Toplumsal Yozlaşmadan Herkes Nasibini Aldı

Türk siyasi tarihine “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat sürecinde başörtülü olarak üniversiteden uzaklaştırılan ilk doçent olan Sevgi Kurtulmuş, yapılan başörtüsü düzenlemesinin...

Türk siyasi tarihine “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat sürecinde başörtülü olarak üniversiteden uzaklaştırılan ilk doçent olan Sevgi Kurtulmuş, yapılan başörtüsü düzenlemesinin sorunu tam anlamıyla çözmeyeceğini belirterek, “Hizmet alan, hizmet veren ayrımı çok sıkıntı oluşturacak bir şey. Üniversiteler sadece kültür edinilen değil, aynı zamanda meslek edinilen yerlerdir” dedi. Türban ifadesinin kasıtlı üretildiğini düşünüyorum. Bunu demekle, başörtüsünün 1400 yıllık tarihle bağını koparmak istersiniz. İnsanların geçmişle bağını koparma amacıyla ortaya atılmış bir şey sanki. Oysa annelerimizin, babaannelerimizin de taktığı bir başörtüsü var.

Sevgi Hanım, isterseniz mağduriyetinize yol açan gelişmelerle başlayalım. Neler yaşanmıştı?

Aslında bu konuda çok konuştuk. Biliyorsunuz doçent olarak çalıştığım İstanbul Üniversitesi’nden başörtülü olduğum gerekçesiyle müstafi addedildim. Sayın Alemdaroğlu’nun 1998 yılında rektör olmasıyla başlayan bir süreçte açığa alındım, çok kısa bir sürede, 6 ay içinde de kendimi üniversitenin dışında buldum.

Gerekçe ne gösterildi?

Açık açık kılık kıyafetimden, yani başörtümden dolayı uzaklaştırıldım. Oysa 10 yıldır başörtülü olarak derslere giriyordum, başörtümle doçent oldum, asistanlık yaptım. Biliyorsunuz bu çok kötü bir süreçti. Bu süreçte isimlerin Kemal, Ayşe, Fatma olmasından ziyade; toplumun değerlerine yabancı, topluma tepeden bakan bir zihniyetin hâkim olması sorunun kaynağıydı.

Öncesinde uyarı falan yapmadılar mı?

Hayır. Direkt olarak açığa alındım. Biliyorsunuz delilleri karartma ihtimaline karşı açığa alınırsınız. Beni de delilleri karartma ihtimalim varmış gibi açığa aldılar. Sonra biliyorsunuz, mahkeme süreçleri var.

ÜNİVERSİTESİZ GEÇEN 10 YIL

Aradan 10 yıl geçti şimdi ne yapıyorsunuz?

Akademik kariyerin en zor kısmı, doçentliğe kadar olan kısımdır. Doçentlikten sonra, üniversitede 5 yıl çalıştığınız zaman profesör olursunuz. Benim profesörlüğüme çok az bir süre kalmıştı.Akademik kariyer yaparken 3 tane çocuk büyüttüm. Üniversiteden ayrılmak zorunda kaldığımda kızım ilkokul 3. sınıfa gidiyordu. Şimdi kızım üniversite ikide ve ülkemizde hâlâ başörtüsü problemi devam etmekte.
Bu dönemde bazı sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek birtakım sosyal yardım faaliyetleri yaptık. Daha çok sosyal faaliyetlerle, annelikle geçen bir dönem oldu bu 10 yıl...

Sanıyorum bu arada emeklilikle ilgili bir mağduriyetiniz de oldu. Bu olayı bizimle paylaşır mısınız?

Birkaç yıl önceydi. Emeklilikle ilgili düzenleme yapıldı. On yıl kamu görevi yapmış olanlara kalan süreyi borçlanarak emekli olma hakkı veriliyordu. Bu düzenlemeden faydalanmak üzere ben de başvurumu yaptım. Ancak, emekli olma talebim dahi geri çevrildi. Gerekçe de disiplin suçuyla müstafi sayılmış olmamdı. Suçum başörtülü olmak. Üniversitede uzun yıllar sosyal güvenlik hocalığı yaptığım halde hakkım olan sosyal güvenceden yararlandırılmadım.

