Derin Gerçekler
Dün 19 Mayıstı.
19 Mayıs sonrası ne olmuştu?
”Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı Sivas Kongresi sonrası kaybedilmemiş topraklardaki yapılanmalar birleştirilerek ”Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını aldı. Bunun hemen öncesinde, adından pek söz edilmeyen bir oluşum var.
17 - 18 Ocak 1919 tarihlerinde Dr. Esat Oktay Bey başkanlığında Kars'ta 131 temsilcinin katılması ile oluşturulan, konfederatif, başkanlıkla yönetilen, temsilcilerinin seçimle geldiği bir hükümet kurulmuştu. Daha önce “Kars Millî İslam Şûrası” olan adı “Cenûb-i Garbî Kafkas Hükûmet-i Muvakkata-i Milliyesi” (Güneybatı Kafkasya Milli Geçici Hükûmeti) olarak değiştirildi. 12 Nisan 1919 da İngilizlerin Kars'ı işgal etmeleriyle son buldu.
Kongre için yapılan seçimlere kadın-erkek 18 yaşını dolduran herkes katıldı. Nedense bu oluşum hep görmezden gelindi.
Mustafa Kemal Samsun'a geldiğinde, Samsun İngilizlerin işgali altındaydı. O günlerde, Kars İslam Cumhuriyeti'ni yıkan subayların bazıları da oradaydılar. İçlerinde Solter’in de bulunduğu İngiliz askerleri Amasya’ya gitmişlerdi. Amasya’da yaşanan bayrak olayından bir ay sonra 12 Haziran 1919 Perşembe günü Mustafa Kemal karargâhı ile birlikte Amasya’ya geldi. Mustafa Kemali bu yolculuğunda yabancı gazeteciler de izliyordu.
Sonrasını biliyorsunuz.
63 davet edilen delegenin katıldığı Erzurum Kongresi 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında, 41 delegenin katıldığı Sivas kongresi 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplandı. İki kongreye toplam 104 delege katılmıştı. Kars İslam şurasına ise seçimle 131 üye seçilmişti. Kongrelerde Amerikan, İngiliz mandacılığı dahil bir çok konu tartışıldı. Ankara’ya giden heyeti temsiliyenin, aynı zamanda Kuva-yı Milliye ve Müdafa-yı hukuk’un gayesi ise “Hilafet ve saltanatın ihyası” idi. Yani Mustafa Kemalin bu ziyareti işgalcilerden habersiz değildi.
Neyse, o işler dünde kaldı, ama ne tarihin gerçeğini biliyoruz ve ne de ders almışlığımız var. Gece-gündüz gidiyoruz da “ne haldeyiz bilmiyoruz” 6 ay bir düz gidip, bir arpa boyu yol almadığımız dönemler oluyor. Yol aldık sanıyoruz, sonra sil baştan.
Evet, “Bu ülke Türklerindir” diyeceksiniz ve Türkçü parti partilerin toplamının aldığı oy belli. Nasıl oluyor bu. %90’ı Müslümanlarındır diyeceksiniz, ama aldığı oy da belli. Hem Müslümanım diyeceksiniz, hem de “sakın din, ekonomik, sosyal, siyasal hayata müdahele etmesin” diyeceksiniz. Allah'a inanacaksın ama haşa O'na güvenmeyeceksin... ''Müslümanlık güzeldir'' diyeceksin ve fakat Müslümanlara güvenmeyeceksin. Din “irtica”, dindar “mürteci” olacak. Laiklik adına dinin farzlarını, kavramlarını, kurumlarını yasaklayacaksınız.
Anlamsız bir övünmeden, döğünmeden ne zaman kurtulacağız bilmiyorum. Biz şöyleyiz, biz böyleyiz diyen adam, bir gün sonra “bizden adam olmaz, bu milletten bir cacık olmaz dediğini duymanız mümkün. Miras paylaşımı için masaya oturduğunuzda kardeşler birbirinize karşı ne düşünüyorsunuz, ya da hanımınız, komşularınız, iş ortaklarınız.. Niye kendinizi kandırıyorsunuz ki. İşte apaçık ortada insanların çoğu hüsrandadır. Bakara Suresi'ni okuyalım ve bu konuda Ben-i İsrail'in çetin imtihanından ders alalım.
Cumhuriyetin tek partiden gelen resmi ideolojinin partisi olacaksınız, ama darbeler dışında ve tek parti dönemi dışında hiçbir zaman iktidar olamayacaksınız.
Türbedarlığı yasaklayacak, ölülerden medet umulmaz diyeceksiniz, kurucunuza Türbe yapıp, rejimin koruyucu gücü silahlı kuvvetleri türbedar yapacak, “ulu önder”inizi halka karşı kanunla koruyacaksınız. Monarşiyi yasaklayacak ama kendi liderinizi hayat kaydu şartı ile “tek adam” ilan edeceksiniz. Sahi “tek adam” rejimlerine “monarşi” demiyorlar mı idi. Tek adam Monark olmuyor mu idi. Hani “Ulu Öder”e de “Führer” diyorlardı değil mi?
Ülke Laik olacaktı ama resmi ideoloji dine karşı bir din, dinler üstü bir din olacaktı. Ve tabi eleştirilemez! Ha tabi “Din eğitimi”ni Laik devlet düzenleyecek, Dini vakıflar laik devletin yönetimine verilecek ve imamlar devlet memuru olarak maaşa bağlanacaktı. Hacı-Hoca demek yasak olacaktı ama, devlet Hac yönetmeliği çıkartacaktı.
Şimdi Laiklik, Katolik toplumlarda, varlık ve meşruiyetini İncil’den alan, egemen bir devlet olan Vatikan insanın ruhani, Tanrısal egemenliğini temsil ederken, ulus devlet, Westefelya protokolüne göre, yercil ve bedeni temsil eden dünyevi egemenliği temsil edecekti. Peki İslam’da Ruhban sınıfı yokken ve imamlar devlet memuru olunca bu laiklik nasıl bir şey olacaktı?
Elbette her hangi bir ülkede, kimse tek adam ve tek bir inanç ve ideolojiye bağlı olmamalı, zaten olamaz da. Ama peki nasıl Kemalist olacak? Hacı, hoca, paşa, efendi, şeyh demek yasak da, efendilerden, beylerden, Hacı-Hocadan, Şeyhten geçilmiyor. Devlet icabında tarikat da kuruyor. Dede de var, Çelebi de. Şapka giymek de mecbur, ama bu şartları uygulayan var mı? Yok olmasına yok da, yasa ama hala mevzuatta korunuyor. İşin ilginç yanı bunları kaldırmak ya da değiştirmek de mümkün değil, kaldırmak da. Çünkü değiştirilmesini telif etmek bile bir parti için kapatma sebebi. Anayasal düzeni değiştirmeye yönelik bir cürüm olarak ağır cezalık bir suç bu.
Güya rejim rasyonalist, pozitivist. Ama anayasa seviyesinde düşünmeyi bile suç sayan düzenlemelerimiz var. Ve bunlar da güya Cumhuriyetin nitelikleri oluyor! Bizim solcularımız solcu, sağcılarımız sağcı değil. Liberallerimiz de liberal değil. Demokrasi desen zaten helvadan bir put. Daha doğrusu makyaj malzemesi.
Herkes Atatürkçü olmak zorunda olunca herkes kendi Atatürk’ünü üretti. Atilla İlhan “Hangi Atatürk” diye sorar, Cumhuriyet gazetesinin sahibi Evren'in Kemalizm’ini görünce “Ben Atatürkçü değilim” diye kitap yazdı. Doğu Perinçek’in Atatürk’ü ile Haydar Baş’ın ya da Erbakan’ın Atatürk’ü aynı mı? Komunist’lerin Atatürk’ü ayrı, Özal’ın Atatürk’ü ayrı. Nejla Çarpan’ın Atatürk’ü ruhani bir kişiliktir, Adnan Oktar’ın Atatürk’ü de nev-i şahsına münhasır bir karekterdir. Bu konuda asıl uzman kişi Moiz Kohen/Tekip Alp’tir. Bir de Osman Nuri Çerman’a sormak gerek tabi. Diyanetin Atatürk'ü ile Genel Kurmayın Atatürk'ü aynı olabilir mi? Şu kesin Ecevit’in Atatürk'ü, İsmet Paşa'nın Atatürk’ünün devamı değil. Demirel’in Atatürk’ü Bayar’ın Atatürk’ü ile aynı değil. Erbakan’ınki de ayrı tabi. Zaten bakınca herkesin kendine uyacak bir sözü vardır Mustafa Kemal'in. Mustafa Kemal’in pragmatik bir adam. İcabında Taksim’e Sovyet generalinin heykelini bile dikeriz, yeri gelince de “Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” deriz. Diyecek bir şey bulamazsak uydururuz.
Yeni Adana gazetesinden 17.11.2017’de Cezmi DOĞANER “Atatürkçülük ve Çeşitleri” diye bir yazı yazmış. Bu gazete Atatürkçü sol bir gazete. Yazıda “Kayabaşı´nın Sesi” adlı gazetenin 6. Sayısını “Atatürk´ü yaşatacağız” manşeti ile çıktığına ilişkin Cumhuriyet gazetesinde 2-8 Temmuz 1993 tarihinde yayınlanan bir haberi alıntılamış. ”Çeşit, çeşit Atatürkçüler?” başlığıyla yazdıkları manşet haberde “sahte Atatürkçüler”i 13 gruba ayırmışlar. Öteki Atatürkçülerin hangisi gerçek o da tartışmalı. Mustafa Kemal hakkında o kadar farklı iddialar var ki! Kendi hayatı içinde de her dönemde farklı bir Mustafa Kemal tipi öne çıkıyor. Bu gazetedeki Çakma Atatürkçüler öyle sıralanıyor:
*Papağan Atatürkçüler: Atatürk´ün söz, düşünce, ve özdeyişlerini tıpkı bir papağan gibi ezberleyip, yineleyenlere papağan Atatürkçüsü denir.
