Önce şu tespiti gözönünde bulunduralım..
Eskiden, ‘tam bağımsızlık’tan söz edilirdi, heyecanla..
Halbuki, bu arzu, geçmişte de masaldı, ama, hele de günümüzde daha bir masal ve hayal.. Bugün, tam bağımsız ülkeye en mükemmel örnek, İsviçre’dir.
Ama, o da tam bağımsızlık ne kelime, en baştan bağımlıdır.
Çünkü, uluslararası hukukun kaynaklarından birisi olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler kararları gereğince, İsviçre, uluslararası hiç bir ihtilafta, BM’de oy sahibi olmamak, görüş belirtmemek karşılığı olarak, BM üyesi bütün ülkeler de İsviçre’ye saldırmamak taahhüdünde bulunmuştur. Yani, her açıdan, taa baştan bağımlılık..
***
Bu durumda en zorba emperyalist ülkeler bile, en azından zâhiren, uluslararası hukuk ve diplomasi kurallarına uygun hareket etmek zorundalar..
***
Son yıllar dünyasının en büyük krizine dönüşen Suriye Buhranı, birçok ülke için bir askerî güç ya da diplomatik manevra kabiliyeti gösterisine dönüştü.
Emperyalist güçlerin, özellikle de müslüman coğrafyalarında yeni ve bitmeyen savaşları tezgahlamak istediği ve bu arada bölge ülkelerini birbirine düşman etmeye yönelik entrikalar peşinde olduğu da açık..
Bunların başında da, bölgenin ekonomik ve askerî açıdan etkin ülkeleri olan Türkiye, İran Suûd veya çeşitli arab rejimlerini birbirleriyle ve de türk, arab, fars veya kürd vs. etnik unsurlar arası savaşlara sürüklemek planının olduğunu anlamak için stratejist olmaya gerek yok..
***
Bu sütunda, Suriye Buhranı üzerine siyasetini değiştirmeyen iki ülkenin olduğuna değinilmişti daha önce de.. Bu ikili, bölgenin iki büyük ülkesi olan İran ve Türkiye idi. Diğer bütün ülkelerin siyasetleri sık sık değişti.
Ama, İran’ın siyaseti de değişmedi, Türkiye’ninki de..
Ancak, bir önemli farkla ki, İran, kendi siyasetini uygulamaya çalışırken, Rusya ve 40 seneye yakın zamandır ilişkilerinin hasmâne seviyede olduğu B. Amerika, NATO ülkeleri ile işbirliği yaparken; Türkiye, üstelik de Amerika ve NATO ülkeleriyle derin stratejik-askerî ittifaklar içinde olmasına rağmen, Suriye siyasetinde, B. Amerika ve NATO’nun ‘güçlü kara ordunla Suriye’ye girmelisin..’ şeklindeki teşvik ve tahriklerine aldırmadı ve ‘Suriye sınır şeriti boyunca bir tampon bölge oluşturulması ve bu bölge üzerinde uçuş yasağı getirilmesi’ yolundaki şartından vazgeçmedi ve ordusunu da başkalarının istek ve ihtiyaçları doğrultusunda Suriye’ye sürmedi.
***
Amma, şimdi gelinen noktada, Türkiye, DAİŞ örgütünün Türkiye sınırındaki önemli karargâhlarından olan Suriye’nin sınır kasabası Cerablus’u beklenmedik bir sür’atle askerî kontrolü altına aldı ve sonra da, DAİŞ’i bütün sınır şeritinden de güneye sürerek, fiilen bir tampon bölge oluşturmak yolunda önemli bir avantaj elde etti.
İlginç olan, bu durumu, Amerika, Rusya ve AB’nin lokomotifi sayılan Almanya’nın da, milyonları ilgilendiren ‘sığınmacı mes’elesi’ne bir çözüm oluşturabileceği ümidiyle, memnuniyetle karşılaması..
Beşşar Esed rejimi ise, şimdilik bu konuda sessiz kalıyor.. Ama İran, Suriye’de Beşşar Esed diktatörlüğünü ayakta tutmak için savaşan güçlerin ünlü İranlı kumandanı serdar Qaasım Suleymanî’nin 6 Eylûl günü Haleb’e giderek, -kendileri dışındaki herkes için kullandıkları tekfirci / teröristlere karşı- kendi güçlerini teftiş ettiğini duyuruyordu.
Amerika ise dün, açıkça, ‘Suriye için artık bölünmekten başka bir çıkar yol kalmadığı’nı diplomatik sözcüsü durumundaki Wall Streit Journal’den açıklıyordu.
İng. Financial Times’ın dünkü bir haber-yorumu ise, ‘Amerika’nın, Suriye’de güvenlikli bölge oluşturulmasını da istemediğini’ konu ediniyordu.
Bu hengamede, Türkiye’nin inisiyatifi -kısmen de olsa- eline geçirerek, elbette uluslararası entrika merkezlerinin planlarını da unutmaksızın kendi iradesine göre bir siyaset geliştirme özelliğini ele geçirmiş olması, inşaallah hayırlara vesile olacaktır.
stargazete