Orta Doğu Karşı Devrimi
Thierry MEYSSAN
VELFECR/ÖZEL
Birinci Bölüm
ABD'de tatsızlığa sebep olan fotoğraf: G20 zirvesinde, Başkan Obama, Suudi kralının önünde eğilerek elini öptü. Aylar içerisinde, Arap dünyasında üç Batı yanlısı hükümet düştü: parlamento Saad Hariri'nin Lübnan hükümetini defetti, halk hareketleri Tunus'daki Zine el-Abiddine Ben Ali'yi ve Mısır'da Hüsnü Mübarek'i kovdu.
Bu değişimleri ABD egemenliğine ve siyonizme karşı yapılan gösteriler takip etti. Siyasi olarak, devlet seviyesinde İran ve Suriye'yi, devlet-dışı düzeyde ise Hizbullah ve Hamas'ı kapsayan Direniş Ekseninden faydalandılar.
Bölgedeki karşı devrime öncülük etmesi için, Washington ve Tel Aviv en iyi desteğine güvendi: Diğerlerinden farklı olarak, emperyalizm için çalışan despotizmi temsil eden Sudairi kabilesine.
Sudayri
Muhtemelen adını hiç duymamışsınızdır, fakat onlarca yıldır Sudayri dünyanın en zengin siyasi organizasyonudur.
Sudayri
Suudi Arabistan'ın kurucusu Kral İbn-i Suud'un 53 oğlu arasında, Sudayri yedincisidir. Liderleri, 1982 den 2005 e kadar yönetimde bulunan Kral Fahd idi. Sadece altısı şuanda hayattadır. En büyükleri, 1962 den beri savunma bakanı olan ve şuan 85 yaşında olan Prens Sultan'dır. En gençleri ise şan 71 yaşında olan ve 1975'ten beri içişleri bakan yardımcısı olan Prens Ahmed'dir. 60'lı yıllardan beri büyük OrtaDoğunun Batı yanlısı kukla rejimlerini organize eden, yapılandıran ve maddi açıdan destekleyen, bu kabiledir.
Burada, geriye dönüp bir bakmak gerekir. Suudi Arabistan, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı'yı zayıflatmak amacıyla İngiltere tarafından kurulan bir tüzel yapıdır. Arabistanlı Lawrence'ın "Arap Milleti" kavramını icat etmesine rağmen, hiçbir zaman ülkede bir millet kurmayı başaramadı, sadece bir devlet kurabildi. Devlet, o zaman da, şimdi de Suud ailesinin özel bir mülkü olarak kaldı. Al-Yamamah skandalı üzerine İngilizler tarafından yapılan araştırmanın açığa çıkardığı gibi, 21. yüzyılda, hala Krallığın bir banka hesabı ya da bütçesi yoktur. Ailenin özel mülkü olan Krallığı yönetmek üzere kullanılan bütçe, krallık ailesinin bütçesidir.
İkinci Dünya Savaşından sonra Birleşik Krallık, imparatorluğunun varlığını devam ettiremez olunca, bu bölge, ABD kontrolüne girdi. Başkan Roosevelt, Kral ibn-i Suud ile bir anlaşma yaptı: Suud ailesi ABD'ye petrol temîni konusunda garanti verdi, ABD ise Suud ailesini iktidarda tutmak için gerekli olan askeri gücü sağlayacağı konusunda garanti verdi. Bu anlaşma, Quincy gemisinde müzakere edildiğ için Quincy anlaşması olarak bilinir. Bu bir anlaşmadır, bir "antlaşma" değil, çünkü iki devleti değil, bir devlet ve bir aileyi birbirine bağlar.
Quincy Anlaşması ABD'yi Suud ailesine bağlar. İbn-i Suud'un 32 karısı ve 53 oğlu vardır, bu yüzden potansiyel varisler arasında ciddi bir rekabet baş göstermekte gecikmedi. Bu yüzden krallığın, babadan oğla değil, bir üvey kardeşten diğer üvey kardeşe geçmesine karar verildi.
