Onların, elbette "kendi isimleri" var...
Kiminin adı Ahmet, kiminin adı Mehmet, Hasan, Alpay veya Mustafa...
Ama onlar, "kendi isimleri"yle değil, "ortak isimleri" ile anılıyorlar...
Onların ortak adı, "YAŞ"zede!"
Çünkü onlar, "Yüksek Askerî Şûra Kararları" ile atıldılar Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinden... Ellerinden "hak"ları, bellerinden "silah"ları, sırtlarından "üniforma"ları alındı... Adeta "çırılçıplak" bırakıldılar... Günler, haftalar, aylar ve hatta yıllarca, "serserî mayın" gibi dolaştılar ortalıkta... Bir "vebalı" gibi, herkes kaçtı onlardan... Hiç kimse "iş" vermek, "onlarla birlikte görünmek" istemedi... Bütün "kapı"lar yüzlerine kapandı!..
İş yok, aş yok!..
Günlerce aç kaldılar.
"Bunalım"lar yaşadılar!..
"Ev"lerinde "kavga"lar başladı...
Kimi boşandı eşinden, kimi de boşanmanın eşiğine geldi!..
"Çekilmez bir hayat" yaşadılar!..
Öyle ya;
"Tel örgülerle çevrili dünya"larının dışına çıktıklarında, "sudan çıkmış balık" gibi çırpınmaya, hayata tutunmaya çalıştılar.
Kimi, bir ucundan tuttu hayatın, kimi hâlâ "tutunma"nın çabasında...
NEYDİ ONLARIN SUÇLARI?
Peki, neydi "suç"ları?
"Disiplinsiz" miydiler, "uyumsuz" muydular, yoksa "başarısız" mı?..
Hayır!..
Hepsi de "son derece başarılı"ydı... öyle başarılıydılar ki; arşivleri "takdir ve teşekkür belgeleri" ile dolu...
Kimi "atış"ta başarılı, kimi "temizlik"te, kimi "disiplin"de, kimi de "yönetim"de!..
O halde, niye atıldılar?..
Atıldılar, çünkü "açıkça" kılamadıkları "gizli gizli namaz kılıyorlar"dı!..
Atıldılar, çünkü;
Kiminin parmağında "gümüş yüzük", kiminin çekmecesinde "tesbih" vardı!..
Atıldılar, çünkü;
"İçki içmiyorlar"dı!..
"Dans etmiyorlar"dı!..
"Resepsiyon" veya "davet" ya da "eğlence" olduğunda, "eş"lerini getirmiyorlardı!..
Atıldılar, çünkü;
Ya "analarının başı örtülü"ydü ya da "eş"lerinin, "kız"larının ve "kızkardeş"lerinin!..
Hiçbiri değilse bile;
Evlerine gelen "misafir"lerin çoğu, ya "başörtülü"ydü, ya da "sakallı!"
Onların "özel hayatlarını deşifre etmek" ve hatta "suçüstü" yakalamak için, "hafiye"ler görevlendirmişler, "dedektif"ler tutmuşlardı..
"Hafiye" ve "dedektif"lerin kimi "kapıdan satıcılar" kılığına girmiş, "tencere, tava, çaydanlık" satıyormuş gibi kapılarına gidip; "kılık-kıyafet ve oda kontrolü" yapmışlardı!.. Kimi de, "anketör" kılığına girip, "fişleme" yapmıştı!..
Hani, "herkesin bir özel hayatı var"dır, "karışılamaz"dır ya, "dindar subay-astsubaylar"ın böyle bir hakları yoktu!..
Onların hayatı araştırılırdı!..
Onlar gözetlenir, "fişlenir"di!..
Fişlenirler ve gözlerinin yaşına bakılmadan atılırlardı "ordu"dan!..
Atıldılar!..
"Zindan" edildi hayatları!..
EN AĞIRLARINA GİDEN SÖZ!
Bir "YAŞ"zede yüzbaşı"ya sormuş bizim muhabir arkadaşlar: "Atıldığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?.. O gün, neler hissetmiştiniz?"
Cevap vermiş bir YAŞ"zede yüzbaşı:
"13 yaşından 31 yaşına kadar dünyaya kepi ile postalı arasından bakan, son aldığı maaşının yarısını, geri istendiği için borç bulup geri ödemek zorunda kalan, tamamen yabancısı olduğu sivil hayata bir anda ömrünün orta yerinde girmek zorunda kalmış, çocuk bekleyen, borçları, taksitleri olan, atıldığını öğrenen ana-babası üzüntüden hastalanmış, onbeş dakika içerisinde kimlik kartı, tabancası alınarak nizamiye kapısına konmuş bir işe yaramaz gibi hissetmiştim kendimi..."
Ama, ona en çok ne koymuş, en çok ağrına ne gitmiş, biliyor musunuz?..
