Bu çalışmamızda toplumsal hayatın her alanında etkili olan modernleşmenin hayatımızın her alanında ilişkin öngörüleri olan İslam dinine, örf ve adetlerimize etkisini araştırıp ortaya koymaya çalışacağız.
Bunun için ilk olarak kendisini örnek aldığımız batı medeniyetini ana hatlarıyla incelerken farklarımızı ortaya koymaya çalışacak; Türk modernleşme tarihine değinirken modernleşme karşıtı bazı grupları masaya yatırıp çalışmamızı sonlandıracağız.
Sekülerleşme
Sekülerleşme ve laikleşme sürecini toplum bazında ele aldığımızda "katı sekülerleşme veya laikleşme" ve "yumuşak sekülerleşme ve laikleşme" şeklinde iki tarihsel sürece ayırabiliriz. Mesela İngiltere, ABD, Japonya, Almanya"da yumuşak sekülerleşme; Türkiye, Fransa, Rusya, Bulgaristan gibi ülkelerde katı sekülerleşme yaşanmıştır.
Sekülerleşme, dinden bağımsızlaşmayı bünyesinde taşımayla birlikte, dine düşman ve saldırgan olmadan rasyonalleşmeyi ve ekonomik gelişmeyi gerçekleştirme düşüncesindedir.
Batı Sekülerleşmesi
Batı rasyonelleşme ve sekülerleşme yolu ile bilim, sanat, ekonomi gibi birçok alanda tarihte büyük başarılar göstermiş ve bu etkisini tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Fakat batının bu başarıları yalnızca maddi yani bilimsel alanda kalmış, buna karşılık toplumun kültürünü ve ekolojik yapısını büyük ölçüde tahrip etmiştir.
Avrupa"nın gelişimine baktığımız zaman kilisenin hayatın her alanında etkili olduğunu görüyoruz. Sadece dini ve sosyal alanlarda değil siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda da etkisini hissettiriyordu. Mesela Ortaçağda Fransa"da manastırlar, devletin % 30 topraklarına sahipti. Bunun yanında binlerce büyük ve küçükbaş hayvan ve yüzlerce köleleri de ekleyebiliriz. Lord ve senyörler halkın ekonomik olarak ezilmesinde sınırlı kalmamışlar felsefede, sanatta, dinde, bilimde yani hayatın her alanında halkı baskı altında tutmuş ve sınırlamışlardır. Kendine karşı bir hareket ya a düşünce gördü mü bunları gerçekleştiren aktörlere karşı büyük cezalar uygulamıştır.
Laiklikte çıktığı topluma yani Avrupa toplumuna can simidi olmuştur. Batı tarihi genelde bilim-din çatışması ve dinin bilimi ezme ve yok etme mücadelesi olarak geçmiştir; fakat zamanla dine karşı oluşan yargılara rağmen günümüzde kilise toplumun her alanından arındırılmış değildir, zira kilise Avrupa ve Amerika"da yine toplumun en güçlü ve en etkili yapılarından biridir. Buna örnek olarak demokrasinin beşiği ve ilk sanayi devriminin menşei olan İngiltere laik değil, seküler bir din-mezhep devletidir. Sekülerleşmenin Avrupa"da en büyük etkisi kültür alanında olmuştur. Bu gelişmeler ile Avrupa büyük bir çöküntü içine girmiştir. Her şeyin odağı bilim olmuş ve insanların dinsel mirasları ve tarihsel gelenekleri göz ardı edilmiştir. İnsanların ihtiyaçlarına, isteklerine sınır koymayı, insanı sınırlamayı öğreten, insanların ilgisini maddi kazanca bağlamamayı öğreten dinin toplum hayatındaki etkisi kısa zamanda ortadan kalkarak büyük bir kültürel boşluğa dolayısı ile de kültürel çöküntüye neden olmuştur. Weber"e göre rasyonel ve seküler hayatın sonucu sosyal ve özel hayatın tamamen anlamsız hale gelmesini doğurmuştur. Yenidünya düzeni ile toplum dini bilgilerden soyutlanacak ve seküler-laik bir yapıya dönüştürülecekti. Nietzsche"ye göre ise modern çağda artık tanrı ölmüştü, onun yerini ulusçuluk ve ulus devlet ideal olarak alınmıştır.
