Teheccütün önemine dair bazı hatıralar

Abdullah Büyük

Kalp hastalıklarına deva olan Kur’an tilaveti ve teheccütün özellikleri ve bereketleri üzerinde yaptığım değerlendirmelerden sonra teheccütle alakalı bazı anılarımı paylaşmak istiyorum. Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken takriben 1972 yıllarında Muhammed Hamidullah Konya’ya gelmiş ve okulumuzu ziyaret etmişti. Hayli nazik ve kibar tavırlarla konferans salonuna girdi ve önce bütün katılımcılara anlamlı bir şekilde bir müddet baktı. Ardından nafile ibadetlerin teşhiri uygun olmasa da salonda bulunanlardan, teheccüte kalkanların el kaldırmalarını rica etti. Daha sonra Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutanlardan da aynı şeyi istedi. Ardından o günden beri her tekrarladığımda sineme bir ok saplandığını hissettiğim şu sözlerini söyledi: “Demek sizler Peygamber varisleriniz öyle mi?” Bizim de ifşa edilmeyecek bazı sırlardan olan bu ibadetleri, Allah ile kul arasında olan özel anları açmamız, bu gizemli zaman dilimlerindeki oluşum atmosferinin öneminden ve kalbî hastalıklarımıza deva olma özelliğine sahip olmasındandır. 

 “Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur” (İsra Suresi 79) ayet-i kerimesinde bahsedilen makam-ı mahmut hakkında pek çok yorum ve tefsir bulunmaktadır. Ancak rahmetli Ahmet Hamdi Sağulu hocamız, şöyle bir bakış açısı getirmişti: “Nasıl ki Efendimiz (s.a.v) gece kıyamı ve teheccütle makam-ı mahmut derecesini elde etmişse, teheccüt ibadetine devam edenler için de Allah, onlara uygun bir makam bahşedecektir.”

İçinde bulunduğumuz kış mevsiminin hatırına okurlarımızdan Zümer suresindeki şu ayet-i kerimeyi de düşünmelerini istirham ediyorum: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi 9)  Bu ayet-i kerime, hassaten bilgi ve ilme yönelik yapılan çalışmalarda sık sık tekrar edilmektedir. Bu ayet-i kerimeden önceki ayette “İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!” (Zümer Suresi 8)  buyrulmuş, bu ayetin ardından ilim sahibi olanlardan önce, geceleri secde eden, kıyamda duran, ibadet eden, ahiretten çekinen ve Allah’ın rahmetini dileyenler olmak üzere üç zümreyi daha zikretmiştir. Böylece insanlar arasında iki zıt zümre oluşturulmuş ve bu iki zümrenin beyazla siyahın zıt olduğu gibi birbirlerinden uzak olduğu anlatılmıştır. Bu iki grup insan, nazarı dikkate verildikten sonra ise, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür!” (Zümer Suresi 9) buyrularak, birbirleriyle kıyas götürmeyeceği anlatılmıştır. O halde sürekli ilmî ortamlarda okuduğumuz bu ayet-i kerime aslında okuyanlar, yazanlar, ellerinde kalem olanlar ve olmayanları değil, bu iki grubu kıyas etmektedir. İşte küfreden grubun karşısındaki zümrenin ilk vasfını ‘gece secde edenler’ olarak belirten Rabbimiz, gece kıyamının Allah’a yaklaşmada öneminin ne denli büyük olduğunu gözler önüne sermiştir. Bunun yanında ayetten alacağımız diğer bir mesajın da ilim ve amelin alıp verilen nefes kadar bir ve bütün olması, bir adımımız ilim ise diğer adımımızın aksiyon içermesi gerektiğini da ifade etmek isteriz. 

Netice olarak şunu ifade etmek gerekir ki, böyle büyük öneme haiz olan teheccüt ve gece kıyamının tembellik ve atalete kurban edilmemesini istirham ediyor, selâm ve dualar ediyorum.

yeniakit