Akçakale'ye her gün bir top mermisi düşüyor. Sınırın birkaç kilometre ötesinde yaşanan yoğun çatışmalar Akçakale'den izleniyor. Karşı taraftaki ölümler evlerimizin içine kadar geldi.
Her top mermisine 'anında' karşılık vermek elbette her devletin sorgulanamaz tavrıdır. Kimin attığı, kasıtlı mı atıldı yoksa sınırın sıfır noktasına yönelik saldırılar sırasında mermiler sınırı mı geçti tartışması şu an pek kimsenin üzerinde durmadığı bir konu.
Ancak 'anında' karşılık vermenin bir sonraki adımını herkesin endişeyle izlediği muhakkak.
Normal zamanlarda böylesi saldırılar savaş sebebidir. Hiçbir devlet, günlerini 'anında' karşılık vererek saymaz. Bir olur, iki olur, üç olur. Ya sonrası? Karşılıklı taciz durdurulmazsa, sonrası top mermilerini aşan savaş haline döner.
Tezkere'nin kabulü, sonraki adımlara yönelik bir tedbir, bütün ihtimallere hazırlıktı. Acaba, o korkutucu senaryonun gerçek olacağına dair kesin bir kanaat mi var. Öyleyse gerçekten de endişeli olmak zorundayız.
'Bizim toplarımız Suriye toplarını döver, Esed katliamcı öyleyse savaş açalım, birkaç günde Şam'a ulaşırız' diyen yaygaracılara aldırmadan bunu bir kez daha düşünmek lazım.
Savaş, Suriye'yi yenip yenmemekle alakalı bir şey değildir. Savaş, rejim devrilse de Türkiye'yi ve bölgeyi felakete sürükleyecek ciddi ihtimaller içeriyor. Durumu Esed meselesine, rejim meselesine indirgemek, bölgenin karmaşık durumunu hiçe saymaktır.
Vahşi bir aç savaşın sürdüğü bu ülkenin en büyük gücü elbette rejimi ya da askeri gücü değil. Bağlantılı olduğu örgütler de değil. Yeni Suriye'nin nasıl şekilleneceğinin, Suriye üzerindeki güç mücadelesinin yıllar alacak olmasıdır.
Bazı şeyleri 'çok kolay' gördüğümüz için bu noktadayız. Rejimin sevilmemesine, ordusunun zayıf olmasına, ekonomisinin direnememesine ayarlı baktığımız için..
Oysa Suriye'nin bütün bunların ötesinde bir gücü var. Destekleyen ülkelerin tavizsiz tutumu, daha da önemlisi bulunduğu coğrafyanın sağladığı bir güç var. Bunları küçümsemek yanlışa götürür en azından planları geciktirir. Her gecikmenin maliyetini iyi hesaplamak lazım.
Batılı ülkelerin, açık müdahaleye, şu an için destek vermedikleri ortada. Sonrası ne olur, Suriye'nin ya da Akdeniz'in doğalgaz kaynakları onları ne kadar harekete geçirir birlikte göreceğiz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; 'Suriye'de şu anda en kötü senaryoların gerçekleştiğini' söylüyor. Son derece doğru bir tespit. Bundan daha kötü, daha kanlı ve acı verici bir senaryo olamazdı. Hiç kimse bu güzel ülkenin bu hale gelmesini istemezdi.
Şam yönetiminin mutlak iktidara ayarlı tutumu, rejimi koruma adına kitlesel kıyımlara girişmesi, rejim değişikliği projesinin tavizsiz şekilde uygulanmasına yönelik girişimler, Suriye'yi yıllarca sürecek bir kaosa sürükledi.
Bu aşamada yine de bir çözüm yolu, en kötü senaryoyu boşa çıkaracak bir formül bulunabilir mi?
Bu her zaman mümkün. Mümkün olmak zorunda... Yüzbinlerce insanın ölümünün, ülkenin harabeye dönüşmesinin, bölgeyi ateşe sürüklemesinin önüne geçmek için hesapları gözden geçirmek insanlık adına bir sorumluluktur.
İran ve Rusya'nın desteği olmadan Esed yönetimi direnemez. Türkiye-İran-Mısır ve Suudi Arabistan'dan oluşan dörtlü inisiyatif bir şans olabilir ve teşvik edilmelidir. En azından Türkiye-İran-Mısır bir çözüm arayışına girmelidir.
Beşşar Esed yerine Faruk Şara'nın adı geçiyor. Muhalefetin bunu kabul ettiği söyleniyor. Şam yönetimini buna ikna etmenin yolları aranmalıdır.
Küçük de olsa her umut değerlendirilmeli. Rejime duyduğumuz öfke, bizi büyük felaketlere sürüklememeli. Çünkü bizim bölgemizde, bu kapsamda bir savaşın kolay sona ermeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Top mermilerinin bir sonraki adımını atarken durup bir kez daha düşünmekte fayda var..
yenişafak