İlk evvel şunu belirtelim ki; söyleyeceklerimizin daha iyi anlaşılması için "SUUDİ AMERİKA" başlıklı yazımızın gözden geçirilmesini tavsiye ediyorum.
Osmanlı saltanatının yıkılması ve kurumsal isim olarak da olsa var olan "Halifelik" makamının ilga edilmesini sağlayan güç odakları 20. yüzyılın başlarında kurdukları yeni Firavni sistemde Belamiyet makamını ya da "saray mollalığı" denilen ucubeliği çeşitli entrikalarla yeniden inşa ederek ümmetin yol haritasını kendilerince belirlemeye çalışmaktadırlar. Bu çalışma en sığ haliyle yaklaşık doksan yıldır süregelmektedir.
Küresel Belamiyet olarak inşa edilen Suud Hükümeti Kabe"nin ve diğer kutsal bölgelerin hürmetinden nemalanarak dünya Müslümanlarını sisli bir havada tutup hakikatlerin berrak bir şekilde görülmemesi için tarihsel hile ve tuzak birikimlerinin tamamını icra etmektedir.
"Arab Baharı" rüzgârıyla birlikte efendilerinin güdümü ile atak yapan Suud, "Şii Hilali" korkutması ile sözde sunni bend adı altında Vahabi Hilali oluşturmak için gayret sarfetmektedir. Aslında bu girişimin adı Vahabi Hilali olarak da tam yerine oturmamaktadır. Belki Harici-Selefi Hilali dense sıfatlandırma daha net olarak yerine oturacaktır. Zira Suud"un Ne Arabi ne de İslami kaygısının olmadığı Gazze"deki Furkan Savaşı sırasında belirginleşmiştir. Furkan Savaşı iyi ile kötüyü hain ile muhlisi birbirinden ayırıvermiştir. Kendi halkı içindeki cihad yanlısı gençleri de Afganistan ve Çeçenistan"a bypass ederek hem saltanatını olası devrimci hareketlerden korumuş hem de Amerika"nın soğuk savaşına sıcak katkılar sağlayarak efendilerini memnun etmiştir. Aynı zamanda kendi halkına da "cihad destekçisi bir iktidar" olarak maskelenmiştir.
Siyonist İsrail ile devam ede gelen savaş'ta Suriye koridorunun açık kalması elzemiyetinden dolayı temkinli hareket eden Müslümanları zalim Esad taraftarı olarak sıfatlandırılması ve Suud"un bölgeye dolaylı yollardan müdahale ederek Harici-Selefi Hilali oluşturmaya çalışması gözlerden kaçmamalıdır. Suud"un işe başlarken "Rafiziler kâfirdir" diyerek söze girmesi de ayrı bir manidarlık ifade etmektedir. Şia karşıtlığı ile yola çıkarak sözde sunnici camianında desteğini alma hesabında olan Suud"un belli bir hesap üzere yürüdüğü net olarak bellidir. O hesap da şudur; ABD ve Siyonizm"in İslam Ümmeti"nden çekinebileceği tek format vahdet formatıdır. Vahdet formatını bozabilmenin en can alıcı noktası Kâbe"dir. Kâbe"nin kutsallığını kullanarak ümmetin bulanık sularda kalmasını sağlayan Suud hiçbir Hacc ya da Umre organizesinde asla vahdet üzere bir çalışma yapmamış, ABD ve Siyonist zulmüne karşı duruştan bahsetmemiştir. Beş milyon hacıya Arafat Duası"nda İsrail Mallarına boykot çağrısının dahi yapılması İslam düşmanlarının uykularının kaçırılması için yeterli olacak küçük bir ilk adım olması tartışılmazdır.
Arab Baharı Türkiye"nin laiklik tembihi ve rüzgârı ile yelkenlenmeye çalışılırken laiklik rüzgârına yelken açmayan halkları da Suud"un Harici-Selefi rüzgârına sürükleyerek olası bir vahdet oluşumuna engel olunmak istenmektedir. Hal böyleyken gerek Sünnicilik gerekse Şiicilik yapan herkes küresel firavunun ekmeğine yağ sürmüş olacaktır ve bu kötü hallin şakası olmayıp hem dünyevi hem uhrevi sorumluluk getirecektir.
Müslümanların yeryüzünün dört bir yanındaki tüm problemlerini çözebilecek tek bir çaresi vardır o da kişilikli, nitelikli vahdettir. Başörtüsünden Mescid-i Aksa problemine kadar irili ufaklı tüm sıkıntıların çözüm merkezi Kâbe"dir. Kâbe yeryüzünün kalbidir ve yeryüzüne özgürlük, adalet, kardeşlik, vahdet, tevazu, merhamet v.s. gibi sayısız güzellikler pompalamak üzere var edilmiş bir kutsal mekândır. Mâlumdur, Kâbe kıblemizdir ve kıble yön manasınadır. Kabile ise bir yöne doğru hep birlikte yönelen topluluk demektir. Hz. Muhammed s.a.v."in tebliği ile Kâbe kalıcı kıblemiz olmuştur. Kudüs ise geçici ilk kıblemizdir. Bu alt bilgiye hikmet nazarı ile bakacak olursak güncel manada karşımıza çıkabilecek neticelerden birisi de şu olacaktır: Hz. Muhammed s.a.v."in gelişi ile birlikte ümmet şuuruna ermiş olup sıradan bir kabile topluluğu gibi davranmaktan vazgeçip, Kâbe"yi sırat-ı mustagime götürücü bir yön olarak esas almamız gerekmektedir. Ve ümmet olarak bizlere geçici kıbleler, sahte kıbleler gösterilmiş tüm enerjimizi sahte ve geçici yönlerimizle oyalanarak, harcayarak avunmamız istenmektedir. O halde ümmet olarak bizler kabile havasından çıkıp şuurlu bir ümmet olarak "Ehl-i Kıble tekfir edilmez" kaidesini de unutmadan esas mücadele yönümüzü bulmalıyız. Kâbe Harici-Tekfirci Suud"un işgalinden kurtulmadan ne geçici kıblemizdeki sıkıntı ne de diğer problemlerimiz çözülemeyecektir.
Mekke; Medine ve ihram bölgesinin yönetimi sınır ve ülkeler üzeri ilan edilip bu bölgenin yönetimi tüm İslam ülkelerinden gönderilecek yetkin bir şuraya devredilmelidir. Hangi usülle gidilirse gidilsin yön bozuk olduğu müddetçe asla hedefe varamayacağımızı anlamamız gerekiyor. İstikametin nasıl bir nitelik olduğunu daha iyi kavramamız için yazımızı sahih kaynaklarda kayıtlı bir hadis ile bitirmenin manidar olacağını düşünerek aktarıyoruz;
Resulullah sav Ali (ra)"ye sordu:
-İstikamet nedir bilir misin ey Ali?
Ali (ra):
-Nedir ey Allah"ın Rasulü, dedi
Resulullah sav;
-Hiç ok attın mı ey Ali
-Evet attım!
- Oku attıktan sonra ne yaptın?
-Oku takip ettim ey Allah"ın Rasulü, nişana varıp varmayacağını takip ettim.
Bunun üzerine Resulullah sav şöye dedi;
-İşte istikamet budur ey Ali"