Suriye bizim gözaydınlığımız olsun!

Abdurrahman Dilipak

İnşallah bir kaza bela olmazsa, Bahara doğru yeni bir Suriye doğacak. Bu konuda asıl sorumluluk büyük ölçüde, Suriye Diasporasına ve Türkiye’ye düşecek. Hükümetin yapması gereken şeyler var, sivillerin yapması gereken şeyler var.

İran ve Türk dünyasına giden iş adamları tecrübesi, doğrusu ve yanlışı ile hem bizim için, hem Suriye halkı ve yönetimi için ders olmalı.

Suriye halkı ve yönetimine de bu anlamda büyük sorumluluklar düşüyor. Türkiye’den bir hocaefendi’nin ya da politikacının selamı ile gelen birilerine hemen kapıları sonuna kadar açmayın. Türkiye ile Suriye arasında eskiden beri siyasilerin de içinde oldukları kaçakçılık şebekesi var. Ve tabii bir de Mafyöz ilişkiler. Bunların terör örgütleri de bağlantıları da var.. Türkiye’den gidip Suriye’de kriminal işler yapacak birileri de vardır. SİAD diye de gelebilirler, İnsani Yardım örgütü şapkası ile de gelirler. Bu anlamda diğer Arap Ülkeleri ve İslam ülkelerinden gelecek olanlara da dikkat edelim, tabii batıdan gelecek olanlara da. MOSSAD elemanları, her ülkenin pasaportunu kullanarak gelirler. Türkiye’yi mesken edinen CHABAT ve AGARTHA cemiyeti, Mason bir takım örgütler, kapıyı kapatsanız, bacadan girmeye çalışacaklardır.

Bu anlamda hem Türkiye’nin ve hem de Suriye’nin çok dikkatli olması gerekir.

Türkiye ile Suriye arasında doğru bir ilişki, her iki ülkenin de hayrına olur. Irakla olduğu gibi kayıt dışı ilişkiler, siyasi pazarlıklarla yapılan ticari pazarlıklar faydadan çok zarar verir her iki tarafa da.

Suriye’de Türk, Arap, Kürt, ortak çalışan Mafia elemanlarının da var olduğu söyleniyor. Kayıp çocuklar, organ mafyası, uyuşturucu baronları, silah kaçakçılığı, tarihi eser kaçakçılığı ne ararsan var bunlarda. Bunlardan bir kısmı da sureti haktan gözükerek dini ve siyasi ilişkiler üzerinden saygın bir takıp kişi ve kuruluşların içinde kendini gizleyebiliyorlar. Bu ilişkiler iç savaş süresi içinde de bir şekilde devam etti. Bu karanlık örgütlerin yurtdışı ile Ermeni ve Süryani unsurlar üzerinden bağları da var. Bu dönemde Müslüman tanınan bir çok Musevi de yeni dönemde cömert tekliflerle gelebilirler.

Fuhuş, Kumar, Alkol ve Uyuşturucu, Kumar konusunda doğrudan kullanıcıları değil, bunun mafyası ve pazarlamasını yapanlar hedef alınmalı. Kullanıcılar tedrici şekilde rehablite edilmelidir. Buraya kapı aralayan bir takım bar, pavyon, Tatto-Piercing, disko gibi, turizm maskeli fuhuş’un baştan önü alınmalıdır. Fuhuş ve Uyuşturucu ile mücadelede, hedef ve yöntem ciddi olarak gözden geçirilmelidir.

Ülke ekonomisi için olduğu kadar, “uyuşturucu’dan kaçış” için Kenevir ekiminin kontrollü olarak ekimi ve işletmesi önemlidir diye düşünüyorum. Sentetik uyuşturucu her yerde, her zaman olacak. Tiner, aseton da uyuşturucu olabilir. Bunların kriminal risk katsayısı çok yüksektir, tedavisi de o ölçüde zordur. Oysa esrar psikolojik bağımlılık yapar, biyolojik risk oluşturmadığı gibi kriminal risk katsayısı düşük ve tedavisi çok daha kolaydır.

Sanırım, SURİYE’de ŞAM, HALEB, AZEZ; TÜRKİYE’de İSTANBUL, ANKARA ANTEP KİLİS hattında, belli kesimlerin etkisi ve gölgesinde kalmayacak bağımsız danışmanlık, hakem ve koordinatörlükler ihdas edilmesi gerekir. Bu merkezler Türkiye ve Suriye arasında karşılıklı ortak yatırımlar ve bu iki ülkenin 3. Ülkelerle olan ticaret ve yatırımlarında danışmanlık hizmeti vereceği gibi, iki ülke arasında firmalar, STK’lar, (Vakıf, Dernek, Oda, Baro, Birlik, Koop., Sendika, Meslek örgütleri) Üniversiteler, yerel yönetimler, Media arasında işbirliği ortak çalışma konularında danışmanlık yapabilir. Karşılıklı nitelikli Turlar düzenlenebilir. Rehberlik ve eğitim projeleri hazırlanabilir.

Yine Ankara ve Şam’da Karşılıklı ortak çalışmalar yapacak Lobi kuruluşlarına ihtiyaç var. Suriye’den Türkiye’ye, Türkiye’den Suriye’ye, basın, politikacı, iş adamları, STK’lar, hanımlar özel turlar düzenlemeli.

