edilen ve de PKK"yla kanlı bir hesablaşmanın içinde yer al(dırıl)dığı iddia olunan bir "cemaat"le ilgili olarak yaptığı "itiraf"larına medyada geniş yer verilen ve "hastayım, ölürsem, bazı konular karanlıkta kalacaktır, beni savcılar çağırsınlar da ifademi alsınlar.." diyen ve "Ergenekon" dâvasının tutuksuz sanığı em. alb. Ârif Doğan, 17 Ocak günü yapılan duruşmada, "JİTEM benim. JİTEM benimle vardır. JİTEM kadrolu bir kuruluş değildir, geçici süre için kurulmuş operatif istihbarat birliğidir.." diye konuşarak, ilginç açıklamalarda bulundu.

İddianamede hakkındaki suçlamalar okunan Ârif Doğan, "vatan haini olmadığını, 21 yıl dağlarda PKK ile mücadele ettiğini"  belirterek, "Beni Sedat Peker ve Veli Küçük paşam ile irtibatlandırmışlar. Ben istihbaratçıyım. Herkes ile görüşürüm. Her konuştuğum suçlu mu demek? Benim görevim suçlularla irtibata geçmek. Sedat Peker ile generaller ve devletin bakanları da görüşüyordu.. Ben aptal değilim. 21 yıl dağlarda yaşadım. Hayvanlaşmadım. İnsanları yaşatmaya çalıştım.. Ben öyle ölümler gördüm ki bu suçlamalar az kalır.." diyordu.. 

"Annesinin de kürd olduğunu ve kürdçeyi çok iyi bilen bir subay olduğunu"  belirten Doğan, "Hayatı boyunca kimsenin öldürülmesi için emir vermediğini ve öldürmediğini, JİTEM"in olmaması halinde ölen asker sayısının 80 bine ulaşacağını" iddia ediyor ve şunları söylüyordu:

"JİTEM benim ve JİTEM benimle vardır. Diyeceksiniz ki Ârif Doğan, devletin içerisinde devlet misin sen? Ben akıllı olduğum için, asker de kürd de öldürtmedim. (") JİTEM"İ sormuşsunuz, Genelkurmay ve Jandarma inkar ediyor.., Ben büyüğüme asla saygısızlık yapmam. Ben aşiret kültürü aldım. Avşarbey aşiretinden geliyorum. JİTEM kadrolu bir kuruluş değildir. Geçici bir süre için deneme amacıyla kurulan operatif bir birimdir. Yani Operasyon + İstihbarat anlamına gelir. "

Doğan, ifadesinde önce‚ "Ben kimseyi öldürmedim-öldürtmedim" demişken; daha sonra, JİTEM itirafçısı olarak isim yapan Abdulkadir Aygan'la ilgili olarak, "Biri çıkmış  'adamları öldürdük'  falan diyor. Böyle birşey olamaz. Abdulkadir Aygan'ı ben öldürttüm. Askeri, sivili, herkesi suçluyor. Kim bu adam ya? Bu adam ölü. Ölmüş insanı kullanıyor PKK, gayet güzel kullanıyor. Yalan söylüyor. İnanmazsanız getirin DNA testi yapın. Bu kişi Aygan değildir.. İsveç'te yaşıyormuş, DNA testi yapılsın, verilecek cezaya razıyım" diyor ve"JİTEM'in hepsi sivildir. Bir tek asker benim. 10 bin kişi vardır. Ama 20'den fazlası bir araya gelmez. PKK'nın ölüm bölgesine giren birimdir. Buradaki subaylara sorun, ölüm bölgesinin ne olduğunu bilmezler" diye devam ediyordu..

"JİTEM olmasaydı bugün 80 bin askerin ölmüş olacağını" belirterek, "JİTEM'i kurduğuma kuracağıma pişman ettiler. JİTEM'i lağvettik" diyen Doğan, kendisinde bulunan 2 kalaşnikof silahın da birinin kendisine aid olduğunu, diğerini de Korg. Hulusi Sayın'ın bir çarpışma sonucunda hediye olarak verdiğini söylüyordu..

