Tesettür İslam’ın görünen yüzü hatta çok daha fazlasıdır

Mehmet GÖKTAŞ

Belki tarihin hiçbir döneminde tesettür yaşadığımız şu yüzyılda olduğu kadar büyük bir fonksiyon yüklenmemiştir. Bu yükü tesettürün omuzlarına biz yüklemedik, bir başka tabirle bizim abartmamızla olan bir şey değildir.

Tesettür günümüz dünyasında İslam’ın görünen yüzü olmuştur. Aslında tesettür her zamanki tesettürdür. Ama bugün İslam fıkhının konusu olmaktan çıkmış, bilinen sınırlarından ötelere taşmıştır.

İslam’ın görünen yüzü, Vahyin en çabuk yansıyan tarafı, Allah’ın yeryüzündeki işaretlerinden bir işaret olma konumuna gelmiştir.

Bize göre böyle olmasında İslam dünyasında üç asra yakın fetih ve zafer diye bir şeyin görülmüyor olmasının büyük katkısı vardır. Yani İslam’ı temsil etme yetkisini bir anlamda Müslüman erkeklerin kaybetmiş olmasındandır. Artık vahyin taşıyıcılığı mücahidlerle, akıncılarla, kıtalardan kıtalara at koşturan yiğitlerle değildir.

Mesela en basitinden, 28 Şubat’ta Kemalist rejim başörtülü kızlarımızı okullara almıyor fakat aynı düşünceye sahip olan belki onlardan daha radikal olan erkek öğrencilerimize hiçbir şey demiyordu. Aslında aynı şey bugün de devam ediyor. Küfür sistemlerinin tesettürlü bayanlarımıza olan düşmanlığı erkeklerimize olandan çok daha fazladır.

Hem bu durum sadece Türkiye’de değil bütün dünyada böyledir. İslam düşmanlığı en çok tesettür düşmanlığı olarak tezahür etmektedir.

Bunun bir tek anlamı vardır; çünkü İslam’ın görünen yüzü tesettürdür, tesettürlü bayanlar doğrudan İslam’ı temsil etmektedirler. Yani Tesettür Mücadelesi doğrudan İslam mücadelesi oluvermektedir.

Durum böyle olunca tesettüre fıkıh penceresinden bakmak yanlıştır, eksiktir, tesettürün, başörtüsünün fıkıhtaki yeri bizim kendi iç meselemizdir.

Kesin hatlarla olmasa da uzun bir müddet tesettürü kendi aramızda geleneksel ve şuurlu örtünme diye ikiye ayırmıştık. Şuurlu örtünme genç kuşaklarımızın şahsında direnişin sembolü hatta bizzat kendisi olmuştur ve bugün başta Batı olmak üzere dünyanın dört bir yanında devam etmektedir.

Bu arada geleneksel örtünmenin de nihayetinde varıp İslam’a dayandığını da unutmayalım veya yok saymayalım.

Gelelim Türkiye ölçeğinde tesettürdeki yozlaşmaya.

Bunu elbette göz ardı etmiyoruz, yapılması gerekenler için hepimiz kafa yoruyoruz. Tesettürden tamamen sıyrılıp çıkanlara, tesettürü tesettür olmaktan çıkaranlara her yerde şahit oluyoruz.

Ben buna bir de tesettürlü oldukları halde simalarında secde izi olmayanlar, yüzlerinde abdestin ve namazın nuru görünmeyenler diye bir kesimi daha ekliyorum. Bir adım daha ileri giderek tesettürlü oldukları halde Allah’ın hududunu çiğneyenleri de katabiliriz. Fakat bâtılı tasvir etmek prensibimiz olmadığı için buradan öteye geçmeyelim.

Peki, Türkiye’de tesettür meselesi iddia edildiği gibi tamamen kötüye doğru mu gidiyor? Elimizde kesin rakamlar var mıdır? Daha önce örtülü iken açılanlarımızın sayısı ne kadar, örtüsüzken tesettüre girenlerin sayısı ne kadar? Ülke genelinde başta imam hatip ve ilahiyat sayısı nereden nereye geldi, bu okullarda okuyan kız öğrencilerin ne kadarı tesettürlü, ne kadarı tesettürsüz? Daha da önemlisi genel toplamda önceki yıllara göre durum nedir?

Sonra, bir takım varlıklı Müslüman bayanların lüks araçlara biniyor olmaları, daha önce şahit olmadığımız lüks bir hayat yaşıyor olmaları tamamen dünyevileşme ve yozlaşma sayılır mı, bunları biz kaybettiklerimizin listesine mi ekleyeceğiz?

Gelelim bir başka kesime. Caminin avlusuna veya giriş kapısına kadar gelip çantasından çıkardığı başörtüsünü örterek içeri giren, namazını kıldıktan sonra yine çantasına koyup giden önemli bir kesime zannedersem hepimiz şahitlik ediyoruz.

Şahsen ben bunları ikiye ayırıyorum; birincisi daha önce örtülüyken açılan ama namazını terk etmeyenler. Elbette bunlar bizim içimizi yakmaktadır.

İkincisi, önceden de örtüsüz olan ama namaz kılmaya başlayanlar ve sadece namaz kılarken örtünenler.

Ve bu arada bizler kimleriz, bu meselede bizim konumumuz nedir? İslam’ın kayıt memurları mıyız? Birilerini İslam’dan çıkarıp atma veya İslam’a dâhil etme yetkisine mi sahibiz?

Zannedersem bize yakışan en güzel ve en gerçekçi sıfat davetçi olmaktır. Bugün davetçinin davetten öte hiçbir yaptırım gücü yoktur. Biz ancak mükemmel, içi dopdolu bir tesettür için çırpınırız, anlatırız, ikna etmeye çalışırız.

Bir de duamız vardır.

Tesettürlü bayanlarımıza düşen görevlerin başında da tesettürü sevdirmek geliyor. Özellikle kendilerini izleyen kız çocukları onları gördüklerinde “büyüyünce ben de bu abla gibi giyineceğim” dedirtebilmek zannedersem tesettürün nasıl olması gerektiği konusunda güzel bir ölçü olsa gerek.

Zannedersem bir başka yükümlülüğümüz daha vardır; kötümser olmamaktır, durmadan ümitsizlik aşılamamaktır. “Öldük, bittik, tükendik” söylemleri hem kendimize hem Müslümanlara asla fayda vermediği gibi gerçek de değildir.

Her şeye rağmen tesettür konusunda Müslümanların hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından iyiye doğru gittiğine inanıyoruz. Böylesine büyük bir yürüyüşte müsaadenizle bazı fireler olacaktır.

Unutmayalım ki tesettür İslam’ın en hayati cephesi olduğu gibi emperyalizmi de en çok tehdit eden cephedir.

O halde bu cephe çok iyi tahkim edilmelidir.