Suriye ile ilgili söylenecek bütün sözler tüketildi. Baas rejimi, diktatörlük, yıllardır devam eden acımasızlık, özgürlük arayışı, isyan ve direniş, iç savaş, Arap Baharı'nın neresinde olduğu, Türkiye ve İran için ne anlam ifade ettiği, yeni bölgesel düzen için kimlerin hesabında yer aldığı, bölgesel güç haritasını nasıl değiştireceği gibi bütün boyutlar ele alındı.
Mesele rejim meselesi olmaktan, özgürlük meselesi olmaktan, Esad'ı devirmekten hızla uzaklaşıyor; farklı ve her biri bölgeyi sarsacak krizlere dönüşüyor.
Suriye meselesi olmaktan bölgesel hatta küresel meseleye dönüşüyor. S. Arabistan'ın, İran'ın, Rusya'nın, İngiltere ve ABD'nin meselesi haline geliyor.
Bu haliyle Esad gitse de, rejim devrilse de Suriye meselesi bitmeyecek. O zaman örgütler savaşı başlayacak, bir çok ülke, yönettiği örgütler üzerinden bu savaşın içinde yer alacak. Şu haliyle Suriye'yi oldukça uzun süreli krizler bekliyor.
Öyle ortada dolaşıp çok basit bir işmiş gibi atıp tutanlara ya da savaş iştahıyla yanıp tutuşanlara bakmayın siz. Bu; bölgedeki bütün ülkeleri içine alan, Esad ismiyle sembolleştirilemeyecek ölçüde büyük bir kriz.
Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye meselesini tek başına çözme gibi bir lüksü de yok, niyeti de. Zira, tek başına hareketin sonuçlarının ne olacağına, bugün müttefik görünenlerin tavırlarının daha sonra nasıl değişeceğine dair tecrübesi çok olan bir ülke Türkiye. Bütün bu unsurlar, ihtimaller elbette değerlendiriliyor, atılacak adımlar bu ihtimallere göre planlanıyor.
Savaş naraları atmanın da, Suriye'den gelen saldırılar hoş görmenin de anlamı yok. Ancak ihtimaller gerçekleri ortadan kaldırmıyor. Çok konuşan ama hiçbir şey yapmayan ülke görünümü Türkiye için bir zayıflıktır, zaaftır.
Sadece PKK'nın Suriye topraklarında örgütlenmesi değil, savaş uçağının düşürülmesi de krizi Türkiye içine taşıdı. Suriye artık bir iç kriz, kendi sorunumuz.
Öyleyse Akçakale'ye yönelik son saldırılar cevap bulmalıydı ve buldu da. Daha önce sessiz sedasız verilen karşılık bu sefer alenileştirildi, sorun uluslararası gündeme taşındı. Oyunun kuralları asıl şimdi değişti.
Bundan sonraki her saldırı anında cevap bulacak. Bunu yapmayan hiçbir devletin kendi halkının gözünde itibarı kalmaz. Böyle bir durumda, karşıdaki gücün ne olduğu, hangi ülke olduğunun anlamı yok.
Dün sabah çıkarılan Meclis tezkeresi, sorunun çetrefilliğinden, ani cevapların zorunluluğundan, bütün ihtimallerin masada olmasından hareketle bir ön hazırlık niteliği taşıyor.
'Bir sonraki adım savaş' değil.. Suriye topraklarındaki PKK mevzileşmesine, Şam yönetiminin beklenmedik eylemlerine, iç savaşın öngörülemeyen sonuçlarına yönelik bir tezkere bu.
Çürümüş, etrafını kirleten, kendi halkının kanına bulanmış, bazı ülkelerin bölgesel stratejilerinin figüranı olmuş Şam yönetiminin, ne tür çılgınlıklar yapacağını kestirmek zor. Benzer rejimlerin nasıl intihar ettiğini, kendileriyle beraber ülkelerini ve çevrelerini nasıl ateşe attığını biliyoruz.
Kimse savaş istemez. Bu ülkede savaş isteyenlerin oranı yok denecek kadar azdır. Kimse de böyle bir rejimin günahlarına ortak olmaz.
Ancak o rejim, kendisiyle beraber etrafındakileri de ateşe sürüklüyorsa, her ülkenin cevabını üretmesi zorunludur. Hiç kimse, bunları yapıyor diye o ülkeyi suçlayamaz.
Umalım, Suriye krizi mümkün olduğunca erken bitsin. Yoksa bu kriz daha çok tezkere götürür...
yenişafak