Doğan, OHAL bölgesinde öğretmenler de dahil 10 bin tane tabanca dağıttığını belirterek, "Subayların her silahta yılda 150 tane mermi istihkakı olduğunu, kendisinin ise 3 silahı bulunduğunu belirterek, silahlardan birini Genelkurmay Başkanı"nın hediye ettiğini, birinin ise kendisinin olduğunu, diğerini de satın aldığını kaydediyor ve İstihbaratçı olduğu için üst düzey örgüt mensublarıyla irtibatlı olmasının normal olduğunu ve bir istihbarat sonucu 78 kelle aldığını,  Güneydoğu'da vazifeli olduğu dönemde Mesud Barzanî ve Celal Talebaniî'ye Meclis Başkanı ile görüşmelerinde tercümanlık yaptığını" da kaydediyordu..

JİTEM'in çok gizli bir kuruluş olmadığını dile getirerek, "JİTEM'in arşivi bende. Kimse bulamaz. Onlar kahraman gibi savaştılar. JİTEM'de 10 bin kişi vardı. İsimlerini söylesem, onları da mı yargılayacaksınız? Onlar 100 kişilik bir gruba 10 kişiyle gidiyorlardı. Tek bir asker, Türk halkı ölmesin diye ölüme gidiyorlardı." diyen ve JİTEM'in varlığını iki kuvvetin beyanından sonra açıkladığını dile getiren Alb. Doğan, "Hizbulkontra'yı da ben kurdum. Ben baş koymuşum, bu vatana hizmet etmişim. JİTEM'i kurdum da hata mı ettim?"  şeklinde konuşuyordu..

Mafia liderliği gibi karanlık ilişkilerin içinde olmakla suçlanan isimlerle ilişkisine de değinen Doğan, polis tutanaklarında Peker'e yönelik "Reis" dediğinin hatırlatılması üzerine, 'Patron'da derim, 'Reis' de derim, ne olmuş?" diye sert çıkıyordu. Başka bir görüşmesinin Şile'de bir astsubayın öldürülmesiyle ilgili olduğunu anlatan Doğan, "O adamın (S. Peker"in) çok önemli ve çok gizli hizmetleri olmuştur. Şimdi burada anlatamam onları.."  şeklinde konuşuyordu..

Kendisine aid olduğu ileri sürülen deponun, 20 yıllık olduğunu ve, "JİTEM'den ayrıldıktan sonra bu eşyaların orada kaldığını ancak içeriğini kimsenin bilmediğini, zabıtlar olmasaydı kendisinin de o depoda nelerin olduğunu bilmeyeceğini"  dile getiren Doğan, sözkonusu depoda kendisi, kızı ve eşinin eşyalarının da bulunduğunu söyleyince, Mahkeme Başkanı Şengün, kendisine "depoda bazı gizli ibareli belgeler bulunduğunu"  hatırlatıyor, o da, ele geçen belgelerin "kozmik (çok gizli) belge" olmadığını belirterek, "askerî konuları içeren bir belgenin bir askerde olmasının normal olduğunu"  savunuyordu...

*

"Cepanelikler tehlike arzettiğinden, imha edilmiştir.."(!!)

Bir diğer ilginç  tablo..

7 Ekim 2008 günü bir PKK saldırısına uğrayan ve 15 askerin hayatını kaybettiği Aktütün Karakolu"nda,  Jandarma Karargahı"nın hemen yanındaki hurda depoda, 19 Ekim 2010'da,  envanter dışı silah, mühimmat ve patlayıcı (8 adet kaleşnikof tüfek, 3 adet 7,92 mm. mauser, 1 adet roketatar, 2 adet kaleşnikof kasaturası, 26 adet kaleşnikof şarjörü, 65 adet kaleşnikof fişeği, 55 adet mausere ait fişek ve 273 adet dinamit lokumu) bulunduğu son günlerde medyaya yansıyınca,  Gen. Kur. Başkanlığı 17 Ocak 2011 yayınladığı bir bildiride,  "Soruşturma kapsamında, halen bahsi geçen silahların herhangi bir olayda kullanılıp kullanılmadığının araştırılması yapılmakta olup, soruşturma devam etmektedir'' derken, asıl şu cümle dikkat çekiciydi:

"Bulunan malzemeler muhafaza altına alınmış, ve 273 adet dinamit lokumu ise,  Askerî savcının talimatıyla, yapılan incelemeyi müteakip, tehlike arz etmesi nedeniyle imha edilmiştir.

Soruşturma kapsamında, halen bahsi geçen silahların herhangi bir olayda kullanılıp kullanılmadığının araştırılması yapılmakta olup, soruşturma devam etmektedir."

Sizin aklınız aldı mı, bu imha işini?

Dinamitlerin tehlike arzetmeyeni var mıdır?

