TOPLUMDA 'MİLLİYETÇİLİK' KAVRAMININ KARŞILIĞI YOK

Ferhat Kentel, 1,5 yıllık araştırması sonucunda toplumda ‘milliyetçilik’ kavramının karşılığı olmadığı kanaatine ulaşmış

Ferhat Kentel, 1,5 yıllık araştırması sonucunda toplumda "milliyetçilik" kavramının karşılığı olmadığı kanaatine ulaşmış. Ona göre siyasi, sosyolojik ve ekonomik olarak kıstırılmış hissedenler, sözde milliyetçiliğe sığınıyor.
Son yılların en klişe toplumsal analizlerinden biri, milliyetçiliğin yükseldiği tespiti. Siyasette, medyada, sokakta paylaşılamayan bir milliyetçilik var âdeta. Alamet-i farikası öteden beri bu kavram olan bazı kesimler, "kazanılmış haklarını" yitirmenin şaşkınlığını yaşarken üsluplarındaki vurgular gözden kaçmayan neo milliyetçiler, "Bizim dedelerimiz de bu topraklar için kan döktü." savunmasına sığınıyor. Ortada tartışmasız bir gerçek var; toplum genelinde milliyetçilik adı altında gerginlik ve çatışmalar artıyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ferhat Kentel, bu tartışmalardan bağımsız başlattığı milliyetçilik araştırmasını geçtiğimiz günlerde tamamladı.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) için yapılan ve yaklaşık bir buçuk yıl süren araştırma, 17 ili kapsıyor. Kentel"in şiddet ve gerilime sebep olarak gösterilen milliyetçilik ya da ulusalcılık (bu kavramların birbirini karşılayacağını düşünüyor) konusundaki nihai tespiti; korku ve güvensizliğin kendini milliyetçilik şeklinde dışa vurduğu. Ama bu kısa yorumla işin içinden çıkmak da mümkün görünmüyor. Geleceğini veya değerlerini tehlikede hisseden insanlar, kendilerini, adına milliyetçilik denilen dille ifade ediyor Kentel"e göre. Bu durumda da ortaya, kişi sayısınca milliyetçilik çıkıyor. Yani milliyetçilik bütünleşmekten çok parçalanmayı ifade ediyor. Zira dindar bir milliyetçi ile "kökten laik" biri aynı şeyi anlamıyor bu kavramdan.

Araştırma için seçilen şehirler özellikle milliyetçi karakterin ortaya çıkmasını kolaylaştıracak niteliklere sahip. Kentel, yoğun değişim geçirmiş, bünyesinde barındırdığı kesimler arasında gerilim olan şehirleri tercih ettiklerini ifade ediyor: "Erzurum doğunun güçlü muhafazakâr şehirlerinden, aynı zamanda bugünün en tartışılan konularından Ermeni soykırımı o şehrin insanlarının hafızasında taşınıyor. Kars, sınır ötesi akrabalıklar açısından önemli. Trabzon hızla güç kaybediyor. Neredeyse Trabzonspor"dan başka referansı kalmadı. Ama aynı zamanda Rusya ile yapılan valiz ticareti ve Nataşa"ların güzergâhı üzerinde olduğu için sınır ötesi düşünme potansiyeli var. Antalya"da turizm dolayısıyla yabancı ile karşılaşmanın kaçınılmazlığı ortada. Adapazarı, şehir sakinlerinin ifadesiyle 72 millete ev sahipliği yapıyor. Hep böyle karşılaşmanın olduğu şehirleri seçtik."

MİLLİYETÇİLİK BİR STRATEJİ ASLINDA

-Son yılların en gerilimli olayları hep milliyetçiliğin yükselmesine bağlandı. Rahip Santoro, Dink ve Malatya cinayetleri de öyle. Araştırmanızın sonucu bu yargıyı teyit ediyor mu?

Milliyetçiliğin yükseldiğine dair tespit, doğru olup olmaması bir yana, konuyu anlaşılmaz kılıyor. Çünkü Türkiye"de çeşitli zamanlarda adına milliyetçilik denen, topluma kimlik verdiği söylenen ideolojiler çok görünür oldu. İstanbul"daki azınlıkların hedef alındığı 6-7 Eylül olayları böyle bir ideolojinin tezahürü kabul edilebilir. 60"ların sol hareketi milliyetçi unsurlar içeriyordu. 70"lerde yine güçlü milliyetçi akımlar etkili oldu. 1980 darbesine baktığımız zaman ona da milliyetçi bir organizasyon denebileceğini görüyoruz. 28 Şubat da bir tür milliyetçi versiyonun laiklik görüntüsü altında harekete geçmesinden ibaretti. Toplumun hızlı dönüşüm yaşadığı dönemlerde yaşanan hareketlilik tedirginlik yaratıyor. Bu hissiyattan kaynaklanan tepkilere de milliyetçilik deniyor.

