Suriye Meselesi...

Keşke stratejik tehditlerden önce daha temel değerler, daha basiretli politikalar devreye girmiş olsaydı, bunca kan ve acıya maruz kalınmazdı.

Tevhid Haber

Son günlerde Suriye Baas yönetimi ile Türkiye'nin ilişkilerinin düzenlenmesi, görüşmelerin başlatılması yönünde bir politika değişikliğinin işaretlerini veren açıklamalar yapılıyor. Suriye iç savaşının her anlamda tıkandığı, hiç bir tarafın mutlak üstünlük sağlama gücünde olmadığı bir noktaya gelindi. Üstelik doğrudan dış müdahalelerin askeri boyut kazandığı ortamda Suriye iç savaşı bir vekalet savaşı olmaktan da çıkmak üzere. Bölgesel ve bölge dışı güçlerin uluslararası hukuk kılıfı altında müdahil olduğu, doğrudan savaşın tarafı haline geldiği ortamda bölge çok ciddi risk altında. Artık kimse şu veya bu yönetim altında bir Suriye'den bahsetmiyor. Hatta yönetimden çok bütünlüklü kalsa bile yaşanabilir bir Suriye'nin varolup olmadığı konuşuluyor. Yürütülmeye çalışılan hesap, herkesin kaybettiği bir içsavaştır. Bu saatten sonra kimin hangi politikaları sürdürerek bu noktaya geldiği yahut kimin zamanında “ben yazmıştım” deyişini haklı çıkaracak olguların hiç bir anlamı kalmadı. Ama yazılıp çizilenler, ithamlar da arşivlerde duruyor.
 Türkiye'nin içine girdiği siyasi süreç, uluslararası dengeler, ekonomik şartlar göz önüne alındığında bu savaşın çoktan bitirilip bölgenin sükunete kavuşmasını istememek imkansız. Bu durum sadece Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından bencil bir talep değil, başta Suriyeliler olmak üzere bölgenin geleceği açından da hayati öneme sahip.
 Türkiye nerede hata yaptı, Baas rejimi nasıl katliamlar işledi, muhalifler nerede yanıldı, bölge ülkeleri neden iç savaşta taraf oldu ve hatta kışkırttı, İran neden inatla rejim saflarında savaştı, Batının teşvik edip yarı yolda bıraktığı muhaliflere Suud'un verdiği bunca destekten beklentisi neydi gibi büyük genellemeler konusunda yazılmadık husus kalmadı. Geride kim başa gelirse gelsin harap olmuş bir ülke, yüzbinlerce insanın hayatına malolan katliamlar, milyonlarca mültecinin bıraktığı acı tablo var. Üstelik sonuçları itibariyle sadece Suriyelileri ilgilendiren sadece Suriye'nin iç meselesi olan bir insanlık krizinden bahsetmiyoruz. Askeri, siyasi, sosyal ve insani boyutlarıyla bölge ülkelerini özellikle de Türkiye'yi can acıtıcı biçimde ilgilendiren gelişmeler yaşanıyor. Üstelik bu şekilde devam ettiği sürece bölge dışı güçlerin müdahalesi ile yeni sınırların, yeni dengelerin cebren dayatıldığı bir Ortadoğu haritası ile yüzleşmek ve bunun doğuracağı yeni altüst oluşların, çatışmaların bedelini de ödemek durumunda kalacağız.
 Hamasetin ötesinde küresel güçlerin sahte özgürlük vaadlerinin, güç ve iktidarını kaybetmek istemeyen tiranların katliamlarının, başkalarının kışkırtması bir yana basiretsizlikleriyle özgürlük mücadelesi adına silaha sarılanların, bölgesel hesaplar adına savaşa müdahil olanların kıyasıya yanıldığı bir sonuçla karşı karşıyayız. Tarafların başta hiç tahmin edemeyecekleri yeni durumlara evrilmekte olan bir kriz var. Bu zamana kadar doğrudan sahaya inmeden sürdürdükleri vekalet savaşında artık taraf olan Rusya ve daha kararsız da olsa Amerika'nın son hamlelerinin sonucu belirleyecek gibi görünüyor.
 Bu açıdan bakıldığında ABD ve Rusya'nın iç savaştaki stratejik hedefleri hem Türkiye hem de Baas rejiminin hiç de istemediği boyutlara evriliyor. Görüntünün aksine Esad'ı destekleyen Rusya ile ona karşı muhalifleri destekleyen Amerika aslında hem Şam'ın hem Ankara'nın en son görmek isteyeceği bir projede birleşiyor.
 Bu noktada başa dönecek olursak Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesine Esad'ın daha fazla ihtiyacı olduğu hatta bu konuda aylar öncesinden gayrı resmi girişimlerde bulunduğu biliniyor.
 Meseleyi biraz daha açacak olursak, Amerika ve Rusya'nın sahada karşı karşıya oldukları görüntüsüne rağmen ikisinin de uzlaştığı en önemli stratejik hedef Suriye'nin kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan de facto siyasal durumdur.
 Amerika'nın IŞİD'i gerekçe göstererek PYD gibi Marksist kökenli seküler yapının, toplumsal dokuya rağmen önünü açması, şimdiden ayrı bağımsız bir yapıya dönüşme ihtimali başta Esad rejimini korkutmaktadır. IŞİD ilginç biçimde Baas rejimine destek anlamında hem statükonun korunmasının gerekçesi hem de ülkenin fiilen parçalanmasına, fiili Kürt yapılanmasına giden yolun taşlarını döşeyen aktör haline geldi.
 IŞİD in tetiklediği İslamofobik korku stratejisi, Baas rejiminin laik temelleri nedeniyle son kertede Batının tercihe şayan bulduğu artık aşikar. Muhaliflere hiç bir zaman sonuç alacak stratejik ve lojistik destek vermekten kaçınanlar IŞİD karşısında Baas türü laikliğe razı olmaya hazır görünüyor.
 