Bu soru bile abes olduğuna göre, burada, bir delil karartması sözkonusu değil midir?

Ayrıca, "273 adet dinamit lokumunun tehlike arzetmesi dolayısiyle imha edildiği" şeklindeki saçma iddia, ne kadar gerçektir? Yoksa, başka yerlere mi intikal ettirilmiştir?  

Keza, patlayıcılar daima bir tehlike teşkil edeceklerine göre, bütün cepanelikler bir tehlike kaynağıdır.. O halde, askerî makamların bir raporuyla, bütün cepanelikler de imha edilmek noktasına gelebilir mi?

Böyle çocukça ve akıl dışı sorular sorulur mu demeyiniz..

Öyle açıklamalara karşı, bu gibi sualler bile mâsumdur..

Daha önemlisi ise..

Yarınlarda, askerî savcılığın karar ve talimatı gereğince, imha edilmiştir denilecek ve nice araştırma ve soruşturmaların önü kesilmiş olmayacak mıdır?

Mesela bir küçük haber:

17 Ocak 2011 tarihli Taraf"ta, yayınlanan bir haber-yorumda, "Ergenekon Soruşturması"nda bilirkişi olarak atanan bir binbaşının Balyoz Davası kapsamında geçenlerde Gölcük"te, gizli biri mahzenden  ele geçirilen darbe planları vs. belgelerden sonra "casusluk" suçlamasıyla tutuklandığı; dahası, Ergenekon Soruşturması"na bakan bir bir askerî savcının da Balyoz Dâvası"nda "şüpheli" olduğu açıklanıyordu.. Böyle bir bilirkişiliğin veya savcılığın nasıl işletilmiş olabileceğini kavramak çok zor olmasa gerek..

Sözkonusu haber-yorumda, 15 Aralık 2008 tarihinde F.A. isimli bir şahsın, İstanbul C. Başsavcılığı"na bir ihbar mektubu yazarak Ahmet Şafak Serpin isimli astsubayın Ergenekon örgütüyle ilişkisi olduğunu iddia edip şahsın açık adresini verdiğine;  bunun üzerine yapılan aramalarda gizlilik dereceli evraklarla, bir ucu Ergenekon"a ulaşan fuhuş soruşturmasının ipuçlarını barındıran belgeler ve bilgisayar dokümanlarının ele geçirildiğine; bu belge ve dokümanlar arasında ele geçirilen bir CD içerisinde de "Bazı üst düzey askerî şahısların özel hayatına ilişkin gizli bilgi ve resimlerin bulunduğu tesbitinın yapılıdığı ve gereği için konunun askerî birimlere iletildiğine dair bilgiler veriliyor.. Bunun üzerine, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Askerî Savcılığı aramalardan çıkan dokümanlar ve belgelerle ilgili soruşturma başlatıyor.

Soruşturmayı açan, Askerî Savcı C. Eryüksel" imiş..

Ama, işin asıl tuhaf tarafı şu ki: Ergenekon soruşturması kapsamında evi aranmaya başlanan şüpheli Ahmet Şafak Serpin"in "Ne yapmalıyım?" diye aradığı, yardım istediği ilk kişi de, daha sonra kendisinin soruşturmasına bakan Askerî Savcı da yine C.  Eryüksel!.

Hani, kendi koydukları mayınlara basan 6 askerin öldüğünü üzülerek bildiren bir generale, bir üst general, geçen yıl, "Üzülme, olur böyle şeyler.. Raporu ona göre düzenletiriz.." dememiş miydi?

Yani, karmakarışık, içiçe geçmiş oyunlar, entrikalar..

"Kadı ola davacı, muhbir dahi şâhid...

Ol mahkemenin adl olur mu, kararında?"

Başta TSK olmak üzere, kemalist-laik rejimin böyle nice hadiselerin üstünü örttüğü, delilleri yok ettiği, çarpıttığı ve dilediği kimseleri kurban olarak kullandığı iddiası, yeni bir şey değildir..

Kontrol edemediğin güç, senin gücün değildir..

Ve hatırlayalım ki, 80 küsur yıl sonra, bu kontrol çabaları, daha yeni yeni sergilenmeye çalışılıyor..

Yetinmemeli, evet, ama, bugün gelinen noktayı da küçümsememeli..

*

PKK, Gülen Hareketi ve Hizbullah denilen grup..

