Suriye konusunda Müslümanlar olarak tam bir acziyet içerisinde kıvranıp durmaktayız.
Belki siz bu yazıyı okurken ABD öncülüğünde Suriye’ye saldırılar başlamış olabilir de. Senatodan onay çıkmış durumda. Zaten onay çıkmadan bile bu müdahalenin rahatlıkla yapılabileceği, Obama’nın böyle bir yetkisinin olduğu konuşuluyordu.
Yazılanlara, çizilenlere, konuşulanlara dikkat ettiğimizde İslam dünyasının, elinden hiçbir şey gelmeyen bir nesne konumundan öteye gitmediğini görüyoruz.
Kimimiz yine bir İslam ülkesinin işgal korkusunu yaşıyoruz. Yine cenabet sürülerinin, sarhoş kâfirlerin mukaddes topraklarımızı çiğneyeceğinden, yine Müslümanların katliamdan geçirileceğinden, namuslarının ayaklar altına alınacak olmasından korkmaktayız, Afganistan ve Irak’ı hatırlatmaktayız.
Şu anda Esed güçlerinin çoktan ortadan kaybolduğunu, hedef olmaktan kurtulduğunu, olanın yine zavallı sivillere olacağını yazıp söylemekteyiz.
Kimimiz de böyle bir müdahale olmadığı takdirde Beşar Esed katliamının devam edeceğinden, yüz bini aşan ölü sayısının aynı hızla sürüp gideceğinden korkuyoruz ve bunu dile getiriyoruz.
Başta hükümet çevreleri olmak üzere dünyanın Esed katliamına seyirci kalmasından, hatta müdahalenin sınırlı olmasından, Baas rejimine dokunulmayacak olmasından, yani hiçbir şeyin değişmeyeceğinden şikâyet etmektedirler.
Bunun için müdahalenin daha etkili olmasını, sonunda Baas rejiminin mutlaka devrilmesini istemektedirler.
Bütün bunlar, İslam âleminin içinde yüzdüğü zavallı fotoğraftan başka bir şeyi göstermiyor.
Bu arada birileri de savaşın Türkiye’ye sıçrayıp sıçramamasını en ön plana çıkarmakta, olaya sadece bu açıdan bakmakta, savaşın Türkiye’ye sıçramasını büyük bir felâket ve dolayısıyla siyasi başarısızlık olarak görmekteler. Tabi, savaştan uzak tutmayı, bu esnada Türkiye’ye hiçbir şey olmamasını da başarı olarak değerlendirmekteler.
Acaba bu bir hak ölçüsü müdür, Allah katında başarmak veya başarmamak bu mudur?
Sınırlarımızın hemen ötesinde yüzbinlerce insan ölecek, öldürülecek, çizginin bu tarafında ise hiçbir şey olmayacak. Acaba Allah katında bu sınırlar ne kadar geçerlidir, ne kadar gerçekçidir?
Gönül isterdi ki mesele bu noktaya gelmesin. Daha öncesinden Müslümanlar bir şeyler yapabilmeliydi. Kendi firavunlarını bizzat kendileri alaşağı edebilmeliydi, hatta firavunların türemesine baştan fırsat vermemeliydi, emri bilma’ruf nehyi anilmünker ilkelerini işletebilmeliydi.
Etkin bir konumda olmalıydılar. Özne olarak, fail olarak sahnede yerlerini almalıydılar, sonunda da içleri rahat etmeliydi, ellerinden gelen her şeyi yaptıklarından dolaya Allah’a rahat bir hesap verme noktasında olsalardı.
Suriye, daha uzun zaman Müslümanları üzecek ve baş ağrısı olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Çünkü bugün Suriye’ye müdahale edecek olan güç odakları Esed’in yerine geçme ihtimali olanları, muhalefetin önde savaşanlarını da istememekte, hatta Esed sonrası onlarla savaşma, hem de sadece uzaktan hava saldırılarıyla değil, bizzat karadan işgal için bir bahane olarak görmektedirler. Yani Suriye’deki rejim şöyle veya böyle yıkılıp yerine İslamcılar geçtiğinde emperyalist güçlerin saldırıları daha da yoğunlaşacak, hatta savaş asıl o zaman başlayacak.
Kısacası başta ABD ve siyonist rejim olmak üzere emperyalistler, Müslümanların ülkelerinde ne seçimle ne de silahlı mücadele sonunda iş başına gelmelerine asla tahammül göstermeyecekler.
Mısır’da, Suriye’de, her yerde ancak bir avuç laik, kozmopolit kendi uşaklarının iktidarını isteyeceklerdir. Bunu sadece emperyalistler değil, halkı Müslüman olan ülkelerin, özellikle Arapların zalim kralları da isteyecektir.
Fakat biz yine de Rabbimizden ümit kesmiyoruz, gün doğmadan neler doğar. Her şeye rağmen sabahın yakın olduğuna, hem de çok yakın olduğuna inanıyoruz.
Suriye’ye müdahalenin de suskunluğun da hesabını vereceğiz
doğruhaber