 Ancak resmin diğer yüzünde bu gerçeğe paralel olarak tam tersi bir süreç işliyor.
 Esad yönetimi iktidarda kalsa bile Suriye'nin bütün olarak kalamayacağına dair ciddi göstergeler mevcut. Bunlardan birinin Kuzey Suriye'de oluşturulmaya çalışılan siyasi yapı olduğu ortada. Ve bu konuda da hem Amerika hem de Rusya uzlaşmış görünüyor. Amerika'nın IŞİD'e karşı mücadele adına terör tanımına aldırmaksızın Marksist kökenli olsa da seküler, Batıya her anlamda teşne bir örgütle işbirliği yapmasının altında yatan pragmatizmini anlamak mümkün. Sahada PYD ile iş tutan ABD'nin muhtemel Kürt etnitesi için zemin hazırladığı, en azından mevcut şartlarda yeni bir denge unsuru olarak devreye sokmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bu gelişme Suriye açısından fiili parçalanma anlamına gelir.
 Bunca olup bitenlere rağmen Baas rejimi ile Türkiye'yi ilişki kurmaya zorlayan stratejik gerekçe öncelikle etnik temelli parçalanma korkusu hatta baskısı olsa gerek.
 Bir süre önce, Nisan ayında Cezayir'de Türkiye ve Suriye'nin gizli görüşmeler yaptığı haberleri gelmişti. Bundan önce de Esad yönetiminin Ankara'nın da iyi tanıdığı bir ismi göndererek özellikle kuzeydeki gelişmelerle ilgili işbirliği imkanını yokladığı, haberlerini eklediğimizde resim tamamlanıyor. Bu günlerde de muhtemel temasların sürdürüldüğü varsayılabilir.
 Sonuçta, Suriye'yi uzlaşmaya zorlayan gerekçelerle Ankara'yı politika değiştirmeye zorlayan, farklı stratejik hesaplarına rağmen buluştukları ortak noktanın ayrılıkçı tehdit algısı olduğudur.
 Keşke stratejik tehditlerden önce daha temel değerler, daha basiretli politikalar devreye girmiş olsaydı, bunca kan ve acıya maruz kalınmazdı.

Akif Emre Yeni Şafak

Medya-Makale Haberleri

Abdurrrahman Dilipak: Ve 2025
Abdurrahman Dilipak: Pizza sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Siyonistler suçüstü oldu!
Abdurrahman Dilipak: Kurbağa haşlaması sever misiniz?
Abdurrahman Dilipak: Bize yalan Söylediler