1992’de başlayıp, 7-8 yıl süren ve yüzbinlerce insanın sırf müslüman olmalarından dolayı katledilmeleriyle, korkunç bir bir jenosid’e / soykırıma dönüşen Bosna Faciası, Amerikan dayatması Dyton Andlaşması’yla kısmen sona erdirildikten sonra, uluslararası müdahalelerle ‘o büyük facianın düşmanlık ve intikam duyguları gelecek nesillere intikal ettirilmesin..’ mantığıyla, Bosna’daki ders kitablarına yazdırılmamış, yok sayılmıştı.
O dönemde, Fransız medyasında aynı mantıkla, meselâ, ‘yahudi soykırımı’nın da tekrarlanmamasının gerektiği dile getirilince ise.. Bazı yahudi fikir adamları, ‘Bunun kabul edilemiyeceğini, çünkü, yahudilerin yaşama güçlerini, tarih boyunca hristiyanlarca uygulanan holocaust/ pogrom veya jenosid hikayelerinden devşirdiklerini’ belirtmişlerdi.
Dahası, bir ara, fransız medyasında ermeniler de soykırım iddialarını tırmandırınca, önde gelen yahudiler, ‘jenosid’in iddialarının yahudilerden başkası için kullanılmasının, yahudilere karşı uygulanan zulümleri sıradanlaştırıp sulandıracağı endişesiyle karşı çıkmışlardı.
***
Tarihte cereyan eden hadiselerin yine tarihe bırakılması gibi temenniler, bütün toplumlar için bir genel kural haline getirilebilse, belki, faydalı da olabilirdi. Ama pratik bir değeri olur muydu; o da ayrı bir konu.. Ne var ki toplumlar, birbirleriyle savaşırken, hemen hattâ yüzlerce-binlerce yıl gerilerdeki zafer veya yenilgileri hatırlatmaktan el çekemiyorlar.
***
Nitekim, Suriye’de Türkmen Dağı denilen mıntıkada, oradaki mahallî güçler, son günlerde, Baas/ Esed rejimi güçlerine karşı direnişi kaybedince, Esed rejiminin fedaîlerinden, Antakya- Samandağ nusayrîlerinden -ve 11 Mayıs 2013’de 53 kişinin ölümüyle neticelenen Reyhanlı Patlaması’nın aslî faillerinden birisi olduğu bildirilen- Mihraç Ural isimli sergerdenin işaret fişeğiyle, hemen, ‘Mercidabık’ın intikamı alındı..’ diye tezahürat yapmışlar..
O gösterileri yapanlara, ‘Mercidabık nedir ve neresidir?’ deseniz çoğu onu bilmezler bile.. Sözkonusu yer, Şah İsmail, 1514’deki Çaldıran Yenilgisi’nin intikamı için kendisine müttefik olarak gördüğü Mısır’daki Memlûk sultanı Kansu Gavrî’ye yaklaşırken, Yavuz Selim’le Kansu Gavri arasında ve Haleb kuzeyinde cereyan eden ve Osmanlı’nın galib geldiği ve Lübnan, Suriye ve Filistin’i topraklarına kattığı savaş alanının adıdır.
Şimdi, Rusya ve İran’ın himayesindeki bir gerilla savaşında elde edilen bir küçük üstünlükle 500 yıl öncesindeki Mercidabık Zaferi arasında bağ kurmak gülünç değil mi? Hani, savaş alanında Yavuz Selim adına hareket eden birisi olsa, neyse..
***
Bu haberin geldiği gün, bir haber de Rusya’dan geldi. Rus Askerî Akademisi Başk. Yard. Gen. Sergey Çvarkov, ‘Türkiye’nin Suriye sınırındaki bir rus uçağını 24 Kasım’da düşürmesinin tesadüf olmadığını; çünkü o günün, General Alexander Suvorov’un 1730’daki doğum günü olduğunu ifade etmiş.. 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı önemli zaferler kazanan Gen. Suvorov’un, ‘Türkiye’de ‘topal paşa’ olarak anılıp, adını çocukların bile bilip korktuğu bir asker’ olduğunu da savunan Çvarkov, ‘Türkiye bu yüzden, onun doğum gününde bizi arkadan bıçakladı’ demiş; komik bir mantıkla..
Halbuki, bırakalım çocukları, bölge ülkelerinin tarihini az-çok mütalaa eden birisi olarak, bu ismi hiç duymamışım.
***
Bu gibi yanlışlardan biz müslümanlar da kurtulamadık.. Nitekim, sionist yahudiler aleyhindeki nice gösterilerde, ‘Hayber Hayber ya sion!’ şiarlarıyla, düşmanlara, Hz. Peygamber (S) zamanında Hayber’de yahudilere karşı kazanılan zafer hatırlatılır; ama, bugünün acı gerçekleri hatırlatıldığında ne diyeceğimiz düşünülmeden..
***
Tekasür Sûresi’nde mal-mülkle, mezarlarla /geçmişle ve çoklukla öğünmeler yerilmektedir. İnsanoğlu’nun temel hastalıklarından bazıları da bunlar, çünkü.. Ve bu gibi yerilmiş konular, yeni savaşlardaki güç gösterilerinin dinamikleri olarak kullanılmaktadır.
stargazete