Hüseyin TAŞ
Allah'ın adıyla
Suriye konusunda çok farklı yaklaşımlar ortaya konmaktadır. Suriye konusunda yaklaşım farklılıklarının asıl nedenlerini irdelemek çok önem arzetmektedir Yaklaşım farklılıklarının asıl nedenini iyi tespit edemezsek bu konunun doğru anlaşılmasına hizmet edemeyiz.
Suriye'de muhalifler başarılı olsa sevinecek ve üzülecek kimseler var. En basit anlatımla Müslümanları üzen ve sevindiren olayların aynı olaylar olmasını bekleriz. Birbirine bu kadar zıt yorum ve yaklaşımların kaynağının da sorgulanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Suriye'deki gelişmeleri yorumlayan kimselerin niyetlerini okumanın yararından bahsetmek zordur. Bundan dolayı niyetlerin sorgulanmasının yararından bahsedilemez.
Ülkemizde yazı yazan, yorum yapanların ekserisi, Beşar Esat gitsin de gitsin demektedirler. Özellikle Müslüman kimlik sahibi yazarların ekseriyetinin en büyük temennisi Beşar Esad'ın düşmesidir. Her kesim şunu da biliyor ki Beşar Esat giderse, İslam'a dayalı bir sistem de gelmeyecek. En azından böyle bir beklentisi ve tahmini olan da pek gözükmemektedir.
Konu Suriye'deki gelişmeler olduğu için, bu olaylar üzerinden yaklaşım farklılıklarının asıl nedeni üzerinde diyebileceklerimizi söylemeye çalışalım.
Her Müslüman hak batıl mücadelesinin Hz. Adem'le başlayıp kesintisiz bir mücadele olduğunu kabul eder. Aynı zamanda haktan yana olunması gerektiğini kabul eder.
Burada unutulmaması gereken bir konuda hak batıl mücadelesinin pratikte var olduğu ve olması gerektiğidir. Eğer hak batıl mücadelesini kavram çerçevesinde düşünür ama müşahhas karşılığı olmayan şekilde ele alırsak bu şekliyle dine dayanmaya çalışarak bile sorunları çözemeyiz. Kuran-ı Kerim hak batıl mücadelesini müşahhas önderler üzerinden anlatmaktadır. Firavun ile Musa (as.) Nemrut ile İbrahim (as) üzerinden.
Resulü Ekrem zamanında hak, müşahhas olarak Muhammed'den(as) yana olmayı gerektiriyordu. Bir tür dini verilerle değerlendirmelere göre değildi. Mekke'nin ileri gelenleri de bu durumu, tehlikeli görüyorlardı. Haniflerin tevhide inanıp, putları inkâr etmeleri sorun oluşturmuyordu. Mekke'de Resulü Ekrem'e iman etmekle, onunla beraber hareket etmek aynı zamanda oluyor ve aynı anlama geliyordu. Resul'le beraber hareket etmeyen ondan sayılmıyordu.
Resulü Ekrem zamanında hak cephesinin yararını, fiili önderlik belirliyordu. Bu durumda bazı uygulamaları o zamanki bazı Müslümanlar da doğru anlamada güçlük çekiyorlardı. Hudeybiye anlaşmasına uyarak Medine'ye sığınan bazı Müslümanları, müşriklere teslim etmesi mahkûm edilebiliyordu. Resul antlaşmanın gereğini yerine getirirken müşahhas olan toplumunun yararını esas alıyordu. Bunun mantığını iyi kavramak gerekiyor.
Müşahhas İslam toplumunun asıl ve asil üyesi olarak bir kimsenin kendini Müslüman görmesiyle, bir fert olarak görmesinin doğuracağı yaklaşım ve pratik farklılıklar çok fazladır. Maalesef zamanımızda müslümanım diyenlerin çoğu fert halindedirler. Değerlendirmeleri de kendilerini fert olarak gördükleri için ister Kur'an'a ister Sünnet'e dayandırsınlar kendilerini hatalardan kurtaramayacaklardır.
Rumlarla İranlılar arasındaki savaşta Rumların galip gelmesinin Resül'ü ve yanındaki müminleri sevindirmesini bir yerlere oturtmamız lazım. Eğer müminler pratikte var olan bir hareketin içerisinde olmasalardı bu konuda sevinecek bir şeyler bulamazlardı.
Kendimizi oturttuğumuz yere göre olayları anlıyoruz. Vatandaş kimliğimizle olaylara yaklaşırsak bizi milli menfaatler ilgilendirir. İnandığımız din de bu konuda bize veriler sunabilir. Mesela bir cemaatin üyesi ya da bir partinin üyesiysek ve İslami kimliğimiz de varsa cemaatin ya da partinin yararını merkeze koyarak yaklaşırız ki, her cemaate göre bir yaklaşım ortaya çıkar ve herkes ellerindekilerle avunup gider. Belki de doğru anlaşılan şekliyle din, bu değerlendirmelerin hepsini batıl saysa da anlayamayız bile.
Olayları değerlendirirken düşüncemizin merkezine neyi koyduğumuz önemlidir.Grup, parti, cemaat ya da bizim dinden hareketle anladıklarımız mı? Anladıklarımız kadar ihtilafa giderek mi gerçek sorunlarla hesaplaşmış olacağız.
Bu yaklaşımımızı Suriye'deki olaylara uyarlayarak değerlendirme yapalım. Önce hangi dünyada yaşadığımızı doğru bir şekilde bir yere koyalım. Bugün de hak batıl mücadelesi vardır. Bugünkü dünyada batılın temsilcisi büyük şeytan Amerika ve işbirlikçileridir. Batılı bu şekilde doğru tespit etmemiz önemlidir. Batılın müşahhas temsilcilerini tanımamız önemlidir.
Acaba bugünün dünyasında hakkın da müşahhas temsilcileri var mıdır? Eğer yoktur diyorsak bizim nerede olduğumuzda fazla anlamlı olmayacaktır. Bu durumdaki biz her tür değerlendirmenin sahibi olabiliriz. Suriye konusunda ya da başka konularda çok farklı yaklaşımlar ortaya koyabiliriz
Ama bizler günümüz dünyasında batılın temsilcisi olarak büyük şeytan Amerika'yı görüyor ve bölgemizdeki en belirgin temsilcisinin de işgalci İsrail ve işbirlikçilerini görüyorsak bilelim ki hakkın da müşahhas temsilcileri vardır. Zamanımızda hak cephesinin müşahhas temsilcisi başta İslami İran, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad" sayabiliriz. Müşahhas hak cephesinde olanların Suriye konusundaki yaklaşımları farklı değildir. Suriye'deki olayları, büyük şeytana karşı mücadele eden bu hak cephenin müşahhas temsilcilerinin kayıp ve kazanımları dikkate alınmadan değerlendirilemez. Suriye konusuna yaklaşırken büyük Şeytan ve Siyonist İsrail karşısındaki tutum ve hak cephesiyle ilişkilerine göre değerlendirmek gerekiyor.
Büyük şeytan ve bölgedeki temsilcileri olan Suud, Katar, Ürdün gibi ülkelerle aynı kulvarda olmanın gerekçe ve izahı ne olursa olsun kabul edilemez. Var olan, bir olan aziz İslam ümmetinin değerli bir üyesi olarak yapılacak yaklaşımlar ancak anlamlı olacaktır.