İslam toplumlarının değişim ve sekülerleşmesi ile oryantalistler yakından ilgilenmişlerdir. Bu ilgi hem batının doğuyu sömürmesi için gerekli ortamı oluşturmak hem de doğuyu ilmi açıdan araştırma ve belirli görüşler ortaya koymak amacıyla duyulmuştur. Oryantalizmin bu açıdan doğu ile alakalı vardığı sonuç bu bölgelerde devrimlerin olmayışıdır, yani doğu insanının kendi kendine değişemeyeceği savunulmuştur. Weber ve Marx"a göre ise doğu toplumlarında batıdaki gibi devrimlerin olamayacağını savunmuşlar ancak buradaki insanların sekülerleşme ile kendi öz benliklerinden çıkartılarak bir sonuca varılacağını düşünmüşlerdir.
Doğunun sekülerleşmesi için iki yol devreye girmiştir. Bunlardan birisi askeri, diğeri askeri gücün yetmediği ya da uluslar arası hukuk dolayısı ile buralarda yapılan devrimler ile yüksek mevkilere batı tarafından modernleşme yanlısı aydınların ve yöneticilerin getirilmesi ile olmuştur. Bu geçmişte Ortadoğu"da olmuş günümüzde ise alanını Orta Asya"daki birçok devlete kaydırmıştır.
Bilindiği gibi batıda laiklik uygulanmış ve bu toplumlara nispeten bir düzen sağlamıştır. Daha öncede belirttiğimiz gibi batı tarihi din ve mezheplerin mücadelesi ile geçmiştir. Laiklik ile toplumlararası bir düzen sağlanılmak amaçlanmıştır; fakat Osmanlı Devleti"nde ne katliam olmuş ne de ihraçlar olmuştur. Mesela Hıristiyan ve Yahudi cemaat toplum hayatında ileri derecede etkinliğe sahip olup, kendi haklarını zaman zaman dış siyasi güçlerden aldıkları yardımlar ile korumayı bilmişlerdir, kaldı ki bu cemaatler zamanında batıda görülmeyen özgürlüğe sahiptiler. Devlette herhangi bir dine ve mezhebe baskı yapmayı yasaklamıştı
Kilise Avrupa"da yalnız siyasi alanda değil bilimsel alanda dâhil her alanda baskı kurmuştur. Bilim veya akıl yerine kilisenin kendi ürettiği düşünceler halka empoze edilmeye çalışılmıştır. Dönem şartları düşünüldüğü zaman rasyonelleşmenin ortaya çıkışı batı için belli sınırlar çerçevesinde olumlu sonuçlar doğurmuştur. Batı rasyonelleşme ile her ne kadar kültürel yozlaşma içine girdiyse de döneminde bilimin en üst seviyesine ulaşmıştır. Fakat kendi toplumumuzda bırakın İslam"ın bilimi engellediğini bilakis insanları bu alana teşvik etmiştir. Tarih kayıtlarında da gösterdiği üzere İslam orduları 8. asrın başlarında Cebeli Tarık Boğazına kadar ulaşmışlar ve Avrupa"nın büyük bir kısmını ele geçirmişler burada büyük bir medeniyet oluşturmuşlardır. 10. asırda Kurtuba kenti batının en temiz ve en gelişmiş kenti olmuş, yine bu kente 70 halk kütüphanesi ve 900 hamam faaliyete geçirilmiştir(65,66).
Tanzimat Fermanı
Tanzimat modernleşmeye, batılılaşmaya ve laikleşmeye yönelik atılmış ve halkın bir katkısı olmadan siyasi zümre tarafından hazırlanıp tarih sahnesine sokulmuştur. Devlet tarafından yapılan bu yenileşme hareketlerinin sebebi ise Osmanlı Devleti"nin batı karşısında ilmi ve teknolojik olarak geri kalması ve devlet ricalinin bu durumu geçte olsa fark etmesi ve bunlara önlem alması ile olmuştur.
Tanzimat bir devrim hareketi değildir. Bilindiği gibi devrim kelimesi bir düzeni kaldırıp yerine yeni bir düzen getirmektir; fakat Tanzimat"ta amaç devleti yeniden düzene sokmak için eski sistemi düzenlemek olmuştur. Ayrıca Tanzimat devlet karşıtı devrimciler tarafından değil bilakis devlet ricali tarafından yürürlüğe konmuştur. Bununla birlikte Tanzimat din ve devlet işleri ayrımında atılmış önemli bir adımdır.