Düşünebiliyor musunuz;
Dışarı çıkartılırken; o "telâş" ve "şok"tan, "kep"ini bile bulamamış bir halde "tugay komutanı"nın huzuruna başı açık geldiğinde, komutanın şu sözleri ile tam yıkılmış:
"Lütfen çarşı merkezindeki kantinimizden sigara, ekmek filan alma!.. Sivil marketlere git!.. Artık subay değilsin, şu dakika itibariyle kantinimizden istifade etmen uygun olmaz."
Düşünün Allah aşkına;
Tam "18 yıl"ını orduya vermiş, "çocukluk" ve "gençlik" yıllarını TSK"da geçirmiş bir adama deniliyor ki;
"Kantinimizden sigara ve ekmek almaya kalkma!.. Çünkü sen, artık asker değilsin!"
Gel de, donup kalma!.. Gel de tüylerin diken diken olmasın!.. Gel de hıçkırıklara garkolma!.
Bir "asker"e söyleniyor bunlar... Ömrünün 18 yılını orduya vermiş bir askere!..
İşte o yüzbaşı, "tugay"dan "çarşı"ya inen yolu, "kepsiz, kimliksiz ve silahsız" inmiş, iyi mi?..
Hem de, hızla!..
Hem de, koşar adımlarla!..
Sanki arkadan "düşman" kovalıyor!..
"Yeni hayata başladığımda" diyor; "Kendimi, aya ilk ayak basan astronot gibi yalnız hissettim!"
Bir "manevî zulüm" değil mi bu?..
Bir "adaletsizlik" değil mi?..
Bu "YAŞ"zede yüzbaşı"dır ki;
"99 gün boyunca", kâh aç, kâh susuz "Bingöl dağları"nda görev yapmış...
Zaman olmuş bir "kaya kovuğu"na kıvrılıp yatmış, zaman olmuş "ahır"larda sabahlamış!..
O kadar "dağ-bayır" dolaşmış ki, bir defasında dua etmiş Allah"a: "Ya Rabbim, ne olur, asfaltı olan bir yer nasip et!"
Böyle bir "görev aşkı"nın mükâfatı "atılmak" mı olmalıydı?.. Hem de, "üniforması"ndan ve "silah"ından arındırılıp, "çırılçıplak" bir atılmak!..
HALİMİZDEN ERDOĞAN ANLAR!
Onlar, yıllarca sabrettiler...
"Gün olur, devran döner" diye, yıllarca beklediler... Sonunda, "bekledikleri adam" da geldi, "bekledikleri gün" de!..
"Bekledikleri adam", elbette Başbakan Tayyip Erdoğan... Çünkü Erdoğan, kendileri gibi, "damdan düşmüş" bir adam... Damdan düşen bir adamın neler çektiğini, ancak "damdan düşen" bir adam anlar!..
Tayyip Erdoğan da çok çekti... Ona, "muhtar bile olamaz" dediler, "siyasî hayatının bittiğini" söylediler ama o sabırla devam etti yoluna...
"YAŞ"zade"ler işte onun için çok seviyorlar Erdoğan"ı... Onun çektiği çileyi ve gösterdiği sabrı "örnek" alıp, zorluklara direniyorlar!..
Yıllarca direndiler... Zorluklara yıllarca göğüs gerdiler... "Fakirlik"ten, "yoksulluk"tan ve "beş parasız" kalmaktan dolayı, "ağır travmalar" yaşadılar... "Bunalım"lara girdiler, evlerinde, "boşanma" ile sonuçlanan "kavgalar-gürültüler" oldu...
Sonunda, "bekledikleri gün" geldi...
Erdoğan, bir "ümit" verdi onlara...
GÖZLERİ TORBA YASA"DA!
Hiç olmazsa, "YAŞ"zedelere emeklilik hakkı" verileceğini söyledi... Bu; "söz"de de kalmadı, "yasa tasarısı" haline geldi...
Geldi ve "Torba Yasa"ya konuldu...
"Torba Yasa"ya, YAŞ mağduru askerlerin de girmesi bekleniyor.
AK Parti Grubu, yaptığı çalışma ile 1971 muhtırası, 1980 darbesi ve 28 Şubat"ın ardından re"sen emekli edilen askerlere itibarlarının iade edilmesi ve özlük haklarının verilmesini istiyor.
YAŞ kararıyla re"sen emekli edilen eski bir subay olan CHP Edirne Milletvekili Rasim Çakır da verdiği teklifle TSK"dan bu şekilde atılanlara, "emsallerinin rütbesi kadar emekli maaşı verilmesini" öneriyor.
Son durum ne olur, daha ne gibi "teklif"ler yapılır, elbette belli değil!..
"YAŞ"zedeler"in durumu ortada...