*Tören Atatürkçüleri: Bunlar, sadece ulusal ve resmi bayramlarda, törenlerde Atatürkçü olan kişilerdir.
*Reklam Atatürkçüleri: Atatürkçülüğü gerçekten benimsemedikleri halde her fırsatta Atatürkçülükten söz ederek Atatürkçülüğün reklamını yapanlara reklam Atatürkçüleri denir.
*Korku Atatürkçüleri: Korkularından Atatürkçü olanlara korku Atatürkçüleri veya zoraki Atatürkçüler denir.
*Moda Atatürkçüleri: Atatürkçülük bazen yurdumuzda moda olur. Sadece Atatürkçülük modasına uymak için Atatürkçü olanlara, Atatürkçü görünenlere moda Atatürkçüsü denir.
*Söylev Atatürkçüleri: Atatürk´ün ve onun ilke ve devrimlerinin ticaretini, tüccarlığını yapanlara denir.
*Gardırop Atatürkçüleri: Sadece kravat takmayı, Batılılar gibi giyinmeyi Atatürkçülük sananlara denir.
*Tekelci Atatürkçüler: Bunlar, Atatürk´ü, Atatürkçülüğü onun ilke ve devrimlerini kendi tekellerine geçiren (geçirdiğini sanan) kişilerdir. Bunlar Atatürk´ü tabulaştırıp putlaştırırlar.
*Atatürk ve Atatürkçülük düşmanı Atatürkçüler: Bunlar, Atatürk´ün ilke ve devrimlerine düşman oldukları halde, asıl amaçlarına ulaşmak için herkesten fazla Atatürkçü görünürler. Bunlar, ellerinden gelse gerçek Atatürkçüleri bir kaşık suda boğarlar.
* 10 Kasım, 50. Yıl, 100. Yıl Atatürkçüleri: Bunlar sadece belirli günlerde sadece birkaç günlüğüne Atatürkçü olan kimselerdir. Örneğin 10 Kasım’da yas tutarlar, siyahlara bürünürler.
*Olağanüstü dönem Atatürkçüleri: Olağanüstü günlerde Atatürkçü olup diğer günlerde Atatürkçülüğü biten Atatürkçülerdir. (…)
*Ruh Atatürkçüleri: Atatürk´ün ruhuyla konuştuğunu ileri süren kişilerdir. Bu kimseler Atatürk´ün ruhunun Türk milletine kendi aracılığıyla bazı mesajlar bildirdiğini ileri sürer ve konuşmaları birer kitap halinde yayımlarlar?
Bugün “Yeşil Sermaye”, “Yeşil Feminist” gibi “Yeşil Atatürkçüler / Yeşil Kemalistler” de var aramızda.. Biliyorsunuz bir arada “Yeşil Komunistler” de çıkmıştı.
Bu slogancılıktan, kamplaşmalardan ne zaman kurtulacağız?
Bu kurtarıcı lider önder tartışmasından ne zaman kurtulacağız.
Dün, bugün ve gelecek bizim için hala kavga konusu. Herkesin kendine göre mutlak, eleştirilemez, kutsal liderleri, örgütleri, düne, bugüne ve geleceğe dair kanaatları var. Bu fanatizmle bizlerin iki yakası bir araya gelmez. Hani adil şahitler olacaktır. Adaletten sapmayacaktık.. Halimiz ortada. Kemalist’i öyle de, Müslümanı kaç çeşit. Sünni, Şii, Vehhabi; bitti mi, onlar da kendi içinde 40 parça.
Din, mezhep, ideoloji, etnik kimlik, coğrafi farklılık bile kendine özel tefrika grubları oluşturuyor.
Milliyetçisi de böyle, solcusu da.
Bu topyekun bir çürümeyi ifade ediyor aslında.
Nurcusu kaç çeşit en yenisi, en okumuşu, Milli Görüşçüsü, Saadet, Has Parti, Yeniden Refah, AK Parti, Gelecek de, Deva da o gelenekten gelme partiler.
Aleviler tek parça mı? Siyasi farklılıklar bile dini yapılarda ayrılıklara sebeb oluyor. Ve bu işler sadece tefrika olarak kalmıyor, tekfire gidiyor iş.
Allah’ın emrine uymayan haram işliyor, Resulün sünnetine uymayan mekruh bir iş yapmış oluyor, birisinin peşine düşmeyen ya da onun söz ve işlerini eleştirenin vay haline, onlar kendine yeni bir din arasınlar, tevbe estağfurullah.
Neyse bu günlükte bu kadar.
Selam ve dua ile.