TÜRBAN İFADESİNİ KASITLI BULUYORUM

Üniversiteden başörtülü olduğunuz için uzaklaştırıldınız. Bugün bazıları buna türban bazıları başörtüsü diyor. Sizce, taktığınız başörtüsü mü, türban mı?

Türban ifadesinin kasıtlı üretildiğini düşünüyorum. Türban derseniz, başörtüsünün 1400 yıllık tarihle bağını koparmış olursunuz ve başörtüsüne siyasi bir anlam da yüklemeye çalışırsınız. Türban denerek başörtüsü nevzuhur bir şeymiş gibi gösterilmek isteniyor. Oysa annelerimizin, babaannelerimizin de taktığı bir başörtüsü var. Zaman içinde kişilerin zevkine ve isteğine göre şekil değiştirmiş olsa bile aynı amaca hizmet etmektedir.

Ortaya attıkları iddialardan biri de, başörtüsünün çıkar amaçlı kullanıldığı yönünde. Neler söyleyeceksiniz?

Ben profesörlüğüme birkaç sene kala, başörtümden dolayı üniversiteden uzaklaştırıldım. Bundan dolayı herhangi bir şey kazanmam söz konusu olmadığı gibi, aksine maddi anlamda çok şey kaybettim. Bunlardan en önemlisi de çoğu ile hâlâ dostluk ilişkisini sürdürdüğüm öğrencilerimden ve akademik camiadan uzak kalmamdır. Uzun bir kariyer süreci ve yoğun bir emekten sonra bir anda kendimi işsiz güçsüz bir şekilde kapının önünde buldum. Benim gibi binlerce insan var. İnanç olmasa, hangi dünyalık menfaat ya da hangi güç karşılığı bu göze alınabilir ki?

MAĞDUR OLAN BİZİZ

Başörtüsü serbest kalırsa baskı artar endişelerine katılıyor musunuz?

Vehimlerle hareket etmek doğru değil. Bu insanlar ilk defa bir araya gelecek değil. Biz bu topraklarda 1000 küsur yıldır Müslüman bir millet olarak barış içerisinde birlikte yaşıyoruz. Her ailede başı açık da, başörtülü de var. Başörtüsüne bu kadar tavır alanların, en azından anneanneleri de başörtülüdür sanıyorum. 20 yıl önce bir kaos var mıydı ki şimdi olsun. Bugün ülkemizde zorbalıkla inançlı insanların üniversitelerde ve iş hayatında yer alması engellenmiştir. Fakat şu unutulmamalıdır ki, zorbalıkla bir şeyi engelleyemezsiniz ancak belirli bir süre erteleyebilirsiniz. Eğer aksi olsaydı bugün ABD’de zencilerin hâlâ ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor olması gerekirdi. Oysa ABD’de neredeyse zenci bir devlet başkanı seçilmek üzere. Şuna tüm kalbimle inanıyorum ki, bir gün ülkemizde de her şey normale dönecek, başörtülü başı açık ayırımı olmaksızın herkes eğitim ve çalışma hakkına sahip olacaktır. Çünkü tabii olan, normal olan budur.

Sıcak gündeme gelecek olursak. Hükümetin hazırladığı “çene altından düğüm atma” modelini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tarz bir ifadede açıkça aşağılama var. Kanun teklifinde, “çene altından fiyonk gibi bağlayacaksınız” derseniz bunu kimseye anlatamazsınız. Bunun mantığı nedir? “Daha fazla örtmesin, minimum örtsün müdür” anlamıyorum. Hizmet alan, hizmet veren ayrımına da gittiler. Bu çok sıkıntı oluşturacak bir şey. Üniversiteler sadece kültür ve bilgi edinilen değil, aynı zamanda meslek edinilen yerlerdir. Siz öğrencilere başörtüsüyle okuma hakkı tanıyacaksınız fakat mezun olduktan sonra mesleğini icra imkânı vermeyeceksiniz. Bunun mantığını anlamak ve anlatmak mümkün değil. Kaldı ki, şimdiye kadar anayasada başörtüyle alakalı herhangi bir yasak yoktu. Sadece Anayasa Mahkemesi’nin bir yorumu vardı. Şimdi bir anlamda yasağı yasalaştırmış oluyorsunuz.