Şimdye kadar İbn-i suud'un 5 oğlu tahta oturdu. Şimdiki kral, 87 yaşındaki Abdullah, bu günün gerçekleriyle temas etmekten uzak olsa da, görece olarak daha açık görüşlü bir kişidir. Bugünkü hanedan sisteminin, harap etmek üzere kurulduğunun farkında olduğu için veraset sisteminin kurallarına dair bir reform tasarlamaktadır. Böylelikle krallık, Krallık konseyi tarafından tayin edilebilir- bu, krallık ailesinin farklı kollarından temsilcilerin seçeceği anlamına gelir- ve taç, daha genç bir nesle ulaşabilir.
Bu bilgece fikir Sudayri'ye uymaz. Aslında, sağlıklı nedenler veya nefse düşkünlük için tahttan feragatler göz önünde bulundurulduğunda, gelecek üç aday onların kabilesinden olacak: Evvelce atanmış ve şuan 85 yaşında olan Prens Sultan; 78 yaşındaki İçişleri Bakanı Prens Naif; ve 75 yaşındaki Riyad valisi Prens Salman. Eğer uygulanacak olursa, yeni hanedan sistemi onlara dezavantaj getirebilir.
Kolayca anlaşılabilir ki üvey kardeşi Kral Abdullah'ı hiçbir zaman pek düşünmemiş olan Sudayri, halühazırda ondan nefret etmektedir. Ve ayrıca, tüm güçlerini bugünkü mücadele için kullannmaya karar verdikleri de kolaylık anlaşılabilir.
Prens Bandar ve "kardeşi" Gorge W. Bush: Bandar Bush'un Dönüşü
70'li yılların sonunda, Sudayri kabilesi, kardeşi sultanın çocuklarından biri olan Prens Bandar'ın ender özelliklerini fark eden Prens Fahd tarafından yönetiliyordu. Fahd Bandar'ı, silah anlaşmalarını müzakere etmek üzere Washington'a gönderdi ve Başkan Carter'la yaptığı bir anlaşmayı ele alış şeklinden de etkilendi.
Fahd, 1982'de tahta çıktığında, Bandar, güvenilir bir yardımcıydı. Önce ateşemiliter olarak atandı, sonra Washington'a elçi oldu. Kral Abdullah tarafından 2005'teki beklenmedik azline kadar olan sürede, Fahd için bir dayanaktı.
Prens sultan'ın oğlu, Libya'lı köle Prens Bandar, annesinin soyuyla alakalı kötü damgaya rağmen kendisini hanedan ailesi içinde farklı kılabilmiş olan zeki ve acımasız bir şahsiyettir. Bandar şuanda yaşlı hakimiyeti altında olan Sudayri kabilesinin çalışan koludur.
Washington'daki uzun ikameti sırasında Prens Bandar Bush ailesine, özellikle de kendisinden ayrı düşünülemeyen George H. Bush'a dostça davrandı. George H. Bush, Bandar için 'hep böyle bir oğlum olmasını isterdim' derdi; bu yüzden başkentteki takma adı "Bay Bandar Bush" tur. Eski CIA yöneticisi ve ABD başkanı olan George H. Bush'un Bandar'ın en çok takdir ettiği özelliği, illegal faaliyetlerdeki uyumluluğudur.
"Mr. Bandar Bush", ABD yüksek sosyetesinde yer edindi. Bandar hem Apsen Enstitüsünün idarecisi, hem de Bohemian Grove'un bir üyesidir. İngiliz halkı onu ilk olarak, en büyük silah anlaşması ve en geniş çaplı yolsuzluk skandalı olan Al-Yamamah skandalı sürecinde keşfetti. 20 yıl içerisinde (1985-2006), kısa bir süre sonra adı BAE Sistemleri olarak değiştirilen İngiliz Aerospace, Suudi Arabistan'a 80 milyar dolar değerinde silah sattı. Bu paranın bir kısmı Suudi politikacıların ve muhtemelen İngiliz politikacıların banka hesaplarına, 2 milyar doları ise Prens Bandar'a gitti.
Bunun sebebi, Bandar'ın "yüceliğinin" fazlaca masraflı olmasıdır. Prens Bandar, Soğuk Savaş dönemi boyunca, CIA'in ve M16'nın isteği üzerine Afganistan'daki Kızıl Orduyla savaşmaları için, Pakistanlı ve Suudi istihbaratı tarafından eğitilen birçok Arap savaşçının sorumluluğunu üzerine aldı.