Osmanlı Devletinde Şeyhülislam, Ulema devlete bağlı bir yapıdaydı. Devlet içinde kendilerine verilen görevleri yapmakla yükümlü bu yapılar devlet tarafından yapılan bu yenileşme hareketlerini desteklemiş ve meşru kılmışlardır.
Klasik Dönem Osmanlı Devlet yapısı büyük ölçüde İslam hukuku üzerine kurulmuştur. Devlet meşruluğunu dinden alıyordu, ayrıca hükümdar hem siyasi hem de dini vasıf üstleniyordu. Hükümdar dini kurallar ile sınırlandırılıyor böylece halka adaletli hükmetmesi sağlanıyordu. Hükümdar yaptığı faaliyetleri Şeyhülislam makamından fetva alarak gerçekleştiriyordu. Ulema devletin siyasi, hukuki, eğitim alanları gibi önemli müesseseleri elinde bulunduruyor ve buraya adam yetiştiriyordu. Böylece Ulema devlet ile içli-dışlı olmuş, ayrıca devlet ile halk arasında bir köprü vazifesi görerek devletin meşruluğunu sağlamış ve otoritesini kuvvetlendirmiştir. Ulemanın bu gücünün farkında olan hükümdar Ulemayı yanını çekmek ve otoritesini korumak için bu yapıyı besliyordu. Bu şekilde Ulema güçlenerek padişahı tahtan indirecek kadar güçlenmiştir. Padişahlar genelde 18.asra kadar Ulema ile ilişkileri korumuşlar bu asırdan sonra Ulema-iktidar arasında bir soğukluk yaşanmış hükümdar bu soğukluğu giderek genişletmiş ve Ulemaya karşı cephe almıştır.
Osmanlı Devleti 16.Asrın başlarına kadar ilerlemesini ve genişlemesini sürdürmüştür. Bu yüzyıldan sonra İlmiye teşkilatında adam kayırma, rüşvet alma, mevki makam sevdası ve görevi kötüye kullanma gibi hadiseler olmuş ve bunlar teşkilatın gerilemesinde baş etken olmuştur. Osmanlı Devleti 17. yy"da da siyasi ve askeri alanda gerilemeye başlamıştır. 1699"da Avusturya ile imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti Avrupa karşısında geri kaldığını anlamış ve ilk reform olarak da yenilginin askeri olmasından dolayı yine bu alanda yapılmaya başlanmıştır. Buradan anlattıklarımızda görüyoruz ki Osmanlı Devleti Batı ile farkı geç fark etmiştir. Çünkü 16 asırdan sonra Klasik Osmanlı yönetiminde, toplum örgütlenmesinde ve kurumsal yapılarda çözülmeler olmuştur. Bu çözülmeler geçte olsa fark edilmiş ve 17.asrın ilk yarıs8ından itibaren Genç Osman, 4.Murat ve Köprülü Ailesi ile başlayan bir reformasyon dönemine girilmiştir. Bu reformlar devlet yapılarını kökten değiştirmeyi hedeflememiş sadece varolan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel düzenlerin Batı ile kıyaslanarak düzeltilmesi amaçlanmıştır. 18.sırla birlikte 3.Ahmet ve Damad İbrahim Paşa dönemlerde artık Batı ile açık bir etkileşim içine girilmiştir. Bu devirde devlet batının ilmini ve teknolojisini kullanarak Batı ile mücadele etme fikri yerleşmiştir.
Din-devlet ilişkisi bakımından fazla bir etkisi olmayan Lale Devri daha sonra oluşacak siyasi zümreleşmeye zemin hazırlamıştır. Osmanlı Devleti gerileme karşısında ilk olarak savunmacı, daha sonra yenilikçi ve modernleşmeci, en sonunda da kendini Batı taklitçiliğine bırakmıştır.