-İşaret ettiğiniz örnekler siyasi tansiyonun yükseldiği dönemlere tekabül ediyor. O hâlde bu tırmanışın siyasilerin işine geldiğini düşünebilir miyiz? Bu sayede daha hararetli taraftarlar bulmaları mümkün olabilir.

İki tür tezahür söz konusu. Biri daha kapsayıcı bir jargon kullanıyor. Devlet diliyle konuşuyor. Dönem dönem kamusal alana bu söyleme kaynak teşkil edecek unsurlar sunuluyor. İkincisi ise toplum tarafından üretiliyor. Milliyetçilik kelimesinin daha fazla kullanıldığı zamanlar, insanların veya devletin kendini güvensiz hissettiği dönemlere karşılık geliyor. Milliyetçilik bir strateji aslında. Ulus devlet kurulurken insanlara paylaşmaları istenen birtakım değerler sunulur. Bunlar medya ve siyasilerin kullandığı dil aracılığı ile karşınıza çıkar. Toplum kesimlerinin kendi değerlerinin üstünde daha kapsayıcı bir vurgu milliyetçilik. İnsanlara; "Geçmişinizi, kendi hikâyenizi unutun, toplu kurgunun geçmişine ait olun" deniyor. Ancak idealize edilen, kitaplarda yazan milliyetçilik insanlar tarafından çok başka şekillerde tüketiliyor. Karslı bir Azerinin milliyetçiliği ile hayatında dine pek yer olmayan bir İzmirlinin milliyetçiliği aynı şey değil. Tek bir milliyetçilik yok. Ancak içi boş bir kelimenin ortalıkta dolaştığından söz edebiliriz.

-Siyasi gerilimin bu yansımasını nasıl yorumluyorsunuz?

Normal zamanlarda insanlar kendilerini anlatmak derdine düşmüyor. Taşıdıkları semboller onlar hakkında fikir veriyor ve toplumsal kabul bu semboller üzerinden yapılıyor. Ama sözünü ettiğimiz kapsayıcı kurgular krize girdiği anda tedirginlik başlıyor. Bunun tezahürleri de daha çok siyasi gerilimin yaşandığı dönemlerde ortaya çıkıyor. İnsanlar normal zamanlarda sorunsuz şekilde bir arada yaşarken mesela seçim dönemlerinde farklılıklar problem olmaya başlıyor. Normalde iyi geçinen iki arkadaş birbirinin arkasından, başlıyor. "Bunlar millî eğitim müdürlüğünü ele geçirdiler, bizim adamlarımızı uzaklaştırdılar. Bu sefer biz iktidara gelirsek göstereceğiz günlerini." diye konuşmaya başlıyor. Siyasal kurgular devreye girdiğinde dostluk bitiyor. Ayrıca işler yolunda değilse, canınız sıkılıyorsa problem üremeye başlıyor. Orta ve Doğu Anadolu şehirlerine baktığınızda insanların geleceğe dair umutları olmadığını görüyorsunuz. İş yok, iş güvencesi yok. Gençlerin ümidi yok. Türkiye"nin canı sıkılıyor yani. İnsanlar asfaltı baştan aşağı arşınlayıp duruyor. Bu parlak bir hayat değil. Genç insanların bir şey yapmaya ihtiyaçları var. Herkes için geçerli bu hâl. Mutluluk yok, sadece günler geçiyor. Galiba toplumsal bir depresyon hâli bu. İşiniz varsa sadece para kazanmayı ve karnınızı doyurmayı düşünüyorsunuz. İşsizseniz daha da kötü durumunuz. Zevk, renk yok.

MİLLİYETÇİLİK ADI ALTINDA BÖLÜNME

-Tedirginliği nasıl izah ediyorlar?