Prens Bandar'ın tasarrufunda bulunan adamların sayısını kesin olarak söylemek imkansız. Zaman içerisinde, Bandar'ın, Fas'tan Çin'e kadar olan Müslüman dünyasında bir çok çatışmaya ve eylemlere karıştığını gördük. Örneğin, Lübnan'daki Nahr el-Bared'in Filistin kampında, Fatah Al-Islam adında küçük bir askeri grubun tohumlarını attığını herkes hatırlayacaktır. Bu savaşçıların misyonu Filistinli mültecileri, çoğunlukla Suni olanlarını, bir bağımsız emirlik ilan etmeleri, ve Hizbullah'la savaşmaları konusunda kışkırtmaktır. Paralı askerlerin ücretleri zamanında ödenmediğinde olaylar kötüye gitmeye başladı. En sonunda, 2007'de, Prens Bandar'ın adamları kampa girdi. Lübnan ordusu, kampın kontrolünü sağlamak için 2 ay süren bir savaşın içerisindeyken, 30.000 Filistinli, kaçmaları için zorlandı. Bu operasyon 50 ücretli askerin, 32 Filistinli sivilin ve 68 Lübnanlı askerin hayatına mal oldu.
2010'un başlarında, Bandar, Kral Abdullah'ı devirmek ve onun yerine tahta, babası Sultan'ı geçirmek amacıyla bir darbe girişimi sahneledi. Bu komplo fark edildi ve Bandar gözden düştü fakat resmî ünvanlarını kaybetmedi. Fakat 2010'un sonlarında, kralın bozulan sağlığı ve geçirdiği ameliyat, hakimiyeti Sudayri'ye verdi ve kabile, Bandar'ın geri dönüşünün projesini Obama yönetiminin desteğiyle birlikte tasarladı.
Suudi-Lübnan'lı politikacı Saad Hariri, Sudayri kabilesinin arkasından yükseldi. 3 ay önce Lübnan başbakanlığından istifasından sonra, Saad Hariri, geçici başbakan olarak kaldı ve o zamandan beri yeni bir hükümetin kurulmasını engelledi. Washington'da hastanede yatan kralı ziyaret ettikten ve kralın öleceği zannına vardıktan sonra Hariri, Sudayri kabilesine takıldı. Harir, Riyad'da doğmuş, çift vatandaşlığa sahip bir Suudidir. Servetini, her şeyini Suudlara borçlu olan babasından miras aldı. Bu yüzden, krala bağlı kalmak zorundadır ve onun sevkiyle Lübnan başbakanı oldu, hem de ABD devlet kademesi, Hariri'nin bu pozisyonu icra edebileceği konusunda kaygılar taşırken.
Kral Abdullah'a riayet etmek zorunda olduğu dönemde Saad Hariri Başkan Beşar Esad ile barış için çalışmalara başladı. Babası Refik el-Hariri'ye yapılan suikastle ilgili olarak Esad'a yaptığı suçlamalardan vazgeçti ve Lübnan ve Suriye arasında yapay gerilim yaratma konusunda manipule edildiğini söyleyerek özür diledi. Saad, Sudayri'yi onaylayarak, bir siyasi cephe-değişimi yaptı. Bir gece, Saad Hariri, Kral abdullah'ın Suriye ve Hizbullah'la uzalaşma politikasını reddetti ve hizbullah'ın silahsızlandırılması ve İsrail'le bir uzlaşma için Beşar Esad rejimine karşı bir saldırı başlattı.
Fakat, Kral Abdullah, yarı-koma halinden çıktı ve sorumluluk istemek için fazla beklemedi. Bu gerekli destek yitirilince, Saad Hariri ve hükümeti, başka bir çift milliyetli fakat daha az cesur bir milyarder olan Najib Mikati lehine, Lübnan parlamentosu tarafından devrildi. Ceza olarak, Kral Abdullah, Hariri'nin geniş Suudi topluluğuna karşı bir vergi soruşturmasının başlamasını emretti ve üyelerinin birkaçını dolandırıcılık suçundan dolayı tutukladı.