16 Ocak 2011  günü, BBC"nin türkçe servisinde yayınlanan bir uzuuun yorumda, Türkiye"deki illegal silahlı örgütler konusunu yakından inceleyen güvenlik uzmanı olarak nitelenen Gareth Jenkins'in görüşlerine yer verildi..

Jenkins"e göre, Türkiye"de Hizbullahçılar olarak isimlendirilen hareket, kabuk değiştirecek, Said Nursî'yi sembol olarak kullanıp, "kürd kavmiyetçiliği" yapacak ve Gülen Hareketi"ni baltalamaya çalışacak imiş..

(Geçtiğimiz günlerde) Önde gelen liderleri cezaevinden, -bir çok katlleri itiraf etmelerine rağmen, haklarındaki hüküm kesinleşmediği ve tutuklu sayıldıkları ve tutukluluk süreleri de 10 yılı doldurduğu gerekçesiyle- şartlı tahliye olunan ve ortadan kaybolan sözkonusu örgüt, 1990'lardaki yalnızca İslamcı söyleminin aksine, yeni dönemde, "kürt kavmiyetçiliği"ni sahiblenen bir örgüt olarak ortaya çıkacakmış Jenkins"e göre..

Hatırlanacağı üzere, PKK lideri Öcalan, sözkonusu örgütün liderlerinin serbest bırakılmasının tesadüf olmadığını, 'Kürd HAMAS"ı oluşturulmaya çalışıldığını" iddia etmişti, geçtiğimiz hafta..

Jenkins de, Hizbullahcılar diye isimlendirilen grubun, "söylemlerine bir yandan kürd kavmiyetçiliğini dâhil ederken, bir yandan da Kürd bölgesine İslam dünyasında yeni bir rol vermek istiyorlar, Kürdistan"ın İslam"ın gelişiminde oynadığı rolü öne çıkarıyorlar. Bence, devletin perspektifinden baktığımızda bu, örgütü daha da tehlikeli kılıyor. Çünkü, kürt kavmiyetçiliği ve İslam"ı birleştirmeyi deniyor. Devlet şimdiye kadar ya birini ya da ötekini öne çıkaran örgütlerle mücadele etmişti. Hizbullah her iki siyaseti de aynı anda öne sürüyor." diyor..

Jenkins, "Türkiye"nin Güneydoğu"sunda şu an üçlü bir mücadele yürüyor PKK, Hizbullah ve Gülen Hareketi arasında.. (") PKK, Gülen Hareketi"yle mücadele halindeyken, şimdi de Hizbullah"la da mücadele etmek zorunda.." diyor ve bu durumda, "BDP'liler gibi laik kürd politikacılarla Gülen Hareketi arasında bir çeşit ittifak söz konusu olabileceği"nden sözediyor ve "önümüzdeki seçimlerde, kendilerini bağımsız adaylar yoluyla ortaya koyabileceklerini" ileri sürüyor.. 

Bir 'PKK-Hizbullah çatışmasının devlete ve Gülen Hareketi"ne yarayabileceğini" de söyleyen Jenkins, "Uzun yıllardır savaşıyorlar ve şiddetle muhtemelen daha fazla bir şey elde edemeyeceklerini biliyorlar" dediği PKK"nın şehirlerde çatışma yürütmek için, Hizbullah kadar güçlü bir ağ"a da sahib olmadığını, Hizbullah"ın kentlerdeki askeri kanadı ve hücre ağının, PKK"nınkinden çok daha etkin işleyebilen bir sisteme sahib olduğunu, PKK ile dağlarda çatışmayı denemediği sürece Hizbullah"ın avantajlı konumda bulunacağını" da belirtiyor.. 

"Biz yeniden çatışmaya girmek istemiyoruz" diyenin hep PKK olduğunu da belirten Jenkins"i, Öcalan"ın son zamanlardaki bir adım ileri, iki adım geri siyasetini andıran mesajları da doğruluyor denilebilir.. Çünkü, hem tehdid ediyor ve hem de barış"a birlikte hizmet edilebileceğinden dem vuruyor..

Tabiatiyle, bu değerlendirmeler hemen yanlışlanamıyacağı gibi, bütünüyle doğru gibi de kabul edilemez.. Ama, ilginç olan şu ki, Hizbullah diye isimlendirilen grubun avukatı olan Sıtkı Zilan"ın son günlerde, televizyon kanallarında yaptığı ilginç açıklama ve iddialar da temelde bu tesbitlerden çok farklı değil..

