Sütü mü bozuk, kanı mı!

Abdurrahman Dilipak

Bana kalırsa önce ekmeğimizi aldılar elimizden diyeceğim ama, ya biz değil miyiz Amerikan süttozu ile beslenen çocuklar!?. Tereyağını alıp, zeytinyağımızı alıp, Vita, Sana yedirdiler bize..

Sonra “uzun ömürlü, UHT süt” çıktı. Hani şu “Beyaz içecek”. Şimdi de devlet garantili mekteplerde çocuklara içiriyorlar. İçmeyin şu zıkkımı!

Ekmeğimiz, tuzumuz elimizden gitti. Nan-ı Aziz’imizi elimizden alıp, yerine francala verdiler. O buğday buğday değil. O ekmek ekmek değil. O börek, o baklava sağlıklı değil.

Devlet garantili, helal sertifikalı zehirleniyoruz.

Tuz inhisardı biliyor musunuz.. Kibrit inhisardı bu memlekette. Ben çocuklumda komşuya ateş almaya giderdim. Çakmak taşı ve kav ile ateş yakmak için uğraşır dururdum. Okulda bize ateş yakma öğretilirdi. Rafine tuz yemeyin, kaya tuzunuzu sofranızdan eksik etmeyin. Deniz tuzunda da göl tuzunda da tuzun içindeki ağır mineraller dibe çöküyor. En sağlıklısı kaya tuzu ve olduğu gibi, fıtratını bozmadan, yani rafine etmeden tüketin. Sofranızdan tuzu eksik etmeyin.

Bakanlık lokantalarda masalardan tuzu toplatıyordu, hâlâ toplatıyorlar mı bilmem. Tuzu eksik etmeyin. Özel bir sağlık sorununuz yoksa yemeğinize tuzla başlayıp tuzla bitirin.

Batıda birçok ülkede insanlar bizim içtiğimiz suyu içmiyor. Madensuyu içiyor ve zaten günlük ihtiyacı olan tuzu bu su ile alıyor. Kuzey ülkelerinde zaten iklim soğuk, terlemiyorlar genelde. O zaman tuza ihtiyaçları da bizim kadar değil. Güney sınırlarımızda tuz almazsanız sağlığınızı kaybedersiniz. Onun için biz tuz şerbeti içeriz ya hu! Şalgam suyu nedir, Turşu suyu nedir! Batı literatürü okuyup ahkam kesmeye kalkınca böyle oluyor. Sofradan tuzu eksik etmeyin, o rafine şekeri de sofranızdan kaldırın, eğer doğru bir şey yapmak istiyorsanız. Bunları dinlerseniz “zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman”. Ne soğan yedirirler size ne de sarımsak!

Biz günde 2 kez yeriz. Hatta Peygamberimiz bir gün oruç tutar bir gün yer. Size 5 öğün yedirirler. Biz sağ elle yeriz, onlar sol elle yedirirler. Biz tatlıyı ve meyveyi yemekten önce yeriz, onlar sonra yedirirler. Biz iki hayvansal gıdayı aynı öğünde yememeye özen gösteririz, onlar her şeyi karışttırırlar. Hatta adına da “Halil İbrahim sofrası” derler. Böyle bir sofra Hz. İbrahim’e hakarettir, haberiniz olsun!

Yediğimiz, içtiğimiz, deterjanımız, kozmetiğimiz, elbisemiz zehir saçıyor.

“Yapın”, “edin” dediğime bakmayın. Bağışlayın “Yapalım”, “edelim”. Ya da nasıl isterseniz. Kimi içki içiyor, kimi sigara, kimi Cola içiyor kimi gazoz, enerji içeceği, o adına “ayran” dedikleri içinde ne var bilmediğim bir şeyler içiyorlar. O endüstriyel süt, yoğurt, ayran da sağlıklı değil, ambalajları da öyle. O kulağımızın içine sıkıştırdığımız kulaklıklar, o yan cebimize, arka cebimize koyduğumuz cep telefonları, telsizler sizi kısırlaştırıyor biliyor musunuz. İlaç, gıda, kozmetik yolu ile aslında bir kimyasal savaşla karşı karşıyayız. Media ve STK’lar da bunun “Psikolojik savaş ajanları” gibi çalışıyor adeta. Su elden gitti, ya da gitmek üzere. Etimiz, sütümüz, suyumuz, ekmeğimiz, tuzumuz elimizden alındı.. Sağlık Bakanlığının en zayıf halkası koruyucu hekimlik. Gıda, tarım, hayvancılık zehirliyor, sağlık ilaç ithalatı ve sağlık hizmetleri ile tedavi edeyim derken kısırlaştırıyor. Bu döndü, aynı zamanda bir sömürü çarkına döndü. Rd-Tv, Media, iletişim bilişim, mektep, hepsi bu ağır saldırı karşısında adeta sessiz, hatta karşı tarafta! Bizim iletişimciler, trollerle ilgilendiği kadar subliminal ya da açık negatif propoganda konusunda ilgisiz.

Sigara ile mücadelede ne kadar başarılı olduğumuz ortada. Şeytan, kolunun altına nargile alıp, başında fesi ile gazel okuyarak gelip çocuklarımızı peşine takıp, nargile cafelere götürüyor, Fareli köyün Kavalcısı gibi. Şark köşesi usulü ile döşenmiş duvarda Osmanlı arması (Army), hat ve ebru da. Bir “lale devri armağanı” lalesi ile oradalar. Karşıda “Tanzimat mukallidleri”, köşede “Jeon Turc” kılıklı “Neo İttihatçılar”, aslını inkar eden laikçi cumhuriyetçiler karşı yakada! Hepsinin ortak yanı muzırlıkları. Evet, Osmanlıda rafine şeker yoktu, ne kadar şekerli hamur işi varsa hepsinin adı “Osmanlı işi” oldu. “Buyurun “Turkish Lokum” yerseniz. Geçen gün bakıyorum bir başörtülü hanım, bir Tv  kanalında “Osmanlı şekercisi” diye bir seyyar satıcıyı tanıtıyor. Başınıza fes geçirip, işlemeli kadife bir cepken, potur bir şalvar Osmanlı oluyorsunuz. Fes Osmanlının köküne kibrit suyu döken, Osmanlının başına bir darbe ve devrimle geçirilen bir Yeni Osmanlı modası değil miydi!. Bildiğim kadarı ile Osmanlının son zamanına kadar Osmanlıda rafine şeker yoktu. Farklı renkte gıda boyaları ile renklendirilmiş bir şeker üzerinden “Osmanlı kültürü” yaşatılmaya çalışılıyor. Osmanlıdan kala kala bu ve benzer şeyler kaldı demek ki.

Hava, su, toprak bozuldu. İnsan da bozuldu, bunlar bozulunca. “Taharet”i unuttu gençliğimiz, “Gusül”ü de. Temizlik Tanrısı “Hygieia / Higien / Hijyen” onların yerini kaptı! Kendileri tıp tanrısı Asklepios’un kızı olur.  Hani bir “Hades”den taharet vardı, bir de “Necaset”ten taharet. “Necis” olan birçok şeyi “Nefis” diye bize yutturuyorlar. Neyse şeytan önce onların “Maya”sına kendinden bir maya katmış olmalı. Sonunda sütümüz de bozuldu, kanımız da. Selâm ve dua ile.