Sudayri Alayları
Sudayri kabilesi, dört bir yöne bir karşı devrim başlatmaya karar verdi. Bir yandan Mübarek'i, diğer yandan Müslüman Kardeşler'i finanse ettikleri Mısır'da, şimdi Müslüman Kardeşliği ve ABD yanlısı ordu kurmayları arasında bir ittifak düzenlediler.
Bu yeni koalisyon, iktidarı, Tahrir Meydanında devrimin liderlerini bertaraf ederek paylaştılar. Bu koalisyon, bir Millet Meclisinin toplanmasını reddetti ve marjinal olarak anayasayı değiştirmek için uğraştı.
İlk olarak, Hüsnü Mübarek tarafından baskı uygulanan ve kitleler halinde Mübarek'e karşı harekete geçen Mısırlı Hristiyan azınlığa, İslamı, devlet dini olarak deklare ettiler. Buna ek olarak, Dr. Mahmut İzzet, Müslüman Kardeşliğinin ikinci adamı, Şeriat hukukunun acilen takdîmi ve şeriat ceza mekanizmasının restorasyonu için çağrıda bulundu.
Zorbanın devrilmesinde önemli rol oynayan Young Wael Ghoneim 18 Şubat'ta 2 milyon insanın toplandığı zafer kutlamalarında, kürsüden uzak tutuldu. Bunun aksine, 30 yıllık Katar sürgününden sonra geri dönen Müslüman kardeşler'in mümtaz hatibi Yusuf el Kardavi'nin uzun süre konuşmasına izin verildi. Cemal abdül Nasır tarafından vatandaşlığı elinden alınan Karadavi, kendisini, yeni bir dönemin vücut bulmuş hali olarak sundu:
Müslüman Kardeşler tarafından, kendilerine daha liberal bir görüntü vermek amacıyla, devrim boyunca konuşmacı olarak seçilen, Nobel Barış ödülü sahibi Muhammad al-Baradei, aynı Kadrelik tarafından, anayasa referandumu sürecinde fiziksel olarak saldırıya uğradı ve siyaset sahnesinden çıkarıldı.
Müslüman Kardeşler, siyasete resmî anlamda girişlerini, Demokrasi İçin Milli Gelir'in desteğiyle ve AKP'nin profilini taklit ederek kurdukları, Özgürlük ve Adalet adında yeni bir parti aracılığıyla gerçekleştirdiler (Aynı strateji, Tunus'da Yeniden Doğuş Partisinde de uygulandı).
Bu bağlamda, dînî azınlıklara karşı şiddetli saldırılar düzenlendi. Bu proje kapsamında iki Kıptî kilisesi yakıldı. Saldırganları cezalandırmak şöyle dursun, Başbakan onlara destek verdi: Qenna vilayetine atamış olduğu General Imad Mikhael'i, Kıptî bir Hristiyan olduğu için görevden aldı.
Körfez İşbirliği Konseyi, NATO'nun Libya'ya müdahelesi konusunda yaygara kopardı ve de Suudi ordusuyla UAE polisini, Bahreyn'deki gösterileri bastımaları için gönderdi. Libya'da, Sudayri, silahlı savaşçıları Cyrenaica'ya transfer etti ve bu durum, Fransa ve ingiltere'nin, Trablus hükümetine karşı başlatılacak ayaklanma için yeşil ışık yakılmasını askıya aldı. Silahları ve Senusi monarşisinin sembolü olan kırmızı-siyah-yeşil yıldız ve hilalden oluşan bayrakları dağıtan, onlardı. Amaçları, sıkıntı yaratan Gaddafi'den kurtulmak ve Prens Muhammed'i, bir zamanların Libya Birleşik Krallığının tahtına yeniden oturtmaktır.
Trablus hükümetine karşı bir askeri müdahale için ilk kez çağrıda bulunan, Körfez İşbirliği Konseyi idi. Güvenlik Konseyinde, Batı ordularının saldırılarını onaylamak için Arap Liginde diplomatik manevralara öncülük eden de, Suudi heyetiydi.