Zilan, açık açık, "Hizbullah cinayet işlemiştir, PKK cinayet işlemiştir, devlet cinayet işlemiştir.." diyor ve bu durumun, o şartlarda tabiî olduğunu da anlatmaya çaba harcıyordu..

Ayrıca, Zilan, sözlerinin sözkonusu grubun -örgütün avukatı olarak ele alınmamasını, kendisinin ve aşiretinin 1925"den beri taraf olduğunu; devletin kendilerinin bir kürdî yüzüne, bir İslamî yüzüne vurduğunu belirtiyor ve artık kürdün kürdü öldürmeyeceğinden ısrarla sözediyor ve CNNTürk"deki proğrama katılan BDP m. vekili Sırrı Sakık"ı dirayetli bir siyasetçi olarak övüp, ona "kardeşim" diye hitab ediyor ve Sakık da, mütekabilen,  Zilan"a "kardeşim" diyor ve "kürd halkının İslam"a bağlılığının derinliği"ne vurgu yapıyor ve o da "kürdün kürdle savaşmıyacağını"nı tekrarlıyordu; tipik bir kürdçü kavmiyetçilik sergileyerek..

Bu gibi "kürdçü veya türkçü kavmiyetçi söylemleri, bir yanlışa karşı mukabil bir yanlışa tutunmayı kaçınılmaz zannedenler, müslüman halkımızı tahrik edebilecekler midir, sahi? 

Bu yaklaşımın, Anadolu"nun öteki kesimlerinde de, "türk"ün türkle savaşmaması, ve amma, başka etnisitelerden olanlarla savaşabileceği" gibi bir mütekabil kavmiyetçi anlayışı körüklemeye yardımcı olabileceği ve bunun da, Türkiye"deki  ulusalcılarla, türkçü kavmiyetçilerin dayanışma çağrıları yapmalarına zemin hazırlayabileceği unutulmamalıdır..

Sakık, ayrıca, sözkonusu grubun, geçmişte yaptıklarından dolayı kürd halkından özür dilemesi halinde, geçmişin yok sayılacağını dile getiriyordu; sanki PKK yaptıklarından dolayı özür dilemiş gibi.. (Öcalan da, bu grubun, özeleştiri vermeleri halinde,  geçmişin üzerinin örtülebileceğini belirtiyordu, geçen hafta.. Özeleştiri vermenin, PKK ve diğer bütün marksist örgütlerdeki mahiyeti de bilinmektedir.. Öcalan"ın özeleştiri verip vermediği hususunda ise, bazı eski PKK"lılar, onun yakalanıp TC"ye teslim edildiği daha ilk gün, hizmete hazır olduğunu belirterek bu özeleştirinin en verimli örneğini başlattığını belirtmekten kendilerini alamıyorlar..)

Gerçekten de, daha yakın zamana kadar PKK"lılar için, "kafir" diyen çevrelerin avukatı olan bu kişi, avukatlığın ötesinde, şimdi, hem de bazı İslamî argümanları da dikkatle kullanarak yaptığı canlı yayın konuşmalarında ve tartışmalarında, o grupla ne kadar ilgilendirilebilir, bilmiyoruz; ama, son tahliyeler dolayısiyle ortaya çıkan fırsatı iyi değerlendiriyor ve Jenkins"in yorumunun yayınlanmasından birkaç gün önce, benzer açıklamaları dile getiriyordu.. 

İlginç olan ise, Zilan her ne kadar, avukatı olduğu grubun seçimlere bağımsız adaylarla katılıp katılmayacağı hususunda kesin bir bilgi sahibi olmadığını belirtse bile, BDP"lilerin,  Hizbullah dediği grubun, seçimlere, tıpkı BDP"liler gibi bağımsız adaylarla katılması halinde, bazı adaylarını ve hattâ yeni tahliye edilen sanık mensublarını bile seçtirebileceklerini, ama, BDP için bir tehlike teşkil edemiyeceklerini, onların ancak AK Parti"den oy kopartabileceklerini belirtiyorlardı..

Yani, TC. Kürdistanı"nda daha bir ilginç olan bir seçim sath-ı mailine girilmiş bulunuyor..

Bütün bu gelişmeler içinde, hele de bu hassas dönemde, herbirimize düşen, aklımızı mutlak doğru olduğuna inandığımız inanç ölçülerinin emrine vererek ve fitne ve kandan beslenmeye umut bağlamadan müslüman insanın sorumluluğuyla nu hareket etmek ve "süren kim?" oyununun arka planında olanların oyunlarını bozmak olmalıdır..

 

haksöz