O sözle birlikte laikliğin, inanç özgürlüğünün, AK Parti'nin ana koordinatlarının tartışılacağı kesindi.
İki: Ahmet Altan bu sözden hareketle, özetle "Tek din dediniz mi, laikliği kaldırmaya yeltenmişsiniz demektir, bundan da kan çıkar" diyor. Bu da Altan'ın son zamanlarda pek heveslendiği aşırı heyheylenmenin uzantısı.
Üç: Hüseyin Çelik, "Başbakan da hata yapar, bu bir dil sürçmesi" demiş. Bu da pek "dil sürçmesi" gibi gözükmeyen bir sözün telafisi babında erken bir açıklama.
Bu üç notu düştükten sonra gelelim "Tek din" ifadesinin bağlamını anlamaya.
Başbakan bu sözü "Tek dil demiyorum" notu ile birlikte zikretti. Yani kırmızı çizgi olarak "Tek dil"in mahzurunu dikkate alan ama "Tek din"in özel olarak seçildiğini belirten bir durum söz konusu oldu. Bu durumda, dil sürçmesi yaklaşımı inandırıcı olmuyor.
"Kan çıkar" söylemi
Peki "Tek din" vurgusu, "kan çıkar" diyenlerimizin anladığı bağlamda söylenmiş bir söz olabilir mi?
Yani Başbakan, bundan böyle Türkiye'deki bütün dinleri silip, yerine "tek din"i, tabii beklendiği gibi "İslam"ı ikame etmeyi planlamış, diğer ifadeyle laikliğin köküne kibrit suyu dökmeyi hedeflemiş olabilir mi?
Burada şu notu düşeyim: Anayasa'da laiklik ilkesi bulunsun mu bulunmasın mı, laiklik yerine onun tanımını koymak yeterli değil mi gibi sorular üzerinde düşünmek, konuşmak kadar tabii bir şey olamaz. Böyle bir tartışmayı "kan çıkar" diye kesmek ancak "Neo-Kemalist" söylemle mümkün olabilir.
Şunu da not edeyim: AK Parti hükümetleri, gayrimüslim azınlıkların hakları konusunda, bugüne kadar kurulu düzenin normlarını aşan bir genişleme sağlamıştır. Bu, bu konuda çok duyarlı olan AB'nin de, ABD'nin de, gayrimüslim azınlıkların da çok net olarak altını çizdiği bir durumdur.
"Tek din"in bağlamı var
Başbakan'ın dillendirdiği "Tek din" yaklaşımının bir bağlamı var. O bağlam Kürt sorunu ile ilgili ve ucu da taa Lozan'a kadar gidiyor.
Lozan'da "Azınlıklar" konusu tartışılırken, İtilaf Devletleri temsilcileri, gayrimüslimler gibi Kürtler'in de azınlık statüsü içinde değerlendirilmesini, dolayısıyla Kürtler'in haklarının da uluslararası garanti altına alınmasını talep ettiler.
Türk Temsilci Heyeti ise "Türkiye'de Müslüman azınlık bulunmadığı, Türk, Kürt, bütün Müslüman toplulukların yüzyıllar içinde tek millet gibi kaynaştığı" tezini savundu. Uzun tartışmalar oldu. Sonunda Türk tezi kabul edildi. "Azınlık" statüsü sadece gayrimüslimler için öngörüldü. Türkler, Kürtler, başka Müslüman kavimler, "Ana unsur" çerçevesinde "tek millet" gibi değerlendirildiler.
Lozan'ı Cumhuriyet hükümeti imzaladı.
Lozan'da, Türk tezi "Ümmet" esasına göre belirlenmiş bir tezdi.
Başbakan'ın "Tek millet" vurgusu da, bu anlamda Lozan'a ve Cumhuriyet'in bakışına uygun bir yaklaşım oldu.
"Tek din" vurgusu da yine Cumhuriyet'in Lozan belgesine yansıyan "Gayrimüslim azınlıklar dışındaki tüm toplumun Müslüman kabul edildiği" yaklaşımının ürünüdür.
O gün bile Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrimüslim olmamasına rağmen, yöneticiler arasında kendisini Müslüman hatta mümin saymayan insanların bulunduğu bir Türkiye'de, devletin "Müslüman aidiyeti"ni ana çerçeve olarak benimsemiş olması dikkate şayandır. Ben ısrarla, laiklik vs, gibi dini sınırlayan ilkelere rağmen, Cumhuriyet'in ana bilinç dünyasında, temel kodlarda Müslümanlığı vazgeçilmez kabul ettiğini ifade etmişimdir.
Yani özetle Erdoğan boş konuşmadı ama böyle konuşması gerekir miydi, tartışılabilir.
Dikkat Sayın Başbakan, Kemalist damar her şekilde önünüze çıkabilir, bazen liberal aydın hüviyetinde hatta...
bugün