Albay Kaddafi bir çok konuşmasında Cyrenaica'da devrim olmadığını, fakat ülkesinin bir El-Kaide tarafından bir denge-bozumu operasyonuyla karşı karşıya bulunduğunu deklare etti. Bunlar, gülümsemelere yol açan ve Kaddafi'nin, ABD Africom kumandanı General Carter F. Ham'dan olan utancını doğrulayan iddalardır. NATO tarafından ayağı kaydırılmadan önceki ABD askeri operasyonlarından sorumlu olan General Ham, hedeflerini, Afganistan'daki koalisyon güçlerine karşı mücadeleleriyle bilinen adamlardan gelen bilgilere dayanarak seçmek zorunda olmasından ötürü şaşkındı.
Bahreyn, bu arada, kendisini, 1971'den bu yana bağımsız bir krallık olarak göstermektedir. Gerçekte, Bahreyn, İngiliz hakimiyeti altındaki bir bölgedir. Yönetimleri boyunca, kendilerine, başbakan olarak bir Halife seçtiler ve pozisyon 40 yıl boyunca bağımsızlık kurgusundan bu güne kadar- devam ettirildi. Bu, Sudayri'yi memnun eden bir süreklilikti.
Kral Hamad, Merkez Kuvvetlerini ve Beşinci Deniz filosu merkezlerini, Juffair limanına yerleştiren ABD'ye önemli bir ayrıcalık tanıdı. Bu şartlar altında, anayasal monarşi için popüler talep, gerçek bağımsızlığa erişmek, İngiliz yönetiminin sona ermesi ve ABD güçlerinin blgeden ayrılması anlamına gelebilir. Bu tarz bir gelişme Suudi Arabistan'da bir domino etkisi yaratacaktır ve sistemin temellerini tehdit edecektir.
Sudayri, Bahreyn Kralını, halkın düşlerini kanla bastırmak konusunda ikna etti.
Kurulu düzenin garantörü olan Prens Nayef, geçen 41 yıldır koltuğunu kaptırmayan Suudi İçişleri ve Bilgi Bakanıdır. 13 Mart'ta, ABD Savunma Sekreteri Robert Gates, Prens Nayef'in komutasında "Nayef Kartalları" olarak bilinen Suudi özel kuvvetlerinin girşiyle başlayan operasyonların coordinasyonunu başlatmak amacıyla Manama'ya gitti. Günler içerisinde, İnci Meydanındaki anıt da dahil olmak üzere protestonun tüm sembolleri yıkıldı. Yüzlerce insan öldü ve kayboldu. Yaklaşık 10 yıldır terk edilmiş olan işkence, yeniden yaygın hale geldi. Yaralı göstericileri tedavi eden doktor ve hemşireler, hastanelerinde tutuklandı, kimseyle görüştürülmemek üzere hapsedildi ve askeri mahkemelere sevkedildi.
Fakat, bu korkunç baskının en önemli faktörü, bütün bir halk ile dış emperyalimle ilişkili olan bir imtiyazlı sınıf arasındaki klasik bir sınıf çatışmasını, mezhep çatışmasına dönüştüme konusundaki kararlılıktır. Hükümdarlık ailesi Suni olamsına rağmen, Bahreynlilerin büyük bir çoğunlu Şii'dir. Şiiler, hedef olarak seçilen Ruhullah Humeyni'nin devrim idealinin vasıtaları olarak görülmektedirler. Bir ay içerisinde, "Nayef Kartalları" 25 Şii camisini ve 253 başka camiyi tahrip ettiler.
Önde gelen siyasi protesto liderlerinden 21 tanesi çok yakında özel bir mahkeme tarafından yargılanacak. Ölüm cezasıyla yüzyüzeler. Şiilerden başka, monarşi, Wa'ad partisinin başkanı İbrahim Şerif'i elde etmeye çalışıyor. Şerif, bir Sünni olduğu için, oyunu kurallarıyla oynamadığı gerekçesiyle suçlanıyor.
İran'da dengeleri bozmak konusunda başarılı olamayınca, Sudayri kabilesinin saldırıları Suriye üzerine yoğunlaştı.