17891807 3.Selim dönemi ile birlikte batı devletleri ile denge kurmak için uzlaşma yoluna girilmesi gerektiği düşüncesine doğru ilk adım atılmıştır. 3.Selim orduda ve sosyal alanda yenilikler yapmıştır. Bu dönemde Fransız İhtilali ile ortaya çıkan fikir hareketleri Osmanlı Devletini de etkilemiştir. Ayrıca bu dönemde din-devlet ilişkisi ilk defa tartışılmaya başlanmıştır.
2.Mahmut dönemine baktığımızda ise 1808 tarihli Sened-i İttifak tarih sahnesine girmiştir. Sened-i İttifak ilehanedanın, ulemanın, ayanların ve valilerin bir araya gelerek oluşturdukları bir belgedir. Bu belge ile padişahın otoritesi sınırlandırılmış, ayan ve eşrafa karşı sorumlu kılınmıştır. Sultan-halifenin yetkisini belli ölçüde sınırlayan Sened-i İttifak Modern Türkiye"nin oluşma sürecinde önemli bir aşamadır. Bu belgenin en önemli özelliği ise giriş kısmında devletin her yönden geri kaldığının bildirilmesidir.2. Mahmut"un askeri alandaki önemli faaliyetlerinden biride Yeniçeri Ocağının kaldırılmasıdır. Sosyal ve eğitim alanında da yenilikler yapan 2.Mahmut Ulema"nın devlet işine karışmasını engellemeye çalışmıştır. Bununla birlikte ulemanın gücünün farkında olup bundan yararlanmayı bilmiştir. Öyle ki gerçekleştirdiği politikalardan dolayı karşısına aldığı halkın gücünü Ulemanın gücü ile kırmayı bilmiştir. Görülüyor ki bu dönemde laik bir düzen oluşmamış fakat şibih-laik düzenin oluşması ile Tanzimat devletinin ortaya çıkmasına zemin hazırlanmıştır.
Bu dönemde devlet icraatlarını meşru kılmak için Ulema"nın gücünden sıkça yararlanmıştır. Ulema"da devletin bu durumunu görerek sistem içinde önemli bir konumda olduğunu anlamış ve kendilerinin rehavete girmesine ve yeni şeyler üretemeyerek ilime ve Osmanlı Devleti"nin güçlü olması için gerçekleştirilecek projeler hazırlamamalarına sebep olmuştur. Böylece hem devlet hem de Ulema hızlı bir şekilde gerilemiştir.
Özetle Tanzimat"a kadar geçen sürede Ulema ile devlet arasındaki bağ yavaş yavaş kopmaya başlamıştır. Hükümdarın yetkileri sınırlandırılmış ve Batıya karşı geri kalındığı kabul edilmiştir. Ulemanın hükümdar üzerindeki yetkisi yavaş yavaş azalmıştır. Devlet yaptıklarını meşru göstermek için ulemanın gücünden de faydalanmıştır.
Tanzimatçılar ferman ile batı tarzı bir ferman kurma gayesinde idiler. Bununla birlikte devleti o dönemdeki kötü gidişattan kurtarmayı amaçlıyorlardı. Fransız İhtilali, Çağdaş Avrupa siyasi, sosyal, idari ve askeri fikir akımları ve müesseseleri fermanın arka planında önemli bir yere sahiptir. Tanzimat Fermanı ilan edildiğinde Abdülmecid 1617 yaşlarında idi, bu yüzden Tanzimat yanlıları padişahı kolayca yönlendirmişlerdi. Ferman ile devletin bir veya birkaç kurumunun değil bütün kurumların düzene sokulması amaçlanmıştır.
Sened-i İttifak ile büyük ayan ve eşraf hükümdarın otoritesini sınırlarken Tanzimat ile diplomat aydın ve bürokratlar aynı görevi üstlenmiştir.
Türkiye"nin modernleşmesinde, sekülerleşmesinde batılaşmasında ve laikleşmesinde Gayrimüslimlerin Müslümanlar ile hukuki eşitliği önemli yer tutar. Türkiye"de laiklik Tanzimat geleneği gelişip devlet hatta kişilerin çeşitli dinler karşısında tarafsızlığı ve hoşgörüsü olarak anlaşılmıştır.
Tanzimat"ın eşitlik maddesi, kanun karşısında eşitlik hak ve özgürlükler getirmiştir. Yani kanunların önceki dayanağı din iken, sonrakinde belirleyici olan modern anlamda insanın hak ve özgürlükleri ve bu çerçevede çıkarılan kararlardır. Bu şekilde fer man ile birlikte Müslüman-Gayrı-müslim ilişkileri yabancıların dini yaşantıları, hakları gibi konular dini temele değil seküler bir temele dayanmaktadır. Bu ise laikleşmenin en önemli zeminidir. Devlet tam olarak laikliğe geçmemiş şibih-laik bir dönem geçirmekle birlikte meşruiyetini temelde dinden almaya devam etmiştir.
Din ile ilişkileri gevşetmeye başlayan ve dini duyarlılığı azalma işaretleri veren Tanzimat Devleti esasen israfı ve lüks bir hayat biçimini devlet politikası olarak benimsemişe benzemektedir. Borç altında ve ekonomik çöküntü içinde bulunan devletin yeni binalar ve saraylar yaptırması bunu göstermektedir.
Tanzimat ile servetin dolaşımını çok küçük bir azınlığın eline geçmesini sağlayarak toplumdaki paylaşımın, hayır ve sevap duygularının ağırlıkta olduğu bir dünya görüşünden mala ve eşyaya karşı ilginin giderek arttığı maddeci, dünyevici bir düşünce ve yaşayış biçimine bırakılmıştır. Gösterişçi tüketim devlet idaresinin en üst yöneticilerine kadar çıkmış, pahalılığın, borçlanmanın, rüşvetin, haksız kazancın yayılmasına, hazine malının çeşitli diplomatlarca aşırılmasına neden olmuştur. Bu olumsuz özelliklerden dolayı Tanzimat ahlakın bozulmasında önemli bir dönem olmuştur.
Tanzimat"ın en önemli psikilojik özelliklerinden biri de Batı ya da Avrupa kompleksi olmuştur. Devlet önceleri Batının üstünlüğüne karşı savunmacı bir tepki izlemiş daha sonra faydalanma yoluna gidilmiştir ve sonunda batının üstünlüğü kabul edilmiştir. Bununla da kalmamış devletin üst kademelerinde büyük etki yaratmış ve diplomatlarında etkisi ile bu kademelerde büyük bir batı taklidi oluşmuş, Batı taklidi bir yaşayış oluşarak kendi örf ve adetlerini unutan yabancı kişilikler oluşmuştur.
Bu dönemde devletin başında bulunan Abdülmecid diplomatlarla iyi ilişkiler kurmuş, elçilerin siyasi konuda padişahlarla konuşmaları adet değil ilen ferman ile Abdulmecid, muhabbeti iç işleri konuşmaya varıncaya kadar getirmiştir. Ayrıca dini konulara, üst düzey yetkililerin azl ve atamalarına varıncaya kadar karışma cesaretini bulmuşlar, özel meclislerdeki konuşmalardan dahi haberdar olmuşlardır.
Tarihte 2. Mahmut ile başlayan batı müdahalesi Tanzimat ile zirveye ulaşarak Tanzimatçılara dahi gına getirecek düzeye ulaşmıştır. Bugünkü gelinen noktada devlet anlayışının ve toplum zihniyetinin oluşumunda Tanzimat"ın büyük payı olmuştur. Tanzimat, asırlarca içinde yaşadığı bir medeniyetin dairesinden çıkarak asırlarca müdahale halinde bulunduğu başka bir medeniyetin dairesine girme çabasını göstermiş ve onun değerini kabul ettiğini ortaya koymuştur. Tanzimat ile dinden bağımsız alanlar ortaya çıkmış bu da modern Türkiye"nin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Eğitim alanında yapılan yeniliklerde bu alan dünyevileştirilmiş ve bugünkü eğitim teşkilatının temelleri atılmıştır. Bu dönemde yapılan dilde sadeleşme ile toplumla özdeşleşen birçok kelimi siyasi eğitim ve sosyal alanlardan yavaş yavaş çıkarılmaya başlanmıştır. Gerek Encümen-i Daniş ve Tercüme Odası, gerekse önceki dönemlerden kalma Mektebi Tıbbiye, Mekteb-i Harbiye ve Mühendishane Türkiye"de eğitimin sekülerleşmesinde ve Avrupa bilgisinin taşınıp yerleşmesinde büyük rol oynamıştır. Böylece materyalist, akılcı düşünceyle yazılmış kitaplar okullarda okutulmaya başlanmıştır. Fransız Devrimi"ni hazırlayan materyalist ve akılcı düşüncedeki filozofların hemen hemen tüm kitapları eğitim alanında yaygınlaşmış ve buralarda okutulmaya başlanmıştır. Ayrıca dönemin devlet-medrese ilişkilerine baktığımızda yönetimin medreselerle alakalı yenilik hareketinde bulunmadığını görüyoruz. Bu yüzden medreseler yeni açılan okulların gerisinde kaldığını görüyoruz. Bu geri kalışa rağmen ulema hiçbir faaliyete girmemiştir.
Bu yüzden bu dönemde Tanzimat ile birlikte saray ve çevresinden başlayarak batılı hayat tarzı ve batı zihniyeti yavaş yavaş yukarıdan aşağıya doğru oluşmaya başlamıştır. Böylece toplumda dini gevşeklikler ve aykırı davranışlar baş göstermeye başlamıştır. Bunlara karşı devlet uyarı mahiyetinde faaliyetlerde bulunmuş, Bolu"da devlet yetkilileri uyararak halkın İslam"dan uzaklaşmaya başladığını, bunun önüne geçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Tanzimat ile batılılaşma etkisinde kalan kadınlarda kılık kıyafetlerinde dikkatsizlik oluşmuş, devlet buna da el koyup önlem almaya çalışmıştır.
Bu dönemde daha öncede belirttiğimiz gibi dilde değişim ve sadeleşmeler olmuş, bu hareket devletin üst kademelerinden aşağıya doğru olmuştur. Tercüme Odasının kuruluşundan birkaç yıl sonra Babıâli"deki kâtipler için Arapça ve Farsça hocası olma şartı getirerek uygulamaların yürürlükten kaldırılması ise Osmanlı Devleti"nin yönünü doğudan batıya çevirdiğini vurgulamaktadır.
Kavramlar üzerinde değişiklikler olmuş mesela "vatan" kavramı Müslümanlar arasında kişinin doğduğu yeri ifade ederken, Tanzimat ile birlikte gerek sözcüklerde gerekse batıdaki gibi siyasi anlamda kullanılmaya başlanmıştır. "Hürriyet" kavramı da anlam değişikliğine uğrayarak İslam anlayışında esirliğin köleliğin karşıtı iken Tanzimat ile birlikte tüm siyasi haklara, özgürlüklere sahip olma manasında kullanılmıştır.
Bunlar göstermektedir ki Türkiye"de ilerici-gerici ikilemi Tanzimat"a dayanmaktadır. Devlete karşı bu dönemde oluşan muhalefet ise devlet otoritesinin zayıflamasına neden olmuştur. Bu dönemden itibaren İslam birliği ile birçok milleti içinde barındıran Osmanlı Devleti artık modern, laik, milliyetçi bir yapıya bürünmeye başlamıştır.
Cumhuriyet Dönemi Din Politikası
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu"nun 2. maddesinde: Türkiye Devleti"nin dini Din-i İslam"dır; resmi dili Türkçe"dir; Makarrı Ankara şehridir" biçimindedir.
Bu madde 1928"de değiştirilmiş "Türkiye Devleti"nin resmi dili Türkçe"dir; Makarrı Ankara şehridir" şeklinde değiştirilmiştir.
Daha sonra 1937"de "Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçe"dir, Makkarı Ankara şehri" şeklinde yapılmıştır.
Tarih bize gösteriyor ki Cumhuriyet dönemi yöneticileri dine karşı yumuşak bir üslup sergilemeyi bir taktik olarak kullanmışlardır ve doğacak muhalefeti önceden engellemeyi amaçlamışlardır. Yukarıda da anlattığımız üzere anayasada devletin dininin İslam olduğu belirtilmiş daha sonra bu kaldırılmış ve anayasaya laiklik ibresi konulmuştur. Laikliğin daha tanımı yapılmadan sisteme entegre edilmiş ve konu yasalar ile dokunulmaz hale gelmiştir. Bununla birlikte laikliğin ana ilkesi din hizmetlerinin yürütülmesinin devletin müdahalesi olmaksızın cemaatlere bırakılmasıdır; fakat Cumhuriyet yöneticileri Şer"iye Vekâletinin kaldırılmasından sonra Diyanet İşleri Bakanlığını kurarak din ile alakalı işleri genel idaresi altına almıştır. Bu haliyle devlet laik bir yapıdan ziyade Ortaçağ dönemindeki gibi kilise-devlet şeklini almaştır.
Laikliğin devlet politikası olarak uygulanması beraberinde birçok problemi getirmiştir. Laiklik toplumun iç dünyası ile maddi yaşamının birbirinden ayrılmasında başrol oynamıştır. İnsanlar dinini yalnızca özel hayatlarında sınırlamış buda büyük toplumsal sorunlara neden olmuştur.
Laiklik ile tevhid inancı parçalanarak Ortaçağ Roma yönetimindeki gibi ikili bir sistem ortaya çıkmıştır. Fransa laikliği ruhani güç ile dünyevi gücün iktidar mücadelesini engellemek amacı ile yürürlüğe konulmasına karşın bizde laiklik ile beraber böyle bir sorun ortaya çıkmıştır.
Cihad ve şehadet insanların İslam"dan uzaklaşması ölçüsünde ya da emperyalist işgal ve müdahaleler yolu ile İslam"ın siyasal hükümlerinin uygulamadan uzaklaştırılması durumunda insanların malları ve canları ile çabalamalarını gerektiğini ifade eden siyasi içerikli kavramdır.
Toplumsal hareket parçası olduğu toplumda ya da grupta değişme meydana getirmek ya da bir değişmeyi engellemek üzere süreklilik içinde eylemde bulunan bir insan topluluğunu ifade eder.
Bir başka görüşe göre ise toplumsal hareket toplumsal düzenin bazı yönlerinin değiştirilmesine yönelik olan ve toplumsal olarak paylaşılan eylem ve inançlardır.
Modernleşme en genel anlamı ile "bir cemiyetin mevcut nizamını yani içtimai, maddi ve manevi değerlerini bir tipten başka bir tipe çeviren süreçtir (İnalcık 1972:33). Bu anlamda Türkiye Tanpınar"ın deyimi ile uzun yıllardır başını kaşıyarak eşiğinde beklediği medeniyeti nihayet kabul etmiştir. Bu süreç askeri kaygılarla başlamış ve Atatürk devrimlerine kadar birbirini etkileyen ve doğuran süreçlerle geçirmiştir. Kurtuluş Savaşı"na kadar modernleşme 100 yaşına girmiş ve hemen hemen devletin bütün sektörlerine yayılmıştır.
19. asırda batının pek çok kurumunu ithal etmiş olan Osmanlı Devleti devlet sisteminde İslami kanunların devam etmesinden dolayı yapıda ikili bir sistem doğuyordu. İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan devrimler Mustafa Kemal"e göre "Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseselerin yıkılması" anlamını taşıyordu. Bu faaliyetlerin ana gayesi Türk toplumunu modernleştirmek ve yüzünü doğudan batıya çevirmesini sağlamaktı.
Din alnındaki devrimlerin başlangıç yılı 1924 olmuştur. Medreselerin kapatılması (3 Mart 1924), şer-i mahkemelerin kaldırılması (8 Nisan 1924) ile başlayan bu devrimler Şubat 1925"te din temelli bir ayaklanmanın görülmesi ile daha da sertleşmiştir. Tekke ve zaviyelerin kapatılarak mallarına el konulması (30 Kasım 1925) her türlü dinsel toplantı ve ayinin yasaklanması (2 Eylül 1925) bu dönem içinde olmuştur. Ayrıca devlete Bağlı Diyanet İşleri Reisliği kurulmuş (3 Mart 1924) ve fes kaldırılarak şapka giyme zorunluluğu getirilmiştir.
Eğitim alanına baktığımızda Türk Tarih Kurumu kurularak Türklerin unuttukları tarihlerin canlandırılması ve ulusal bir kimlik oluşturma amaçlanmıştır.
