Suriye’de 8’inci yılını geride bırakan korkunç bir ‘kaos’ durumu devam ediyor ve geleceğinin nasıl olacağı üzerinde, beşer idraki açısından kesin bir çözüm yolu henüz gözükmüyor.
Bu buhran sırasında öldürülen ve çoğu sivil olan Suriyelilerin sayısı 750 binden fazla.. 4 milyona yakın bir bölümü Türkiye’de olmak üzere, 8 milyon insan, yani nüfusun üçte biri başka ülkelere sığındı. Yüzyıl öncesine kadar- 400 yıl vatandaşımız olan, birlikte ve ayrılmaz sanılan bir içiçelik halinde yaşamış bir halkın bu acı kaderi karşısında, yeni sığınmacı dalgalarının da geleceği ihtimali, Suriye Buhranı’nı Türkiye iç siyasetinde gündemin liste başına daha bir getiriyor.
***
HDP, bu konuda daha temkinli.. Sınırın bu tarafı gibi, öbür tarafında da kürd halkı olduğundan..
MHP de fazla bir itiraz yükseltmiyor.. Üstelik, gelenlerin azımsanmayacak bir kesimi de türkmenlerden oluşuyor.
İP ise, içinde en müfrit ırkçı söylemlerle ortaya çıkan S. Ogan ve Ü. Özdağ gibi m.vekili sıfatı da taşıyan isimler ve de bu partinin hanım lideri, Suriye’den bu ülkeye gelenler karşısında acımasız laflar etmekte CHP liderinden geri kalmıyor. Halbuki, kendisi de 100 yıl öncelerde Balkanlar’dan gelen bir ailenin çocuğu..
***
CHP lideri ise, tam bir felâket.. Şimdilerde söylemini biraz yumuşatıp, ’Suriye’liler ne yapsınlar, ateşten korunmak için buraya sığınmışlar.. Onlara kızmayın, onları buraya getiren kim ise, ona kızın!.’ diyor ve aklınca Erdoğan’ı suçluyor. Halbuki, henüz Suriye rejimiyle ipler kopmadan ve Türkiye, B. Esed’e nasihat ederken, yüzbinler ülkemize gelmeye başlamıştı ve Esed de, ‘Halkım, tehlike karşısında dost bir halkın, komşularının yanına gidiyor, bu tabiîdir.’ diyordu.
***
CHP 26-27 Eylûl günü, bir -sözde- ‘Uluslararası Suriye Konferansı’ tertipledi. Kılıçdaroğlu, yine eski laflarını tekrarladı. Ama, bu kez, en azından Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlamak için Suriye’de sürdürdüğü çabaları desteklediklerini açıklamak noktasına geldi; Türkiye’nin ‘Şam Yönetimiyle irtibat kurması gerektiği’ gibi laflar etmeyi de ihmal etmeyerek..
***
Son zamanlarda; özellikle de Davudoğlu’nun bir ‘muhalif figür’ olarak ortaya çıkmasından sonra.. ‘Suriye’yi başımıza Davudoğlu belâ etti..’ gibi laflar eden ve‘İslâm kardeşliği’ne zehir dökmek isteyenlerin ağzıyla konuşmaya başlayanlar daha bir yüreklendi gibi..
Bu satırların sahibi, taa başından beri, Suriye Buhranı’nı, başta emperyalisler olmak üzere, birçok devletin güç sergileme konusu olarak gördüğünü yazmıştır ve yine de aynı görüştedir.
Türkiye de, Suriye’yle en üst derecede ilgili olması gereken ülkelerin başında gelir. Sadece 910 km.lik ortak sınır açısından bile bu böyledir.
Ama, Davudoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde takip olunan siyaset de tek başına kendisinin değil, devletin siyasetiydi. Takib olunan siyaset, son derece temkinli idi ve ilk 5 yıl, askerî olarak tamamen dışarıda kalınmıştır.
***
Tekrarlayalım, bütün Ortadoğu’da son 100 yıldır olduğu gibi, Suriye konusunda da aslî oyuncular emperial güçlerdir. Ayrıca, mahallî güçlerden birisi olan İran da aktif olarak Suriye sahnesindedir ve İran liderleri, ‘İran desteği olmasaydı, Beşşar Esed rejimi ilk anda çökerdi’ demekten kaçınmıyorlar. Türkiye de İran, Rusya ve Amerika’yı karşısına almadan hareket etmeye çalışmakta.. Ve Suriye rejimini de bugün Rusya yönetmektedir. Amerika da orada bir ayrı devlet daha oluşturmak istemekte, bütün bölge rejimlerini ve kavimlerini birbirleriyle boğuşturmayı planlamakta.. Taa ki, İsrail rejiminin başı hiç ağrımasın!.
Ve, emperyalist- şeytanî güçler her an yeni oyunlar kurmaktalar..
***
O halde bu kadar karmaşık ve çetrefilli bir buhranı sadece Türkiye’nin halledebileceğini sanmak çok iddialı ve hattâ safdillik olur, Kılıçdaroğlu ey ve onun gibi düşünenler..