Tarihi günler-Yeni Türkiye

Ahmet Taşgetiren
Bir yanda, bir cumhurbaşkanının zehirlenme iddiasının açıklığa kavuşması için feth-i kabir yapılıyor, yani mezarı açılıyor.

Bir yanda Anayasa Mahkemesi, CHP'nin, 444'le ilgili "laikliğe aykırı" gerekçesiyle açtığı iptal davasını reddediyor.

Bir yanda 12 Eylül'ün, 28 Şubat'ın aktörlerinin mal varlıklarındaki anormal artışlar sorgulanıyor.
Ve bir yanda, çoğu yüksek rütbeli 365 subayın sanık olduğu bir darbe girişimi yargılanıyor ve karara varılıyor.
Neresinden bakılırsa bakılsın bu yeni Türkiye'dir.

Karanlıkların üzerine gidilen, laiklik ihlalinin gerekçe olarak gösterildiği her meselede, yargının otomatik kararlar vermesinin sona erdiği ve askere, özellikle darbe yapabilme potansiyeli bulunan askere dokunulabilen bir Türkiye...

Nerelerden geldik?

Özal gibi, kurulu düzenle hesaplaşma cesaretindeki bir siyasetçinin suikast girişimine maruz kaldığı, ölümünde zehirlenme ihtimalinin ciddi bulunduğu bir Türkiye'den geliyoruz buralara...

Siz, 28 Şubat günlerinde içinde seçmeli Kur'an eğitimi ve Siyer dersi bulunan bir eğitim düzenlemesi yapabilir miydiniz bir, böyle bir şey yapabilseniz bile, bu hamleniz "laikliğe aykırı" gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne gitse ret kararını bekleyebilir miydiniz, iki.

O Anayasa Mahkemesi ki yüzde 47 oy almış bir iktidar partisinin kapısına neredeyse kilit vuracaktı.
O günlerde Anayasa Mahkemesi'ni ana muhalefet odağı gibi değerlendiren CHP, şimdi gidiyor gidiyor geri dönüyor Anayasa Mahkemesi'nin kapısından.

Askeri müdahale aktörleri hakkında mal varlığı sorgulaması yapılacak, bu dün mümkün müydü?
Bunlar az şey değil Türkiye'nin geldiği nokta açısından.
Ve tabii Balyoz, Ergenekon vs. davaları...
Başbakan ne diyor: "Sizin bilmediğiniz o kadar şey var ki, şimdi söyleyemem, hatıralarımda yazacağım."

Karar çıktı Balyoz'da... "Balyoz gibi..." diye sundu medya kararları...
330 mahkûmiyet, 34 beraat: Lider konumunda görülenlere müebbedin eksik teşebbüs halinin karşılığı...
Karar tartışılacak.

Henüz süreç bitmiş değil kuşkusuz.
Gerekçeler açıklanıp, heyet tarafından her sanık için verilen cezanın altı doldurulduğunda, öncelikle kamuoyu ceza ile suçların birbirini doğurup doğurmadığını değerlendirecek.

Sonra Yargıtay safhası var, aynı değerlendirmeyi Yargıtay yapacak. Belki Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurma söz konusu olacak, belki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi safhası olacak.

Böyle büyük bir davanın, böyle tartışmalara yol açmaması mümkün olmazdı.
Kararı veren mahkemenin, dünyanın gözü önünde seyreden bu davada çok kritik bir sorumluluk üstlendiği bir vakıa.

Millet, ordu, yargı, siyaset dengesi

Türkiye, "Cumhuriyeti koruma kollama" klişesi altında neredeyse hak gibi mütalaa edilen "darbe"ler döneminden geliyor. Postmodern darbe dönemlerinde yüksek yargı mensuplarının brifinglerde askeri ayakta alkışladıkları dönemlerden geliyor.

"Memleketin her şeyi bizden sorulur, siviller ne ki" diyen kişilerin, kendilerine emanet edilen askeri imkanları bu yönden kullandıkları için sanık sandalyesine oturtulmalarını içlerine sindirmesinin kolay olmayacağı muhakkak.

Ama Türkiye bütün bunları aştı ve yargılamayı gerçekleştirdi. Tarihi olan budur.
Sürecin sonunda kararın alacağı şekil, bu tarihi durumu değiştirmeyecektir.
Zaman zaman bize "Artık Türkiye'de darbe dönemleri kapandı mı" diye sorulur.
Aslında bu soruda bir kaygı da saklıdır.

Şu olan bitenler, artık Türkiye'de millet iradesine müdahaleyi hiç kimsenin aklından bile geçirmemesi içindir.
Ama medyadaki bazı köşelere yansıyan öfkeye baktığınızda, yargılananların tavırlarına baktığınızda, bir yerlerde "yeniden hesaplaşma" gibi duyguların diri olduğunu gözlemliyorsunuz.

Ama 1960'lardan bu yana, köprülerin altından çok sular aktığı bir vakıa. Türkiye, kendi gerçeğine doğru yol alıyor. Millet millet oluyor, ordu ordu, yargı yargı, siyasetçi siyasetçi oluyor...

Kimsenin özel imtiyazının bulunmadığı bir Türkiye gerçekleşiyor.
 
bugün