Sene 1991. İstanbul’da, Beyazıt’taki Erenler Kahvehanesi’nde tanıştık. Milli görüşçüymüş. Çorum’un bir Çerkes köyündenmiş. Reklamcıymış. Sonradan öğrendim; kesatmış işleri. 18-07/13/ekran-resmi-2018-07-13-231750.png Neşesi hep yerindeydi ama... Memleketin ve genel olarak İslam dünyasının perişan ahvali söz konusu olduğunda bile surat asmazdı. Başkalarının surat asmasına da katlanamazdı. Ağlayıp sızlanmayı hele hiç sevmezdi. İlle de bir ümit ışığı bulup getirir, ortalığı aydınlatmaya çalışırdı. Baktı ki olmuyor, bir espri patlatarak dağıtırdı kasveti. Sohbet dediğin gürül gürül olmalıydı. İsmet Özel’in kulakları çınlasın; ağlamadan, dillerimiz dolaşmadan, yumruğumuz çözülmeden gecenin karşısında, şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı, üzerimize yüreğimizden başka muska takmadan konuşmalıydık. O hep öyle konuşurdu. Müsbet bir enerji yayardı etrafına. Dert varsa derman da var, Allahuekber, o kadar! *** Çerkes düğünlerinde ateşleyici adamlar olur. Meydana ilk onlar çıkar dans için. Sonra düğün boyunca ortalıkta dolanıp durarak milletin coşku ve neşesini kamçılarlar; “Tsey tsey tsey hey ha!...” El çırpmalar mı yavaşladı? Onlar hızlandırır. Tsey hey ha!... Ritim mi düştü? Onlar anında ayağa kaldırır. Hey ha!... Ve yok öyle “Ben oynamasam olmaz mı abi?” Kolundan tutup meydana fırlatır, deli gibi oynatırlar en çekingen adamı bile. Tsey tsey tsey!… Hızlarını alamaz, “Şeşen”in ritmine karşı koyamaz, kendilerini de bir daha bir daha atarlar meydana. Hey ha, hey ha!... Bendeki karşılığı böyle bir şeydi Erol Olçok’un. Onunla ne zaman karşılaşsak fonda “Şeşen” sesi duyar gibi olurdum. Herhalde o da öyle olurdu ki bazen durduk yerde “Hey ha!” deyip dans etmeye başlardı. İleriki yıllarda cep telefonu icat edildi ve Erol Abi cep telefonuna ‘zil sesi’ olarak tabii ki “Şeşen”i yükledi. Coşku, coşku, coşku… Peki ne olacaktı bu Türkiye’nin hali? Şöyle mi yapmak lazımdı, böyle mi, yoksa başka türlü mü? Her türünü konuştuk Erenler’de çayımızı kahvemizi içerken. Devlet yıktık, devlet kurduk sabahtan akşama kadar. Kim bilebilirdi ki o sohbetler yakın bir gelecekte kuvveden fiile çıksın ve Erol Abi bunda esaslı bir rol oynasın? *** 1994’te Refah Partisi’nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, Erol Olçok’u yanına danışman olarak aldı. Yakın dost ve yoldaş oldu ikisi. Dört sene sonra Refah Partisi kapatıldı, Erdoğan da o meşhur şiir davası yüzünden belediye başkanlığından alındı ve siyasetten men edildi. Boşta kalan Erol Abi, Erdoğan’dan müsaade isteyip reklamcılık işlerine yoğunlaştı. 2001’e gelindiğinde reklamcılık piyasasında muteber bir isimdi artık. Erdoğan ve arkadaşlarının 2001’de kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin / AK Parti’nin ismi ve amblemi, Erol Abi’nin firması olan Arter Reklam’daki zihin jimnastiklerinden geliyor. 2002’den beri iktidarda olan AK Parti’nin 2016’ya kadarki bütün seçim kampanyalarını da Erol Abi yönetti. Daima aşk ve şevkle, coşkuyla, tsey hey ha!... “Durmak yok, yola devam!” sloganı, “Aynı yoldan geçmişiz biz” şarkısı, ‘gönderden inmekte olan ay yıldızlı al bayrağın milli seferberlikle yeniden yükseltilmesi’ temalı o muhteşem tanıtım filmi vs, vs.. Erol Olçok’un paltosundan çıktı. Yetmedi; Kıbrıs’tan Mısır’a ve Malezya’ya kadar birçok İslam ülkesindeki demokratik seçimlerde de ‘bizimkilerin’ zaferi için -hiçbir maddi karşılık beklemeden- canla başla çalıştı Erol Abi. Tunus’ta Raşid Gannuşi’nin NAHDA’sının dosta-düşmana “Kendilerini aştılar” dedirten müthiş seçim beyannamesindeki mühür de Erol Abi’ye aitti. *** Böyle böyle seneler geçti. Derken… Sene 2016, gecelerden 15 Temmuz. Milletin düşmanları milletin tanklarını millete karşı yürütüyor. FETÖ ve müttefikleri Türkiye’yi emperyalistler adına esir almak için askerî darbeye kalkışmış. Erol Olçok’un ‘reklam’ını yaptığı ne varsa topun ağzında. Ve Erol Olçok herhangi bir reklamcı değil işte. İnanmadığı bir davayı savunmadı ve savunduğu davaya baş koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan milleti direnişe çağırınca “Başımla beraber” diyerek sokağa iniyor. Oğlu Abdullah Tayyip de geliyor yanında. Boğaziçi Köprüsü’nde darbeci askerlerin karşısına dikiliyorlar beraber. Tekbir getiriyorlar, Alemlerin Rabbi Allah’a sığınıyorlar ve ülkemizin -aslında bütün İslam dünyasının- selameti için ileri atılıyorlar. Gene o aşk ve şevk… Gene o coşku… Özgürlüğe kanat açan Kafkas kartalları, tsey hey ha!... Sonrası kurşun yağmuru ve şehadet. Vurulup tertemiz alınlarından uzanıp yatıyor ikisi de. Düşmekte olan hilâl yeniden yükseliyor, o ‘reklam’ filmindeki gibi… Şehit kanlarıyla yoğrulmuş bayrağımızda onların da kanı var artık. *** Bir gün bir densiz “Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler; Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler; siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz. Haddinizi bileceksiniz!” demişti ya… Erol Olçok “Kafkaslardan gelen” bir adamdı ve “haddini” asla bilmedi. Türkiye’yi sahiplenmekte Hududullah’tan başka had tanımadı. Ölümüne sahiplendi “insanlığın son adası”nı. *** Şehadetin mübarek olsun canım Erol Abicim. Şehadetin mübarek olsun Abdullah Tayyip, sevgili yeğenim. Selam, bütün 15 Temmuz şehitlerine. Lailahe illallah veşşehid habibullah. Karargazete