Yukarıda, devlet kademelerinde kullanılan söylem kademe kademe aşağılara kadar iniyor. "Bölünüyoruz, parçalanıyoruz, birileri bizim kötülüğümüzü istiyor." Bu inanılmaz bir retorik ve İstanbul"daki işadamından Kars"taki esnafa kadar herkesten duyabiliyorsunuz. Mesela diyor ki adam, "Bor geleceğin yakıtı ve dünya rezervinin yüzde 70"i Türkiye"de. Amerika neden Irak"a girdi sanıyorsunuz. Türkiye"yi bölüp bora sahip olmaya çalışıyor" Bu çok tipik bir örnek. İnsanlara kulak verdiğinizde bütün dünyanın bizi bölmeye çalıştığı zannına kapılıyorsunuz. Sadece ülke için değil kendi şehirleri için de endişe duyuyorlar. Kayseri, Maraş, Erzurum milliyetçisi kabul ediyorlar kendilerini. "Biz daha çok hak ediyorduk ama havaalanı buraya değil öbür şehre yapıldı. Zaten bugüne kadar devlet bize hiç yatırım yapmadı." diyor bir adam. Ya da "Biz aslında çok iyi insanlarız. Birbirimizle derdimiz yok. Çorum, Sivas, Maraş" olaylarını biz çıkarmadık. Dışarıdan bizi bölmek isteyenler yaptı. Onlar gidince yine birlikte yaşamaya devam ettik" Devletlerin milliyetçilik stratejilerini şehirler kendileri için yeniden üretiyor. Şehrin dışına çıktığınızda dost bulamıyorsunuz. İçeride de mahalleler yansıtıyor aynı manzarayı. "Bizim mahalleye yatırım yapmıyorlar; çünkü biz Aleviyiz" dediklerini duyuyorsunuz.

-Problemler birbirine benziyorsa neden farklı milliyetçilikler üretiliyor?

Kişi dilini, kültürünü kamusal alanda kullanamayıp farklılıklar özel alana itildikçe yeni bir milliyetçilik ürüyor. Ama bir aradayken herkes aynı görünüyor. AK Parti bunun çok iyi bir örneği. Kamusal alana kendi evindeki sembollerin hiçbirini taşımadı. Kendini inanılmaz şekilde eğitti. Kapitalizmse kapitalizm, liberalizmse liberalizm, AB ise AB. Bütün hiyerarşiyi benimsedi. Ama taşıdığı öyle bir hikâye var ki bunu fark eden stratejinin kaleleri, kuleleri krize giriyor ve daha fazla önlem alıyor, daha çok sertleşiyor. Aldığı önlemleri kestirmemiz zor. Hangi olay bu sebeple olmuştur bilemeyiz ama bir mücadele yürütüldüğü kesin. Ara ara Şemdinli"yi, Susurluk"u görüyoruz o kadar. Çok nadir şeffaf davranıyor. Bu adamın karısı başörtülü, Çankaya"ya çıkmayacak dediğinde kendini bütün çıplaklığı ile gösteriyor.

KORKU SIĞINAĞI GİBİ, AMA TAM TERSİ OLUYOR

-Bu izlenimler ışığında siz milliyetçiliği nasıl yorumluyorsunuz?

Korku içindeki insanın kendini güvende hissettiği bir sığınak galiba. Ya da korkuyu aşmak için harcanan bir çaba. Bu hissiyat karşısında milliyetçilik ilaç gibi sunuluyor; oysa tam tersi etki gösteriyor. Yapılan tarif çok net: Bu ülkenin vatandaşı laik, çağdaş, aydın vs" Ötekiler kim? Kendi değerleri ile kamusal alana çıkmak isteyenler. Onlar bu kategoriye girmiyor. Ama onlar da milliyetçiyiz diyor. Ve her biri ötekinin milliyetçiliğinden korkuyor. Milliyetçilikler çatışıyor. Böyle baktığınızda milliyetçiliğin aslında içi boş bir laf olduğunu görüyorsunuz. Envai çeşit milliyetçilik var zira. Korkular karşısında bitmeyen cemaatleşme diyorum ben buna. İnsanlar oturulacak, huzur bulunacak bir ev inşa etmeye çalışıyor. Milliyetçiliği de araç olarak kullanıyor. Bakkaldan içeri girerken selamünaleyküm demek nasıl "bak seninle aynı dili konuşuyorum" manasına geliyorsa milliyetçilik de güvenli bir işaretleşme dili. "Vatanımız işgal edilmişti. Düşmanlarla savaştık, bu vatanı kurtarmak için ne cefalar çektik" dedikten sonra "Şimdi"" deyip başlıyoruz konuşmaya. Başta herkes Türk milliyetçisi. Sadece bunu dinlerseniz hikâyeyi bitirirsiniz; ama aslında gerçek sona saklananlarda gizli. En dibe indiğinizde bir acı hikâyesi ile karşılaşıyorsunuz. Bayrakları ile yürüyen halk görüntüsünün altında korkular, mutsuzluklar, kavgalar açığa çıkıyor.