10 yıldır üniversitede ders vermesi engelleniyor

Türk siyasi tarihine “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat süreci, binlerle ifade edilen mağdurlar ordusu meydana getirmişti. Bunlardan biri de Doç. Dr. Sevgi Kurtulmuş. Sevgi hanım başörtülü olduğu gerekçesiyle üniversiteden doçent olarak uzaklaştırılan ilk kişi aynı zamanda. Tam 10 yıldır bu görevini yapamıyor. Sosyal güvenlik hocası olan Kurtulmuş, bir mağduriyet de geçtiğimiz yıllarda yaşamış. Hak ettiği halde yine skandal bir gerekçeyle emeklilik hakkından mahrum bırakılmış. Sevgi Kurtulmuş’la son gelişmeleri, yaşadıklarını ve sıcak gündemi konuştuk.

Toplumsal yozlaşmadan herkes nasibini aldı.

Sizce mutabakat sağlanır mı toplumda?

Toplumunun büyük çoğunluğu arasında bir sorun yok. Hatta geniş bir toplumsal mutabakat var bu konuda. Ama geçenlerde bir dernek başkanı hanımefendi “Bizim istemediğimiz hiçbir şey bu ülkede değişmez” dedi. Bu sözü, ülkemizde toplumun geniş kesimlerini oluşturan manevi değerlere bağlı insanlar olarak bizler söyleyebilmeliydik. Merak ediyorum, bu insanlar bu gücü nereden ve kimlerden alıyorlar? Toplumun değerlerine bu kadar karşı ve bu kadar yabancı? Siz kimsiniz diye sormak lazım. Yine bir rektör, başörtülü öğrencilere karşı adil davranamayacağını söyledi. Bir öğretim üyesi olarak bu beni çok etkiledi. Bir profesörün, torunu yaşındaki öğrencinin notunu kırabileceğini söylemesi hakikaten çok üzücü... Kariyerinin sonuna yaklaşmış insanların dahi birtakım önyargılara sahip olması çok üzücü bir durumdur. Çocuk yetiştirirken adalet duygusunu yerleştirmeye çalışmış bir anne olarak bu durum beni çok rahatsız etti. Acaba başörtüsüne karşı olan insanların kendi çocukları için bir sınırlama getirilse bundan rahatsızlık duyarlar mıydı, duymazlar mıydı bunu sormak lazım. Bu çok ciddi olarak üzerinde düşünülmesi gereken bir konu... Bu konular açıldığında şahin kesilenlere de, önce karşısındakilerin de insan olduğunu, muhataplarının da hisleri, duyguları, sevinçleri, acıları olduğunu, yaşayan insanlar olduklarını düşünmelerini tavsiye ederim. Bu tür tartışmalar, gerilimler geçer gider, geriye insanlık kalır.

Sizce 28 Şubat sürecinden bu yana geçen 10 yılda kendilerini “dindar” olarak tanımlayan kesimde ve kadınlarda bir yozlaşma söz konusu mu?

Toplumun her kesiminde gözlenen bir durum bu... Maalesef toplumsal yozlaşmadan herkes gibi dindarlar da payını aldı. Sadece başörtüsünde değil; ahlakta, muamelatta da belli bir yozlaşma yaşanıyor. Gönül ister ki genç başörtülüler toplum içinde deniz feneri gibi olsun; yönlendirici, örnek alınacak, toplumu aydınlatıcı ve yol gösterici...

Sizce Türkiye ne zaman normalleşir?

Buna rahmetli hocam Sabahattin Zaim’in sözleriyle cevap vermek isterim. Vefatından çok kısa bir süre önce bana, “Türkiye ancak sen üniversiteye dönünce normalleşir” demişti. Ben de aynı kanaatteyim.