Osmanlı Devletinden günümüze kadar süren modernleşme hareketleri sonucu Müslüman gruplar tarafından yönetime karşı bazı ayaklanmalar baş göstermiştir. Fakat bunların birçoğu ahlakın bozulması, içki ve kumarın yaygınlaşması, kadınların açıklığı veya çocukların dinsel değerlerden uzak yetiştirilmeleri gibi sınırlı ver siyasal içeriği olmayan eleştiriler olmuştur. Bunlara örnek olarak Nakşibendî şeyhi Mehmet Zahid Kotku devleti mutlak bir düşman olarak görmüyordu. Bu anlamda İslamcılığın radikal yorumlarına da itibar etmiyordu. Öte yandan İskender Paşa cemaatinin radikalizme uzak durması 12 Eylül öncesi Türkiye"de yaşanan çatışma ortamına İslamcıların yoğun olarak katılmamalarının önemli nedenlerinden biriydi. Nurcu hareketin en önemli liderlerinden olan Fetullah Gülen Körfez Savaşı sırasında Süleymaniye Camiinde verdiği bir vaazda bazı Müslümanların savaş karşıtı gösteriler yapmalarını kastederek "sokaklara dökülerek filana hayır falana hayır demekle bir yere varılamaz" (Cumhuriyet 21 Ocak 1991) biçiminde ifade kullanmıştır. Bu ifadeler onun sistem karşıtı hareketleri desteklemediği biçiminde yorumlanıp genellikle milliyetçi-muhafazakâr partilere verdiği desteği 99 seçimlerinde DSP"ye kaydırması daha çok milliyetçi yapıya kaydığını gösterir. Bunun yanında batılılaşmaya karşı siyasi partilerde olmuş fakat bunlar İslam ile demokrasinin uzlaşabilirliği konusunda mesajlar içermiştir. Bu partiler ile Müslümanların demokratik sistemin varlığını tehdit etmeksizin ve onun gereği olan oy haklarını kullanarak vatandaşlık ölçütlerine uymaları sağlanmış, böylece de Müslümanlar ile sistem arasında tampon oluşturulmaya çalışılmıştır.
İslami hareketlerin eleştirdikleri hususlar genelde bazı İslami hükümlerin uygulanıp, modern toplumla çatışan yanlarının bir tarafa bırakılması anlayışı olmuş, "İslam bugün ve her zaman yaşanabilir bir dindir" sloganı çağdaş İslami hareketlerin temel düşüncesi olmuştur.
Bu saydıklarımızın yanında Türkiye"de modernleşmeye karşı radikal İslami hareketlerde olmuştur. Bunlardan biri Hizbu"t Tahrir"dir. Türkiye"nin mevcut hali ile batının maşası haline getirildiği, batının temel amacının ise İslam"ı yok etmek olduğu, buna karşılık Müslümanların birleşerek bir İslam devleti kurmaları gerektiğini öneriyordu.
1960"larda adından sıkça söz ettiren ve Ürdün kökenli olan Hizbu"t Tahrir hareketi olaylı bir biçimde kapanmış, Ercüment Özkan bu hareketin bazı görüşlerini benimseyip yeni bir hareket başlatmıştır. İktibas dergisini çıkararak ticari bir kaygı gütmeden dağıtmış ve Kuran"ın siyasal boyutunu kitlelere anlatılması amaçlanmıştır.
Sonuç olarak yıllarca süren modernleşme çabaları şunlar için yapılmıştır:
* Modern bir bilince ve teknolojiye sahip olmak
* Resmi sözleşme ilişkilerinin egemen olması
* Dini, ekonomik, politik alanlar birbirinden ayrılması
* Kadın erkek eşitliğinin olması
* Bireyselliğin gelişmesi
* Yazılı kültür ve aktarım mekanizmaları egemen olması
* Okur-yazar oranının yüksek olması
* Demokrasiyi gerçekleştirebilmek olmak
* Aydınlanma deneyimini yaşamış olmak
* Laik ve akılcı olmak
Bibliyografya:
Ejder Okumuş, Tanzimat, Hece Yay. 2001
Hulusi Yazıcıoğlu, Bir Din Politikası Olarak Laiklik, İst. 2003
Alev Erkilet, Eleştirellikten Uyuma, Hece Yay.2004
Bünyamin Duran, Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, Timaş Yay. 1997
Alev Erkilet, Ortadoğu"da Modernleşme ve İslami Hareketler, Hece Yay. 2004
Aytekin Yılmaz, Modern Demokrasi, Yeni Türkiye Yay.2000
saafonline.com