Tayyip'in kırbacı ile değil

Ahmet Taşgetiren

Girişte "kalp dili, gönül dili, yürek dili, samimiyet dili"ne vurgu yaptı. "Devletin dili ile konuşan bir kadro değiliz"in altını çizdi.

Konuşmanın Uludere ile ilgili kısmında, 136 yıl önce Vidin'de yaşanan bir olaydan misal verdi. Olay şu:
Köylü müşire (general) geliyor ve askerin köyün tarlalarını, bağını, bahçesini harap ettiğinden şikâyet ediyor.

Müşir kalkıp köye gidiyor ve gerçekten anlatılanların doğru olduğunu görüyor. Belindeki kırbacı çıkarıyor ve oradaki askerin başında bulunan subaya vurmak istiyor. Tam bu sırada, bir başka komutan, müşirin bileğinden tutuyor ve:

-Hayır, diyor, cezayı senin kırbacın değil, Devlet-i aliyenin kanunu verecek.

Başbakan, "Yanlış yapan bedelini öder" diyor, "Herkes yargı sürecine saygı duysun" diyor. "Bizim yönetimimizde Türkiye, ne askerin sivilin kulağını çektiği, ne de sivilin askerin ensesine vurduğu bir ülke değildir. Hiçbir hatayı örtmeyiz, hiçbir hata yüzünden de yargısız infaz yapmayız" diyor.

Yani, birisine kırbaç vurulacaksa, bunu Tayyip'ten beklemeyin, yargının kırbacını bekleyin demek istiyor.

Hatayı kabul ediyor ama terörle mücadelede hatanın kaçınılmazlığının da altını çiziyor.

1914'te, Sarıkamış'ta, Oltu'da yaşanan bir faciayı anlatıyor. Orada iki birlik 4 saat boyunca birbiriyle vuruşuyor, sonra birlikler birbirine yaklaştığında anlıyorlar ki, ikisi de Osmanlı birliği. Askerler gözyaşı içinde birbiriyle kucaklaşıyor ama geride 2 bin şehit kalıyor.

Başbakan, önceki hatalarda, teröristi çoban zannetmenin sonucu, güvenlik güçlerinin kayıp verdiğini, Uludere'de tersinin yaşandığını ama güvenlik güçlerinin kaybında Uludere kadar duyarlılık gösterilmediğini belirtiyor. Konuşmanın buraları, CHP'ye, BDP'ye, medyaya sitem dolu.

Başbakan, konuşmanın bir yerinde konuyu MHP lideri Bahçeli'yle paralel değerlendirdiğini vurguluyor, ki bu sanırım, bugün siyaseten altı çizilecek hususlardan biri oluyor.

Başbakan, Uludere'nin istismar edildiğinde ısrar ediyor. İstismar ağına, Wall Street Journal'la bağlantılı olarak Yahudi lobisinin girdiğine işaret ediyor.

Başbakan'ın Uludere ile ilgili sözlerinde ayrıca kaçakçıların, teröristler tarafından bölgeye döşenen mayınların haritasını bildikleri gibi bir ima yer alıyor. Bununla Başbakan sanki "Kamuoyunun bilmediği çok şey var" demek istiyor.

Başbakan'ın konuşmasında "terörle mücadele" ekseni ağır basıyor. Dolayısıyla konuşmanın, terörle mücadeleyi önemseyene ve önemsemeyene göre değerlendirilmesi söz konusu olacak.

Dolayısıyla konuşmaya, PKK'yı terör örgütü olarak kabul ettiğinizde, onunla mücadeleyi Türk-Kürt bütün toplumun selameti için kaçınılmaz olarak gördüğünüzde, bir şekilde bakarsınız, PKK'yı bir misyonla dağa çıkan insanlar olarak görüp, kendinizi de o misyonla bütünleştirdiğinizde başka şekilde bakarsınız.

Başbakan, terörle mücadelede hukuka bağlılığın altını çiziyor ama terörle mücadeleyi de olmazsa olmaz değerde görüyor.

Onun için, Çukurca'da 11, Aktütün'de 15, Ulupınar'da 9, Göngören'de 18, Dağlıca'da 12 sivilin, askerin şehit edilmesinin kolaylıkla göz ardı edilmesine isyan ediyor. Buralarda can verenlerin her birisinin de özel hikâyeleri olduğunun altını çiziyor.

Bir de Başbakan, 10 yıl içinde faili meçhuller, 12 Eylül, Dersim, 28 Şubat, 27 Nisan konusunda yapılanları hatırlatıp, Uludere'de bir şeylerin üstünün örtüldüğü iddialarının haksızlık olduğunu söylüyor. "Devleti şamar oğlanına çevirmek isteyenlere çanak tutmayız" sözü de bu isyanın içinde.

Ben konuşmadan şu sözlerin de Başbakan'ın Uludere duygularını yansıttığını algıladım:
"Yitip giden her can bizim canımızdan bir parçadır."

 

bugün