'15 Temmuz-Darbe Hıyaneti’ne katılan bazı subayların ifadeleri ve itirafları açıklandıkça ortaya çıkan ilginç tablolardan bazıları sanıyor ki, 15 Temmuz öncesi, yukardakiler tamamen uyumuş.. Ama; hayır, öyle değil..
Her ihtimali gözönünde bulunduran bir teyakkuz halinin önceden de var olduğu anlaşılıyor.
Ancak, suç işlenebileceği ihtimali veya zannıyla önceden, korku veya vehimlerle cezalandırmalara gidilemezdi.
4,5 yıllık Hılafet’i sırasında Cemel, Sıffîyn ve Nehrevan gibi üç büyük dahilî gaile ve iç-savaşla karşılaşan Hz. Ali’nin zamanını hatırlayalım.. ‘Khevaric / Haricîler’ olarak nitelenen ve Nehrevan Cengi’nde büyük çapta saf edilen grup tarafından yeni fitneler tezgahlanabileceği belirtilerek, bazı isimlerin derhal cezalandırılması istendiğinde; ‘suçtan önce cezalandırmanın olamıyacağını’ söyleyen Hz. Ali, çok zâhid birisi olarak nitelenen Abdurrahman ibn Mulcem isimli bir ‘haricî’ eliyle katledilmişti.
***
Bu gibi durumlada kendisini, niyetini, eylemini gizleyen ve dahası, çok güven vererek etkili isimlere yaklaşan nice örnekler bütün dünya tarihinde de hep görülmüştür.
Sözgelimi, Adolf Hitler gibi son derece teşkilatçı ve otoriter bir lider bile, savaşdaki üstün hizmetleri sebebiyle bizzat ‘ulusal kahraman’ ilan ettiği ve bu yüzden, Hitler’in yanına hiç kontrol edilmeksizin gidip gelebilen bir Albay Claus von Stauffenberg eliyle öldürülmek istenmişti. Bu kişi, Hitler’in Smolensk Cehbesi’ndeki çalışma masasının altına, 20 Temmuz 1944 günü, içinde bir saatli bomba bulunan çantasını bırakıp dışarı çıkmış ve patlama olunca da, ‘Führer’in kesinlikle öldüğünü’ Berlin’deki Savunma Bakanlığı’nda haber bekleyen arkadaşlarına bildirmiş, ama, Hitler hafif yaralarla kurtulmuş ve o ‘ulusal kahraman’ (!) da kurşuna dizilmişti. Son Osmanlı Padişahı olan Vahdeddin de, yıllarca kendisine ‘seryâver’ olarak hizmet eden bir Osmanlı generali tarafından safdışı edilmemiş miydi?
***
Benzer durumlar, geçmiş askerî darbeler sırasında olduğundan daha da karmaşık bir şekilde, 15 Temmuz 2016 - Darbe Hıyaneti sırasında bizde de tezgahlandı.
Düşünelim ki, B. Amerika’dan sonraki en büyük NATO ordusu olan TSK’nin Genelkurmay Başkanı ve Kara, Hava ve Deniz Kuv. Komutanlarının hepsi de, yarım saat içinde, en güvendikleri yâverleri aracılığıyla, bağlanıp safdışı edilivermişti.
Bir ülke için bu gibi hıyanetlerden daha büyük bir tehlike olabilir mi? Bereket ki, Anayasa gereği ‘Başkomutan’ konumunda olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o kararlı ve dik duruşlu tavrı ve halkın ona olan derin güven ve bağlılığıyla o ‘Darbe Hıyaneti’, önlenebilmişti.
***
Görülmüştü ki, başkaları uyusa bile, teyakkuz halinde olan birileri de vardı..
Bu vesileyle bir noktanın aktarılmasında fayda olsa gerek..
Mısır’ın serbest seçimlerle direkt halk tarafından seçilmiş ilk cumhurbaşkanı -ve, bir darbe sonucu iktidardan uzaklaştırılarak üç yılı aşkın zamandır zindanda tutulan- Muhammed Mursî’nin en güvendiği bir general, Savunma Bakanı olmuştu.. Bu kişi, en üst askerî yetkili makama getirilmişti. Bu general birgün Türkiye’ye gelmiş, diplomatik muhatablarıyla müzakerelerde bulunduklan sonra o günlerde henüz Başbakanlık makamında bulunan Tayyib Erdoğan tarafından da kabul edilmişti. O kabul sırasında Erdoğan’a, derin hayranlığını filan anlatmıştı.
Bu kişi, Mısır ordusu içinde dindar eğilimli diye bilinen Gen. A. Fettah Sisî idi ve birkaç ay sonra, Muhammed Mursî’yi, emperyalist odaklarca verilen direktifle ve bir askerî darbe ile iktidardan uzaklaştırmıştı; ‘Allah’u Ekber’ diyerek itiraz eden binlerce müslümanı katlederek.. O durum, Tayyib Erdoğan için, herhalde daha bir uyarıcı olmuştu.
Bu durum, Erdoğan için herhalde daha bir uyarıcı olmuştu ki; en yakın askerî yâverine bile güven duymadığı ve ne zaman ve nerede olacağına dair bilgileri bile ona bildirmediği, ‘15 Temmuz’da görüldü.
Bu teyakkuz hali, zehirli fısıltılardan korkmadan; ama, her bir ihtimali de yok saymadan sürdürülmelidir.
stargazete