Zaim Hoca’dan alınacak dersler

“Binlerce kişiyle birlikte sadece hocamızı değil babamızı kaybettik. Kendisini yakından tanıma, ona bu kadar yakın olma fırsatı bulabildiğimiz, güzel insan, örnek Müslüman nasıl olunur “uygulamalı dersini” hiç usanmadan tekrar tekrar öğrettiği için hocamıza minnettarız” diyen Sevgi Kurtulmuş, Hocamızın sürekli vurgulayarak, kulağımıza küpe olmasını istediği tavsiyelerinden bazılarını okuyucularımızla paylaştı:
- Bir mevkiye eleman alırken önce istikamet sahibi olup olmadığına dikkat edin, istikamet sahibi olanlar arasından liyakatli olanları seçin. İstikamet sahibi olmak arabanın direksiyonu, liyakat ise motoru gibidir.”
- Günümüzde insanlar karşısındakinin dört dörtlük olmasını bekliyor. En ufak kusurunu gördüğü insanın üzerini çiziyor. Mutlaka her insanın iyi hasletleri vardır. Bir insanın iyi tarafları daha fazla ise onu sakın bırakmayın, daha iyi olması için ona şans verin, bırakırsanız şeytanın kucağına itmiş olursunuz.”
- Farklı isimlerle nitelendirilen grupların mensuplarını dışlamadan, şucu bucu diye ayırım yapmadan, insanlığın hayrına çalışan kimin size ihtiyacı varsa, tereddütsüz omuz verin.

Peygamberin olmadığı çağda sahabe gibi yaşadı

Siz Sabahattin Zaim Hoca’nın da talebesisiniz sanıyorum. Onu da rahmetle analım. Hocayla ilgili neler söylersiniz?

Hem insanlarla ilişkilerindeki incelik, hem de tutum ve davranışlarındaki zarafeti ile son Osmanlı Beyefendisi idi. Hocamızın kafasının netliği, fikirlerinin berraklığı karşısında gözlerimiz kamaşırdı. Bizlere her zaman olayları çetrefilleştirmeden, basite indirgeyerek çözmemizi ve kültür düzeyi en düşük kişinin bile anlayabileceği netlikte ve sadelikte karşımızdakine anlatmamız gerektiğini ısrarla vurgulardı. “Güzel insan” ve “Allah’a yakın kul” olmak dışında hiçbir hesabı yoktu. Cenaze töreninde de ifade edildiği gibi, o Peygamberin bulunmadığı bir çağda sahabe gibi yaşadı. Ebedi istirahatgahına gönderilirken kendilerini, sadece kalabalık bir cemaat yolcu etmedi, kocaman, binlerce kişilik bir ailenin ferdi olarak uğurlandı. Avludaki hemen herkesin yüzünde çok yakın bir aile ferdini kaybetmenin yetimliği okunuyordu.
Hocamız hayatı boyunca insana yatırım yaptı. Allah bilir, hem orada hem de burada kazandı. İbretle seyrettiğimiz cenaze töreninde, çok farklı gruplardan bu kadar çok seveni olan hocamız, sevgi yumağı olmuş bir cemaatle bize son dersini de vererek, aramızdan ayrılırken tercihlerimizi yeniden gözden geçirip, neyin peşinde olmamız gerektiğini çok açık bir şekilde son kez cenaze töreniyle de gösterdi. Adeta, sırtımızı dayadığımız koca çınar devrildi, binlerce seveni yetim kaldı.

Vakit

Röportaj Haberleri

Kudüs Tugayları Tulkarem Taburu Komutanı Al Mayadeen'e Röportaj Verdi
El-Menar TV Hizbullah'ın Topçu Birliğinde Görevli Subay ile Röportaj Yaptı
Hamas Lideri Abu Marzuk: Hamas Ve Hizbullah'ın Düşmanı Aynı
Hamas Operasyonun Gizli Belgeleri: Abdurrahman Dilipak Röportaj
Eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı: Türkiye'nin Garantörlüğü Çok Uygun Olur