Kardeş Belediyeler’le, Parlamentolararası Dostluk cemiyetleri oluşturulmalıdır. Bu konuda herkes düşündüklerini yazmalı, Yeni yönetim de, bu öğüt, uyarı, tecrübe ve talepleri dikkate alarak cevaplamalıdır. Belki bu maksatla değişik ülkelerde ve Suriye’de ortak akıl arama toplantıları yapılmalıdır. Bu konuda dünyadaki uzman kişilerden destek alınmalıdır. Bu yapılırken İslam ülkelerindeki ve dünyadaki hastalık sebebi düzenlemeler, hastalıklı kişi ve kuruluşlardan, topluluklardan uzak durulmalıdır. Uluslararası sistemin tehdit ve tavsiyeleri, yardım vaatleri konusunda da dikkatli davranılmalıdır.

Aslında Suriye’deki başarılar bugünkü Irak ve Lübnan, Filistin için ve gelecekte ihtiyaç duyulacak ülkeler için, mesela Libya, Yemen gibi ülkeler içinde model olabilir. Çad, Somali, bu konuda birçok ülke var model olunabilecek. Suriye halkının katlanmak zorunda olduğu güçlükler ve süreçte elde edilecek başarılar, kendilerinden sonrakiler için baht kaynağı olmalı.

Bahar’a doğru belki, Arap Ülkeleri ve İslam ülkelerinden Şam ve Suriye’de, G20, Davos benzeri etkinlikler, Fuarlar, Sanatsal sunumlar, turistik turlar, ziyaretler düzenlenebilir.. O ülkelerin basın, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasının vd. katılımı yanında gelen ülkelerin Fuar ve sergileri açılmalı. Bu forumla ilgili davetiye bir kitapçık şeklinde olmalı, Suriye’nin TEOPOLİTİK önemi, JEOPOLİTİK, STRATEJİK, TARİHİ ve MİTOLOJİSİ özet olarak anlatılmalıdır.

Slogan, Hz. Adem’e atıfla, “Herkes Biraz Şam’lıdır.. Ata yurduna hoş geldiniz.” Burada evrensel bir çağrı için ortak bir bildiri yayınlanmalı ve bu anlamda Şam’da. Bir merkez kurulmalıdır. “Ademoğullarına“ diye başlayan, Biraz Hılful Fudul, biraz Medine sözleşmesi, biraz Kudüs beyannamesinden ilham alan “Evrensel barış için Şam Beyannamesi” yayınlanmalıdır. “BİZ İNSANIZ! Diye devam etmelidir.” Bu bildiri Şam merkezindeki Kasiyun dağında okunmalı ve Emevi Camii’nde ise toplu namaz kılınıp dua edilmelidir.

İnşallah birçok İslam ülkesi, bizim ülkemizdeki devlet, siyasi partiler, yerel yönetimler, Üniversiteler, meslek odaları, Diyanet, basınımız hemen herkes biz bu komşularımız için ne yapabiliriz diye düşünmelidir. Ben sadece aklıma gelenleri yazdım, elbette çok çok daha kapsamlı uzun soluklu çalışmalara ihtiyacımız var. Sadece İnsani yardım ve vicdan’la çözülecek bir konu değil, aklımızı ve yüreğimizi ortaya koymalıyız.

Bilad-ı Şam’ın bir yanı Kudüs’tür, Gazze’dir, Filistin’dir, bir yanı Türkiye. Bu toprakların savunması Çanakkale’den başlıyordu. İstanbul’un savunması da Gazze’den, Filistin’den, Bilad-ı Şam’dan başlar.

Belki Şam hükümetinin Maarif alanında ilk yapacağı işlerden biri Uluslararası, uzaktan eğitim temelli bir Aramice dil eğitim Mektebi olmalıdır. Batıda Latince neyse, Doğuda Aramice odur. Aramice Latinceden daha eski, etki alanı olarak daha yaygın ve daha güçlüdür. En azından dini metinlerden olan 4 kitabın da kök dili Aramice’dir.

Ben baba tarafından Maraşlıyım. Benim babam doğduğunda bizim nüfus kayırlarımız Haleb’deydi. Biz tek devlettik ve bölgenin eyalet merkezi Haleb’di.

Suriye denilen yerin sınırlarını İngiliz’ler ve Fransız’lar çizdi. Burada kurulan İsrail devleti benden bir yaş daha yaşlı. Benim ilk nüfus kaydıma göre ben İsrail’den bir yaş daha yaşlıyım. Aslında, Türk, Kürd, Arab tartışması yapıyorlar da aslında sınırın bu tarafında kim varsa, öte tarafında aynısı var.

Kaldı ki, biz hepimiz Hz. Adem’in çocukları değil miyiz? Sanki kavmiyetçilik, ırkçılık davası güdenler, doğdukları toprağı, zamanı, ana babayı kendileri seçtiler. Irkçılık ilk günah, ilk haram, ilk laneti hak eden iddiadır. “Fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”. Hz. Nuh’un çocukları değil miyiz? Bugünkü kavga neyin nesi, onu önümüzdeki günlerde yazacağım.

Suriye güzel örnek olsun da, İslam ümmetinin göz aydınlığı olsun inşallah. Elbette içlerinde her çeşit insan vardır. Şeytan bütün esbab-ı cefasın toplayıp gelecektir. İnşallah Allah’ın yardımı ile bu engeller aşılır. Allah’ın (cc) kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir şey yoktur. Yeter ki biz cahillerden, zalimlerden olmayalım. “Allah’ın ipi”ne tutunalım, Allah (cc)nin rızasının tecellisinin vesilesi olalım. Akıllı, dürüst, cesur, sabırlı, merhametli olalım inşallah. Selam ve dua ile.