Bugün ‘miladî takvim’in 2018’nci yılı tamamlanıyor.
Miladî takvim, Hz. Îsâ Rûhullah’ın muhtemel doğum tarihini esas alan bir takvim.. (Katolik ve Protestan hristiyanlar 24 Aralık gününü esas alırlar; Ortodoks Hristiyanlar ise, 7 Ocak gününü..) Ezelden ebede akıp giden zaman,Gregorian Takvim’de, Dünya’nın kendi etrafında 365 günlük ve Güneş etrafındaki bir dönüşüyle hesaplanmış ve buna Şemsî Yıl/Güneş Yılı denilmiş.. İki bin yıldır kullanıldığına göre başarılı sayılabilir.
***
Biz Müslümanlar ise.. Hz. Peygamber (S)’in Mekke’den Medine’ye Hicret’ini esas almış ve Ay’ın Güneş etrafında 355 günde tamamlanan bir dönüşünü esas alan Ay/ Qamer Yılı’na göre hesaplamışız takvimi.. (Eğer Hicrî takvimi, Ay Yılı’na değil de Güneş Yılı’na göre hesab etseydik, o zaman da şimdi, 1397-98’lerde olacaktık. Böylece asırlarca geri mi kalmış olacaktık, yoksa kendi kökümüzü her daim mi daha bir hatırlayacaktık?)
Ama, emperial sistem o kadar kuşatmış ki bizi, hele de son 100-150 yıldır, Tanzimat kafasının düşünme tarzına teslim oluşumuzdan bu yana, yazık ki, Hicrî takvimi terketmeye başladık, hattâ büyük çapta unuttuk. Ve dolayısiyle, o kutlu hadiseyi, hayatımızın her ânında hatırlamaktan da uzak düştük. Bu yüzden şimdi artık, Hicrî-Qamerî takvimin 1440’ncı senesinde olduğumuzu çoğumuz hatırlamıyoruz bile..
Hele de, miladî takvimi kullanmayı ilerlemek sananlar, bir ‘inkilap’ da o konuda yapınca tamamen koptuk.
Halbuki, Yahudiler hâlâ, 5700’li kendi takvimlerini kullanıyorlar.
Güneydoğu Asya’daki Konfiçyüsçü dinlere bağlı olanlar ise, 2600 küsurlu takvimlerini de unutmuyorlar.
Bu, köksüz kalmamak dikkatinin bir işaretidir.
Biz ise, ‘kökü mâzide olan âti (gelecek)olmak’ dikkatinden, bu basit takvim değişikliğiyle bile ayrı düşürülmek istendik.
***
Miladî takvim hesaplarına göre, İkinci Bin Yıl’ın tamamlanıp Üçüncü Bin Yıl’ın başladığı 31 Aralık 1999- 1 Ocak 2000 gecesi, Köln’ün 800 yıllık büyük tarihî katedrali Dom’da, sabahın 03.30’una kadar süren ve geçmiş iki bin yılın konuşma /vaaz, ses ve ışık gösterileriyle ve ilahîlerle özetlemeye çalışıldığı merasimi, ‘gotik’ mimarînin en mükemmel örneği sayılan o Kilise’nin buz gibi bir soğuğunda, sonuna kadar izlemiştim. Hele HaçlıSeferleri’nin kalkış noktası olduğu kabul edilen o mekânda, o tarihî hadiselere değinilmesine, Haçlı ordularının, ‘yüce kahramanlar’ olarak hatırlanıp selâmlanmasına daha bir itina gösteriliyordu.
***
KERMES’E DAVET ETMEME NOTU: İbrahim Halil Çelik dostumuz bir video göndermiş.. Bir Müslüman konuşuyor videoda; ‘Câmilerimizin girişinde bile ‘Kermese dâvet’ ilânları var.. Bu ne demektir?’ diyor ve‘kermes’ kelimesinin almancada‘kirmes’ şeklinde telaffuz edildiğini, bu kelimenin kökü itibariyle de, ‘Kirche/ Kilise’ ve, sergi, fuar mânâsına gelenmesse’ kelimelerinin ilk hecelerinden oluştuğunu, tamamiylekilise ile ilgili ve kutsallık verilen bir kelime olduğunu, ‘başka bir kelimenin kullanılması gerektiğini’ hatırlatıyor.
Bu izahı dinlerken, bir hâtıram canlandı hâfızamda:
41 sene önce, o zamanlar, Müslümanların başı üzerinde sallanan bir kılıç mesâbesindeki 163. Madde’ye aykırı yazı yazmaktan dolayı mahkûm olup Gebze Ceza Evi’ndeydim. Bir trafik kazâsından dolayı hapiste olan Edvard isimli bir alman mühendis Müslüman olmuş ve Edib adını almıştı. Ona, zekât’ı anlatırken, almanca lügatteki karşılığını gösterdiğimde derhal, ‘Hayır- hayır.. Ben Müslüman değilim..’ deyivermişti. Çünkü o arkadaşımız, ‘kirchensteuer / kilise vergisi’ vermemek için de Hristiyanlıktan çıkmıştı, ama, zekât’ın karşılığı da o lügatte, ‘kilise vergisi’ diye yazılmıştı!!.
Kendisine, ‘zekâtın, zenginin malı içine yerleştirilmiş olan fakir hakkı olduğu’ anlatılmış ve Edib de o zaman o lügate kızarak bir tekme savurmuştu.
Sahi, ‘kermes’ kelimesi yerine, Müslümanlar meselâ ‘Hayır Sergisi’ gibi isimlendirmeler yapsalar, olmaz mı?