Diyorlar ki;
"İlk atıldığımız günden bugüne kadar mahrum bırakıldığımız maaşlarımız, emeklilikte yüzbinlerce lirayı bulan OYAK ikramiyelerimiz, normal emekli ikramiyelerimiz ve emekli maaşlarımız... Maddi mağduriyetimizin büyüklüğünü bu tabloda çok rahatlıkla görebilirsiniz... Atılmakla, hepsinden mahrum kalmış olduk...
Bugün biliyoruz ki; bu milleti artık ciddi bir devlet yönetiyor... Bu devlet ve bu Başbakan; mağdurun hakkını pazarlık konusu yapmaz... Haklıysan; kaynağını da bulur, çaresini de bulur, formülünü de... Haksızsan da; milyon oya bedel bile olsan yine dönüp sana hakkın olmayanı vermez... Bu hükümet döneminde dilencilik yapmanıza gerek yok... Haklı olun, doğru olun yeter. Biz sayın Erdoğan"ın hakkımız olanı vereceğine bütün kalbimizle inanıyoruz."
NASIL BİR EMEKLİLİK?
Görüyorsunuz ya;
"Pazarlık" yapmıyorlar...
Ama, benim bir önerim var: Bu insanlar, ilk "atıldıkları" gün, "ne kadar maaş" alıyorlardı?..
Diyelim ki, "2-3 milyar!"
"Atılalı" ne kadar olmuş?..
Diyelim ki, "10 yıl!"
Atılmasalardı, "10 yıl" boyunca "2-3 milyar" almaya devam edecekler miydi?..
Elbette edeceklerdi!..
O halde; "bugün ulaşacağı rütbe"den değilse, hiç olmazsa, "o günkü rütbe"sinden alacağı "maaş" ile çarpın 10 yılı... On yılda 120 ay mı var?.. Çarpın 120 ay ile 2-3 milyarı!..
Eder 240-360 milyar!..
Verin bu parayı,
Kapatın yarayı!..
"Bundan sonrası"na gelince... Bu adamlar eğer "atılmasa"lardı, ne olacaklardı?.. "Yarbay" mı, "albay" mı, "general" mi?.. "Emeklilik" hakkı verirken de, hangi "rütbe"den emekli olacaklarsa, "o rütbeden" emekli edin ve ona göre "emekli maaşı" bağlayın!..
Kaç "YAŞ"zede" var?..
Topu topu 1500-2000 kişi!..
Verin "emeklik hakları"nı, iade edin "itibar"larını, bu "yara" kapansın!..
Tekrar ediyorum;
Alacakları "para"lar ve kazanacakları "hak"lar, elbette yaşadıkları "travma"ları onarmaz ama belki "yaralarına merhem" olur!..
Benim bildiğim Erdoğan;
Açar kesenin ağzını ve "YAŞ"zede"lerin hem "gönül"lerini alır, hem "dua"larını!..
"Memurluk"muş, "OYAK kesintileri"ymiş, boşverin bunları... "Acılı yıllar"ın, hiç olmazsa maddî yaralarını sarın, yeter!..
Merak ve umutla bekliyorum...
Çakma Fenerli!
Ben de, Şamil Tayyar"ın yazısından öğrendim... Bay Kemal Kılıçdaroğlu, Ankaralı gazetecilere "Yılbaşı Resepsiyonu" vermiş... O resepsiyonda; "Nasıl Fenerbahçeli olduğunu" anlatırken, demiş ki, "Çocukluğumda Lefter çok iyi bir kaleciydi!.. Ondan etkilenip Fenerli oldum!"
Bir gazeteci, düzeltmiş Kılıçdaroğlu Kemal Bey"i: "Lefter, hiç kalecilik yapmadı ki!"...
Kemal Bey; "Sanırım bir ara yaptı" deyip, gargaraya getirmiş işi!.. Demek ki, "Fener"liliği de çakma!..
Şu hâle bakın; adam, bir oyuncuyu "rol model" alıyor, ondan çok etkileniyor ama "ne yaptığını" bilmiyor!.. Gerçi, Kâğıthane"yi de Kâğıttepe olarak biliyordu ya, neyse!..
İşin dramatik tarafı şu: Kemal Bey bu "gafı" yapmış ya; "Altı Oklu rozeti yüreklerinde taşıyan yoldaş ve candaş gazeteciler" hemen devreye girmişler... "Sakın ha" demişler; "Sakın ha bu gafı yazmayın!" Hiçbir "yoldaş ve candaş" gazeteci bunu ne haber yapmış, ne de yazmış, iyi mi?..
Görüyorsunuz değil mi; ona-buna "yandaş" diye çamur atan adamlar; nasıl da "yoldaşlık", nasıl da "candaşlık" yapmışlar?!?
Aynısını Erdoğan yapsaydı var ya; hiç gözünün yaşına bakmaz, tefe koyarlardı... Demek ki, "candaşlık" böyle bir şey!..
yeni akit