‘Tanımıyoruz’ demek yetmez; ilişkiler derhal askıya alınmalı!

Selâhaddin Çakırgil

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi25 Nisan günü çok büyük bir ekseriyetle ‘Türkiye’yi siyasî denetimaltına almak kararı’nı kabul etti.

‘Denetim’kelimesinin mahiyetinin daha net anlaşılması için, asıl kelimeyi kullanalım: Teftiş!

Evet, sıradan bir gözetleme filan değil, ‘teftiş!’

Hani, 15 yıl öncelerde IMF temsilcilerinin Türkiye’ye gelip emirler yağdırması ve her alana burunlarını sokmalarında olduğu gibi bir durum.. 

***

Sürprizlerin daha fazlasına hazır olunmalı ama o kararı alanları şoke edici mukabil kararlar derhal alınmalı;  gerekirse, sofra, bu kararı alanların üzerine devrilmelidir. Burada, ‘sırtında yumurta küfesi yok, konuş istediğin gibi!.’ denilemez. Çünkü siz masayı onlar üzerine devirmezseniz, onlar kendi sofralarının üzerindeki bütün artıklarını, çöplerini bizim üzerimize boca edecekler, devirecekler; bütün AB kurumları kendilerini, ‘müstemleke valisi’ edâlı müfettişleri aracılığıyla her konuya karışmak isteyeceklerdir.

***

Türkiye’den resmî çevrelerden, ilk planda verilen tepkiler, bu kararın yersizliği, haksızlığı ve tanınmayacağı şeklinde.. Hattâ, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ‘Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunun bir referandumla halka sorulabileceği’ de dile getirildi. 

Bu gibi durumlarda alınacak birçok tedbirler vardır elbette.. Ama herhalde ilk alınacak karar, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ve hattâ bütün organlarıyla ilişkilerini hemen askıya almak olmalıdır.

Aksi halde, AB, müfettişlerini gönderecek ve ülkemizi siyasî yönden teftiş etmeye kalkışacaktır. Bu durum, asla kabul edilemez, edilmemelidir.

***

Bu konuda fevrî kararlar alınmaması, temkinli hareket edilmesi de söylenebilir, ama, bugün karşı karşıya kalınan durumda, inisiyatif üstünlüğünü ele almak, her şeyden önce gelir. Sadece ‘Bu kararı tanımıyoruz’ demek yetmeyebilir.

Aksi halde, siz referandum vs. gibi kararlar alınması ile uğraşırken, ‘müfettiş’ AB kurumları, ülkede iç tahrikler ve karışıklık denemeleriyle bir kriz meydana getirmek ve hattâ BM’yi bile devreye sokmaya çalışıp, daha global çapta, bir takım uluslararası entrikaları tezgahlamak isteyebilirler.

Sona kalan, donakalır ve tarih, geç kalanı affetmez.

Kandil’i tutuşturanın hangi güç olduğu ortada

Kuzey Irak’ta, Kandil Dağı’nda çöreklenen ve yıllardır Türkiye’nin başını ağrıtan silahlı PKK örgütünün, Türkiye’nin kendisini rahat bırakmayacağına kanaat getirince Kuzey Irak’taki Sincar Dağı bölgesinde de yuvalanmaya başladığı biliniyor ve Türkiye de bu durumla ilgili olarak, 'ikinci bir Kandil’e asla izi vermeyeceğini’ söylüyordu. 

Nihayet,  24-25 Nisan gecesi, Türkiye 26 savaş uçağıyla Irak’ın Sincar bölgesini ve kuzeydoğu Suriye’nin Karaçok mıntıkasını vurdu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu operasyon konusunda önceden B. Amerika ve Rusya’nın bilgilendirildiğini söyledi. Bu tabiîdir de.. Çünkü Irak ve Suriye toprakları üzerinde gerçekte hükûmet edenler, kağıt üzerinde Hükûmet gibi gözüken rejimler değil, fiiliî hâkimiyeti ele geçirmiş olan güç odaklarıdır. Onlara bilgi vermezseniz, uçaklarınız vurulabilir. 

Irak ve Suriye’deki durumu, PKK/PYD’nin Suriye’deki elebaşı Salih Müslim bile kavramış ki, yaptığı açıklamada,'Türkiye’nin 26 uçakla saldırı yapacaklarını beklemiyorduk. ABD öncülüğündeki Koalisyon Güçleri'nin izni olmaksızınTürkiye uçakları orada uçamaz. Açıklama yapmalılar' diyordu.

Bu yakınmanın hemen ardından B. Amerika ise harekât’a okey vermediklerini, bir koordinasyon bozukluğunun yaşandığını, PYD’nin DEAŞ’a karşı savaşta işbirliği yaptıkları bir güç olduğunadikkati çekti. Yani, Türkiye onları bilgilendirmişti, ama onların ‘olur’unu beklemeden vurmuştu.

Elbette yüksek riskli bir harekât...

Şimdilik açık olan, Türkiye’nin daha fazla tahammül kalmadığının anlaşılması ve inisiyatif üstünlüğünü tamamen yitirmemek için kararlı bir eyleme başvurmayı göze almış olmasıdır.

Emperyalist güçler inisiyatifin kendi ellerinden çıkmasına müsaade edecekler midir, o ileride görülecektir.

stargazete