Suriye'de Dengeleri Bozmak
Medyada yer bulan her devrimin bir logosu vardır. Bu da, Facebook'ta görünen, "2011 Suriye Devrimi" içindir. Şubat'ın başlarında, ülke daha henüz herhangi bir gösteriyle karşı karşıya değilken, Facebook'ta, "2011 Suriye Devrimi" başlıklı bir sayfa oluşturuldu.Sayfa, 4. Cuma'da bir "Öfke Günü" için çağrıda bulundu; çağrı, sadece El-Cezire'de yayınlandı, fakat başka hiçbir yerde yankı bulmadı. El-Cezire, tepki azlığını esefle karşıladı ve Suriye'yi "sessizlik krallığı" olarak damgaladı.
"2011 Suriye Devrimi" ismi şaşırtıcı: isim İngilizce ve bir reklam sloganının özelliklerine sahip. Fakat, samimi devrimciler, 2011 de hedeflerini gerçekleştiremedikleri takdirde, pes etmek zorunda mı olduklarını düşünebilirler.
Daha garibi, Facebook'taki sayfanın daha kurulduğu günde, 80.00'den fazla kişi tarafından arkadaş olarak eklenmesi oldu. Birkaç saat içerisindeki, devamı gelmeyen böylesine bir coşku, çoklu hesap açan bilgisayar yazılımları tarafından gerçekleştirilen manipulasyonları akla getiriyor. Özellikle, Suriyelilerin interneti üst seviyede kullanmayan bir halk olduğu düşünülürse ve 1 Ocak'tan itibaren sadece ADSL'ye erişebildikleri göz önünde bulundurulursa, manipulasyon şüphelerinin yersiz olmadığı anlaşılıyor.
Sıkıntılar bir ay sonra, Ürdün sınırında bulunan ve İsraile birkaç mil uzaklıkta olan Deraa' da başladı. Şehrin duvarlarına hükümet karşıtı yazılar yazmaları için tutulmuş gençler" Yerel polis, öğrencileri tutkladı ve onlara suçlu muamelesinde bulundu. Sorunu çözmeyi tasarlayan, önde gelen yerel şahsiyetler, vali tarafından geri çevrildi. Genç çocuklar dövüldü. Hiddetlenen aileler, çocukların serbest bırakılması için polis merkezine saldırdı. Polis bu sefer daha vahşice karşılık verdi, göstericileri öldürdü.
Bu olaydan sonra Başkan Beşar Esad polisi ve valiyi (Başkanın, gözden uzak tutmak amacıyla başkentten uzak bir yer olan Deraa'ya tayin ettiği kuzeni) cezalandırmak için müdahele etti. Polisin işlediği cinayetleri aydınlatmak amacıyla bir soruşturma başlatıldı. Şiddetten sorumlu olan resmî görevliler suçlu bulunarak kefalete bağlandı. Bakanlar, kurbanların ailesine, hükümet adına başsağlığı diledi ve halk tarafından kabul gören jestlerde bulundu.
Her şey normale dönmeliydi, fakat çatılara gizlenmiş nişancılar aniden kalabalığın ve polisin üzerine ateş açtı ve şehri kaosa sürükledi. Karmaşadan faydalanarak silahlı adamlar, İsrail tarafından işgal edilmiş olan Suriye'nin Golan Tepelerini gözlemekle yükümlü olan istihbarat servislerine ev sahipliği yapan bir hükümet binasına saldırmak üzere şehrin dışına çıktı. Güvenlik görevlileri, binayı ve arşivleri korumak amacıyla karşı ateş açtı. İki taraftan da insanlar hayatını kaybetti.
Bu tarz çatışmalar yeniden nüksetti. Halk, şehre hücum eden saldırganlara mukabele etmeleri konusunda ordudan koruma talebinde bulundu. Bölge sakinlerini korumak amacıyla 3.000 adam ve tank harekete geçirildi. En sonunda muharebe, Nahr Al-Bared'deki Lübnan askeri kuşatmasına benzer bir senaryo içerisinde, gizli savaşçıları, Suriye ordusuna karşı mevzîledi. Bu zaman hariç, uluslar arası medya daima gerçekleri saptırdı ve Suriye ordusunu, Deraa halkına saldırmakla suçladı.