-Aşılamaz bir durum mu bu?

Kapitalizm değişiyor. Eskiden bu sınırlar içinde çıkarılan kanunlar vesaire ile kontrol edilebiliyordu. Patron burada, sendika burada, işçi burada. Dört başı mamur bir paketti kapitalizm. Sosyal adalet diye bir kavram vardı. İşçi bu referansla patronundan talepte bulunuyordu. Şimdi sorunlar yerli yerinde duruyor; ama sosyal adalet talebi toplumun derdi olmaktan çıktı. Sıkıntımı anlatacağım makam da yok. Çünkü patronum dünyanın öteki ucunda. Üretimin tamamı da bana ait değil. Düğmesi Endonezya"dan geliyor, diğer parçası başka yerden. Beni ezip geçen sistemi kontrol altına alacak bir hukuk düzeni yok. Bu şartlar altında ancak en hâkim dille, milliyetçilikle anlatabiliyorum kendimi. Ama aslında adalet istiyorum. Canı sıkılan bütün bu insanların aynı zamanda adalet sorunları var. Ve kendilerini sözünü ettiğimiz milliyetçilikler dışında bir şeyle anlatamıyorlar. Ama bu sorunu ortadan kaldırmaya yetmiyor. Bütün mesele, gerilimlerin altında ne var diye bakmaktan geçiyor galiba. Birilerinin çıkıp bu çocukların gelecekten umutları yok. Bir şey yapamıyorlar demesi gerekiyor. Ha bire konuşulup duran milliyetçiliğin zararı yok. O, sapır sapır dökülüyor artık. Birileri milliyetçi görünerek "dinci" cumhurbaşkanına karşı çıkıyor; ama onlar da korkuyor. Değer yargılarını kaybetmekten korkuyorlar. Tehdit algılaması hedeflenen o birlik duygusunu paramparça ediyor.

İNSANLAR DEĞİL, KURGULAR ÇATIŞIYOR

-Yalnızlaşmayı da beraberinde getiriyor o hâlde bu mikro milliyetçilikler"

Her zaman değil. Güneydoğu tehdidi barındıran bir yer söz gelimi. Türkiye"de bölünme riskinin en yoğun yaşandığı bölge orası. Son yıllarda Güneydoğu"da başka bir "biz" kimliği ortaya çıkmaya başladı. "Kuzey Irak burnumuzun dibinde. Kürt işadamları ile ortak iş yapabiliriz" diye düşünüyor insanlar. Ve İstanbul"a, Ankara"ya değil, sınırın hemen öbür tarafına bakıyor. Bölünme endişesi doğuran bu yönelim tam bir küreselleşme hikâyesi aslında. Güneydoğu"ya has bir tablo da değil. Trabzon"da da benzer şeyler yaşanıyor. "Ankara sadece bürokrasi çıkarıyor, açsınlar Sarp kapısını gidelim öbür tarafta iş yapalım" diyor Trabzonlu da. Üstelik bunu diyen adam sapına kadar milliyetçi. Madalyonun iki yüzü gibi. Bir yandan toplum kendi arasında konuşmaktan vazgeçip içe kapanıyor, öte yandan dışa açılıyor. İçe kapanma dışa açılmayı beraberinde getiriyor.

-Bu çemberi kırmanın bir yolu yok mu?

Konuşmaktan başka çare yok. Konyalı bir adam söylemişti. "Bizim hakkımızda herkes konuşuyor. Onların anormal gördüğünü biz normal yaşıyoruz" diye. Dışarıdan tanımladığında kategorize edip ayrıştırıyorsun, oysa o adam kendini tanımlamıyor sadece, yaşıyor. Farklı yaşam tarzları karşılaştığında problem çıkmıyor aslında. Başörtülü kız rock konserine gidince sorun olmuyor; ama oradaki iki insanı tanımlayıp yan yana koyduğunuzda kriz çıkıyor. İnsanlar değil kurgular çatışıyor. Bir kaynama hâli gibi. Böyle gitmesi çok mümkün görünmüyor. Depresyon, şizofreni ve krizin devamlılığı patlama ile neticelenir aksi hâlde. Ama tek hikâye bu değil elbette. Biz milliyetçiliği araştırdık bu manzara çıktı. Başka araştırmalar farklı sonuç verecektir.

Aksiyon

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Acar Medya Nifak Çetesini İfşa Etti (VİDEO)
Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine