Milletvekilimiz Sayın Zeki Ünal beyefendinin Türkiye tarihi, siyaseti, tabiatı ve kültüründen tuvaline yansıttıklarını anlatmaya devam ediyoruz. Altı seneyi aşkın çalışması ile bu denli geniş bir çalışmaya ilk defa ev sahipliği yapan Milli Kütüphanemize getirdiği sanat zenginliğinin bazı örneklerinden bahsedelim bugün. Resimler arasında aheste aheste dolaşmak, her birini içe sindirmek, üzerinde düşünmek, tarihe, yaratılışa, varoluş ve yokoluşa tanıklık etmek gerekiyor. Her birini uzaktan ve bir mesafeden, öyle olduğu kadar ayrıca yakından, yanıbaşından incelemek gerekiyor. Belki bir daha bir daha gelerek gözlemlemek lazım…
Saat kulesi ile zihinlerimizde yerini alan İzmir’deki bu eser Osmanlı’nın çöküş ve akabinde cumhuriyetin kuruluş hikayesine tanıklık ediyor. Cennet mekan Sultan Abdülhamid Hanın tahta çıkışının gümüş yılını, bir başka deyişle yirmi beşinci yılını kutlamak için Sadrazam Sait Paşa tarafından yaptırılmış kuledeki, nadir saat Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in hediyesiymiş. İzmit’in saat kulesi ise aynı hikayeyi bir başka yerde anlatıyor. Onunkisi yerli acıyla bir anlatım. Abdülhamid Hanın gümüş yılını Kocaeli Mutasarrıfı Musa Kazım’ın Tavşancık ve Hereke’den getirdiği taşlarla yaptırdığı hediyesi ile kutlayışına götürüyor bizleri.. Hatay, kültürlerin beşiği Hatay şehrimizse, bir tarafta iki bin senelik Saint Pierre Kilise diğer tarafta bin üçyüz seksen yıllık Habib Neccar Camisi ile insanlığın tarihine uzanıyor. Saint Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın kutsal mekanlarından olduğu kadar İslam inancının ne denli kapsayıcı ve bütünleyici olduğuna da işaret ediyor. Zira adını aldığı zat; ki halk arasında Aziz Petros ismiyle anılır Hazreti İsa aleyhisselam’ın havarilerinden biridir. Habib Neccar Camii ise Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Yasin süresinin yirmi altıncı ayeti kerimesinde bahsedilen zatın şehid düştüğü ve türbesinin olduğu yerdir. “Ona haydi gir cennete denildi. O ise ne olurdu kavmi de bilseydi”. Sayın Ünal’ın fırçasıyla tazelenen bütünsel tarih çizgimiz biz kullar ile Rabbimiz olan Allah Celle Celalühü en temel, en basit, en “tek olan” çerçevede ilişkilendiriyor.
Hakkari’nin adı bile beni başka bir yerlere götürüyor. Görevi sebebiyle dedemin ve dolayısıyla anneannemin ve dayılarımın yıllar geçirdiği Yüksekova-Gavar’a ışınlıyor. Zapsu vadisinin güzelliği suyun Irak’tan getirdiği renklerle tuvale sanki bir başka yansıyor. Bir asıra geçmiş derken, Bartın’daki yetmiş milyon yıllık güzelliğe ne diyeceğiz…çok ve çok geçmiş mi.. Güzelcehisar lav kayaları, okyanuslara mı yoksa onları şimdiki güzelliğine büründüren magmaya mı borçlu bugününü, düşündürüyor. Bitlis’in Ahlat Mezar taşları ise yani başında Sayın Ünal’ı buluyor. Dünyanın en büyük tarihi mezarlığı olduğu iddiasında olan alan mezar taşlarında bir araya getirdiği ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerle de dikkat çekiyor “Allah tektir ve birdir,” “yeryüzünde bulunan her şey fanidir,” “dünya bir saatlik müddettir, onu ibadetle geçir” ve “ölüm bir kapıdır, herkes oradan geçer” ile bize yerimizi hatırlatıyor.
Resimlerin arasında kaybolurken dünyanın ilk darphanesine, yani para basılan medeniyetine Manisa’da rastlıyoruz. Yıl, Milattan önce yedinci yüzyıl. İnsanlık devlet güvencesinde ilk defa Lidyalılarla para ile tanışıyor. Şanlıurfa’daki Göbekli tepenin resmi ise insanlığın en eski tapınağı olma vasfını beş bin yıllık geçmişi ile karşımıza çıkan Malta’daki tapınaktan alıp, on iki bin senelik tarihi ile Göbekli tepeye bahşediyor. Yıllar değil asırlar, milenyumlar arasında dolaşıyoruz. Pınarhisar cezaevi günleriyle bir Ankara’dan, Beştepe Külliyeli bir Ankara’da Milli Kütüphane’de buluşuyoruz. 24 Nisan akşamına kadar açık olacak bu değerli sergiyi en kısa zamanda tekrar ziyaret edeceğim.
yeniakit