Bu arada, deniz yolu kaçakçılığı konusunda uzmanlaşmış suç örgütlerine uzun zamandır ev sahipliği yapan Lattakia limanında çatışmalar patlak verdi. Bu kişiler silahları ve parayı, Lübnan'dan aldı. Şehir merkezini tahrip ettiler. Polis müdahale etti. Başkanın emriyle polis, sadece cop taşıyordu. Bu yüzden gangsterler, savaş silahlarını çıkardılar ve düzinelerce silahsız polisi öldürdüler.
Aynı senaryo, Banias'ın komşu şehrinde tekrarlandı. Şehir, görece daha önemsizdir fakat, ülkenin önde gelen petrol rafinerisine sahip olması dolayısıyla, stratejik açıdan çok önemlidir. Bu sefer polis, silahlarını kullandı ve çatışma, bir meydan savaşına dönüştü.
Son olarak, büyük bir şehir olan Homs'daki insanlar bir camide toplandılar ve fundamentalist yandaşlarına, "Latakia'daki kardeşlerimizi öldüren rejime" karşı gösteri düzenlemeleri konusunda çağrıda bulundular.
Kargaşaya tepki göstererek, Suriye halkı, Cumhuriyet'e olan desteğini beyan etmek amacıyla kitleler halinde toplandı. Ülke tarihinde eşi görülmemiş büyük gösteriler, yüzbinlerce insanı, "Allah, Suriye, Beşar!." Diye bağırmak üzere Şam, Halep, ve Lazkiye'ye taşıdı.
Sözü geçen bölgelerdeki çatışmalar yoğunlaşırken polis, kavgacıları durdurmayı başardı. Televizyonda yayınlanan itiraflarına göre, bu insanlar, Lübnan'daki, Hariri yanlısı bir milletvekili olan Jamal Jarrah tarafından toplandı, silahlandırıldı ve maddi destek sağlandı. Fakat Jamal Jarrah bu iddiayı reddediyor.
Jamal Jarrah, Prens Bandar'ın bir arkadaşıdır. Adı, Nahr Al-Bared'deki Fatah Al-Islam davasında geçti. FBI tarafından, 11 Eylül'de Pennsylvania'ya çarpan Uçuş 93'ü kaçırdığı gerekçesiyle suçlanan bir mücahit olan Ziad Jarrah'ın da kuzenidir. Ayrıca, Lübnan ordusu tarafından, İsrail ajanı oldukları gerekçesiyle Kasım 2008'de tutuklanan Ali ve Yousef Jarrah kardeşlerin de kuzenidir.
Londra'dan Paris'e, Ali Sadettin el Beyanuni (Müslüman Kardeşler'in Suriye kolunun genel sekreteri) ve Abdel-Halim Khaddam (Suriye eski başkan yardımcısı), Beşar Esad'ın devrilmesi için çağrıda bulundular. Jamal Jarrah ayrıca Müslüman Kardeşler'in de gizli bir üyesidir, fakat kendisi bunu reddetmektedir. 1982 yılında, Müslüman Kardeşler, Suriye'de iktidara el koymayı denedi. Bundan başarılı olamadılar ve korkunç bir baskının kurbanı oldular. Esad tarafından ilan edilen genel aftan bu yana, bu acı hatıraların unutulduğuna inanılıyordu. Aksine, Müslüman Kardeşler'in bu kolu şimdi Sudayri tarafından maddi olarak destekleniyor. Banyas Kardeşliğinin çatışmalardaki rolü artık herkesçe biliniyor.
İddiaya göre Jamal Jarrah, merkezi Londra olan ve özellikle Orta Asya'da aktif bulunan bir İslami örgüt olan Lübnanlı Hizb ut-Tahrir militanlarını da kullandı. Şiddet karşıtı bir tavır takınan Hizb ut-Tahrir, Fergana Vadisine karşı birçok saldırıyı ustaca planlamaktan suçlanıyor. Çin'in Shanghai İşbirliği Örgütü çerçevesinde Rusya ile uzlaşmaya başlaması, bu grubu durdurmak tasarısıyla birlikte düşünülmelidir. Bu grup hakkındaki, Avam Kamarasındaki birçok tartışmalara rağmen, grubun Londra'daki temsilcileri hiçbir zaman herhangi bir zorlukla karşılaşmadı ve hatta Anglo-amerikan çok-uluslu organizasyonlarında, hepsi, üst-düzey yöneticiliklere getirildiler.
