Geçenlerde, üniversitede tarih okuyan bir gençle sohbet ederken, Salâhaddin Eyyubî’nin Haçlı Ordularıyla savaşlarından önce, Müslümanlarla da çok savaştığını öğrendiğini, hayal kırıklığı yaşadığını söyledi. Doğru, Salâhaddin, şiâ’nın ‘7 İmam Mezhebi’ olarak bilinen İsmailiye’nin güçlü devleti Mısır’daki Fâtımîler Devleti’ni yenilgiye uğratmadan önce, başta Halep, Musul, Bağdat ya da bölgedeki diğer birçok sultanlık ve beyliklerle de uzuuuun muharebelere girmiş ve Kudüs’ü Haçlılar’dan geri almak merhalesine ancak öyle gelebilmişti. Ve o noktaya gelirken de, o ‘Müslüman’ sultanlık ve beyliklerden her birisi de ayakta kalabilmek için Antakya’daki, Kudüs’teki, Urfa’daki Hristiyan kontluklarından yardımlar almıştı.
***
Müslüman güçlerin birbirleriyle savaşması, sadece o zamana mahsus kalmayıp, daha sonra da bir gelenek halinde asırlarca sürmüştü. Anadolu Selçuklu Devleti’nin korkunç Moğol İstilası üzerine dağılması sonrasında ortaya çıkan (Karamanoğulları, Dulkadiroğulları, Artukoğulları, Mengücekoğulları, Ramazanoğulları, Canikoğulları, İsfendiyaroğulları, Germiyanoğulları, Aydınoğulları, vs. gibi) yığınla beyliklerden her birisi de birbirleriyle uzuuun ve çetin muharebeler içinde, ateşle denenerek ayakta kalmaya çalışmadı mı? Ki, Bilecik-Söğüt civarındaki Osmanlı Beyliği o beyliklerin en küçüklerinden olmasına rağmen sonunda diğerlerini bertaraf etmişti. Ve o beyliklerin en güçlüsü olan Karamanoğulları Devleti, Osmanoğulları’nın tarih sahnesine çıkmasından 170 sene sonralarda Fatih Sultan Mehmed eliyle ortadan kaldırılabilmişti. Tarihî bir acı gerçektir ki, Karamanoğulları da ayakta kalabilmek için başta Papalık olmak üzere Hristiyan güçlerinden yardımlar alıyordu.
Fatih’in, ‘Benim ile saltanat lâfın edermiş ol Karamanî, / Hüda fırsat verse (e)ger, kara yire koram, ânı..’ demesi, ortada sadece bir kararlılığın değil, nasıl bir hıncın olduğunu da gösterir.
***
Bunları tarihten umutsuzluk yansıtmak için değil, ders çıkarmak için hatırlamalıyız.
Haa, şunu da söyleyelim.. Bizde bunlar olurken, karşımızdaki dünya yekvücud muydu? Onlar daha da kanlı boğuşmaların içinden geçiyordu. Ki, son yüzyıldaki iki büyük Dünya Savaşı bile, -arada, İslam Milleti, Müslüman halklar ve güçler de yansa bile- temelde o Hristiyan güçler ve halkların korkunç boğuşması olarak başlayıp bitmişti. Onların kalpleri daha bir şerhâ-şerhâ idi. Bu durum onlara yakışıyordu ve fıtratlarında vardır, ama Müslümanlar?
Yazık ki, bugün belki de her zamankinden daha büyük bir facia halinde Müslüman ülkeler ve halkla arasındaki münasebetleri, güç dengelerini emperiyalist –şeytanî güçler etkiliyor ve hattâ düzenliyor.
***
Bugünlerde, yazar (ve şair) Ali Emre’nin Ekin Yayınları’ndan çıkan ‘Nureddin Zengi’ isimli eserini (yolculuklar esnasında) yeni bitirdim. Tarihî romanları sevenler için, okunmaya değer bir eser..Zengi, Salâhaddin Eyyubî’nin Müslüman tarihindeki zaferler ve mefahir dolu yerinin alt yapısını oluşturan ve yazık ki çok az bilinen büyük şahsiyetlerden..
***
Ali Emre eserinin takdiminde, ‘Haçlı İstilâlarının sadece -bugün-Ortadoğu denen coğrafyayı değil, Endülüs’ten Kuzey Afrika’ya kadar bütün dünyayı kasıp kavurduğu 12. Yüzyılda yaşayan büyük zorluklarla dolu bir dönemde yaşamasına rağmen, (…) Bugünküne benzeyen tarafları çok fazla olan Müslüman Şark’ın o dönemde hem kandili, hem kılıcı hem de kalkanı.. (…) Bir ayağını Halep’te tutarak Müslümanları birleştiren, zillet örtüsünü üstlerinden atan, değerler bağını yeniden yeşerten mücahid ve muttaki bir önder.. (…) Elliden fazla beldeyi Frenk işgalinden kurtarmasının yanında, inşa ettiği medreseler ve diğer kurumlarla sünnî uyanışa can katan bilge bir yönetici. (…)’ diyor.
***
Tarihin seyrinin ve insanlığın kaderinin nasıl şekillendiği üzerinde uzun uzun faraziyeler yürütülebilir. ‘Kaderin üstünde bir kader vardır’. Ama bizim yapmamız gereken, o geçmişe bakıp hayal kırıklıklarını yeniden yaşamak veya hayalî zafer meydanlarına at sürmek değil, ibret almak olmalıdır.
stargazete