Geçen yıl, Hizb ut-Tahrir, Lübnan'da bir şube açtı. Bu vesileyle, uluslar arası üne sahip bir Rus entelektüelinin de aralarında bulunduğu önde gelen yabancı şahısların davet edildiği bir konferans organize etti. Tartışmalar süresince, organizatörler, bir İslam devletinin kurulması konusunda çağrıda bulundular. Ayrıca, Lübnanlı Şiîlerin, Dürzîlerin ve hatta bazı Sunîlerin gerçek Müslüman olmadıkları ve tıpkı Hristiyanlar gibi, bölgeden sürülmeleri gerektiğini söylediler. Böylesine insafsız beyanatlardan ötürü şaşkına dönerek, Rus misafir derhal televizyon röportajları yoluyla kendini bu fanatiklerden ayırdığını ilan etti.
Öncelikle, Suriye güvenlik güçleri, olaylardan etkilenmiş gibi görünüyordu. S.S.C.B'de yetiştirilmiş üst düzey resmî görevliler, halk üzerindeki sonuçlarını düşünmeksizin kaba kuvvet kullandılar. Fakat durum giderek tersine döndü. Başkan Esad durumu kontrol altına aldı. Hükümeti değiştirdi. Olağanüstü ve devlet güvenlik mahkemesini feshetti. Tarih içerisinde, ihtilaflı bir nüfus sayımından ötürü vatandaşlık hakkı tanınmayan binlerce Suriyeli Kürt'e vatandaşlık hakkı tanıdı. Buna ek olarak, farklı tedbirler de aldı, kamu hizmetleri faturalarının geç ödenmesi dolayısıyla uygulanan cezaları iptal etmek gibi" Böylelikle, halkın ana taleplerini karşılamış ve muhalefeti yumuşatmış oldu. "Öfke Gününde" (6 Mayıs Cuma), 22 milyon nüfuslu ülkedeki toplam göstericilerin sayısı 50.000'e ulaşmadı.
Özellikle, Mohammed Al-Sha'ar, yeni içişleri bakanı, ayaklanmalara karışan herhangi birisi için, polise rapor vermek konusunda çağrıda bulundu ve bu işbirliği karşılığında onun için af çıkaracağını ilan etti. 1.100'ün üzerinde insan başvurdu. Birkaç gün içerisinde, birçok silah zulası ele geçirildi. Şiddetten 5 hafta sonra, neredeyse tüm sorunlu şehirlere sükunet hakim oldu.
Saptanan ve tutuklanan elebaşlardan birkaçı İsrailli ve Lübnanlı resmî görevlilerdi ve bir tanesi, Saad Hariri ile yakın bağları bulunan bir politikacıydı. Bu "denge bozumu" çabası, ardında ciddi sorunlar bıraktı.
Suudi hükümeti içerisinde, Sudayri Kral Abdullah'ı kenara itmek için, hastalığında faydalandı. ABD ve İsrail'in desteğiyle, Abdullah ve el-Esad arasındaki uzlaşmayı önlediler ve Arap karşı devrimini yürüttüler.
Açık Komplo
İlk zamanlar Suriye rejimini devirmek için düzenlenen komplo, "denge bozumu" ile açık bir şantaja dönüştü. İsyanın başarılı olamadığını anlayınca, Suriye karşıtı Arap medyası, arsızca, sürmekte olan müzakereleri aksettirdi.
Sudayri'nin isteklerini bildirmek amacıyla Şam'a giden müzakerecilerin ziyaretlerini haber ettiler. Eğer gazatelere inanacak olursak, Beşar Esad iki isteğe boyun eğene kadar şiddet durmayacak: İran'la yolların ayrılması; ve Lübnan, Filistin ve Irak'taki direnişe verilen desteğin durdurulması.
devam edecek