Evet, milletin kanıyla, canıyla, vergisiyle besleyip büyüttüğü, güçlendirdiği ordu (TSK), bugün, milletin emrinde problem çözen değil, son 300 yıldır ve bilhassa da son 100 yıldır, kendisi problem olan; belaları def"eden bir kurum olmak yerine kendisi milletin kaderine bir resmî ideoloji ve ikonperestlik adına ipotek koyan bir kurum görüntüsündedir, komuta kademeleri itibariyle.. Büyük gövde, millete aid olmasına rağmen, beyindeki bir takım tümorler, bütün bedeni de kıvrandırmakta, yanlış tepkilere sürüklemektedir..
*
Önce bir soru..
Herhangi bir komutan, kendisinden sadece rütbe değil, hattâ kıdem bakımından da, zerre kadar altta olan bir diğer subayın, az bir dikkafalı, inad eder gibi bir havasını, tavrını hissetse ne yapar?
Ona hemen, rütbe ve kıdemini, ast olduğunu hatırlatırsa, çok medenî davranmış olur.. Bugün yapılmakta olan ise, derhal o ast"ı cezalandırmak, siciliyle oynayacak disiplin yaptırımlarına müracaat etmektir..
Pekiy, aynı komutanlar, kendilerinin kanûnen "üst"leri durumunda olan, özellikle sivil otoriteler karşısında aynı hassasiyeti gösterirler mi, gösteriyorlar mı?
Bunu sormaya bile gerek yok..
Bu zamana kadar bu gibi dikleşmelere, sivil otoritelerce hep gözyumulageldi..
Ve bu durum, eski bir "yeniçeri hastalığı"dır.. Ve, bir tarafın elinde, silahları vardır; sivil otoritenin elinde ise, ne silah vardır, ne tank, ne top.. Sadece kanunların yazılı olduğu kağıt parçaları..
*
Ordunun bu üst dinlemez dikkafalılık ve başına buyrukluk geleneği, TC. döneminde, sadece ilk iki Şef zamanında farklı bir itaat çizgisi göstermektedir. Çünkü, M. Kemal ve İsmet İnönü gibi ilk "Şef"lerin sağladığı bu itaat, onların hem rejimin kurucusu durumunda olmalarından, hem de, kendileri en üst rütbeli kimseler durumuna gelmelerinden ve kendilerinden sonra gelenlere rütbelerini veren isimler konumunda bulunmalarının psikokoljik etkisinden geliyordu..
Ama, sırf, bir Orgeneral rütbesinde ve KKK. olması ve de darbeden 20 gün kadar önce, zamanın Savunma Bakanı Edhem Menderes"e bir mektub yazıp, Başvekil Adnan Menderes"den değil, C. Başkanı Celâl Bayar"dan rahatsızlığını dile getiren bir mektub yazmış olması hasebiyle, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi"nin liderliğine getirilen Org. Cemal Gürsel, ihtilalci subayların elinde bir oyuncak, bir kukla haline gelmekten kurtulamamıştı.. (Yazdığı mektubun bile, Adnan Menderes lehine olan satırlarının sansürlenip, Adnan Menderes aleyhine bir mektuba dönüştürülmesine ve mahkemelerde o şekilde okunup yayınlanmasına bile sesini çıkaramıyacak kadar..)
Ve, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi sırasında cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Cevdet Sunay da, eski bir Genelkurmay Başkanı olduğu halde, askerî müdahalenin ilk işaretleri üzerine, Başbakan Demirel kendisine ulaşmak isteyince, "Beyefendi, beni de devre dışı bıraktılar.." mesajını -özel ulakla- ulaştırmıştı.
12 Eylûl 1980, zâten generallerin yönetime elkoyduğu gündür.. Bu durum, 1990"lara kadar devam etti..
28 Şubat 1997 Zorbalığı"nın tezgahlandığı günlerde ise, generallerin herbirisinin, freni boşalmış bir kamyon gibi, nereye tosyalayacağı belli olmayan bir durumun ortaya çıktığını, bugün 20-25 yaşın üstünde olan herkes hatırlıyordur, herhalde...
Ve, ancak, ilk kez, 27 Nisan 2007 Muhtırası"nın sivil otorite tarafından kesin kararlı bir dikduruşla bertaraf edilmesinden sonradır ki, TKS"nın biraz biraz itaat altına alınma sürecine girilmeye başladığı görülmüştür..
Ama, bu durum da yeterli değildir..
Nitekim, hele de şu son iki-üç yıl boyunca, haklarında dâvalar açılan yüksek rütbeli subayların kurtarılması için, Genelkurmay Başkanlığı"nın suç sanıkları üzerine nasıl bir himaye kanadı gerdiği, onların sivil vatandaşlara gösterilmeyen hukukî zırhlarla nasıl korunmaya çalışıldığı, "GATA" ve diğer askerî veya sivil sağlık kurumlarındaki uyduruk tıbbî raporlarla kurtarılma çabaları ve son olarak da, Balyoz Dâvası"nda, 100"den fazla subayın yakalanma ve tutuklanması için verilen mahkeme hükmünün etkisiz hale getirilmesi için hangi hukukî entrikaların nasıl tezgahlandığı kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmektedir, etmiştir.
*
Keşke, karanlık ilişkilere giren generaller toptan tasfiye edilebilse..
Yani, eli silahlı olan ve kafasında da, başkalarına itaat ettirmeyi esas alan, ama kendilerini hele de sivillerin "ast"ı olarak kabullenemeyenlerin sivil otoritelere itaat etmeyi kabullenmeye bir türlü yaklaşamayışları, en çetin problemlerden birisi olarak bugün de karşımızda durmaktadır..
*
Bu noktada, Org. İlker Başbuğ, ne tufanlar estireceği havası oluşturarak geldiği ve iki yıl süren Genelkurmay Başkanlığı boyunca, bir problem çıkmaması için olmalı, nice kanunsuzluklara, nice ahlâksız saldırı ve entrikaları inkar yolunu seçti ve başında bulunduğu TSK"yı her ne pahasına olursa olsun savunmak gibi bir vazifesi olduğunu zannedip Başbakan Erdoğan ve çevresine hem de en çirkin, galîz sözlerle saldıran, hakaretler yağdıran komutanların ses kayıdlarına bile gözyumdu..
Ama, aynı asker kafası, TSK"nın iç-disiplin anlayışı çerçevesinde, kendi astlarından herhangi birinin, -hakaretini değil-, en küçük bir itirazını bile derhal, en ağır şekilde cezalandırdıklarını düşünüp, bir empati yapmak olgunluğunu gösterememiştir.
Ve TSK, kendi içindeki ve kanunsuz olduğu ap-açık ortaya çıkan bir takım odaklaşmaları, darbe planları hazırlama cür"etkârlıklarını temizlemek için önüne çıkan yargı yolunu tıkamak üzere de elinden geleni yapmıştır..
*
Bir diğer konu, komuta kademesindeki son tayinlerle ilgili olarak, I. Ordu K. Org. Hasan Iğsız"ın Hükûmet tarafından KKK.lığı"na getirilmemesi üzerine, KKK. lığı"na getirilen Jand. Gen. K. Org. Atilla Işık"ın, daha üst bir vazifeye getirilmesine rağmen, bu tayinin hemen ertesi günü, emekliliğini istemesi..
Bu durum, 6 Ağustos tarihli Hürriyet"te şöylece izah edilmişti, üç ihtimalli olarak:
"1- Silah arkadaşı Org. Hasan Iğsız"ın emekliye sevki ile yerine gelmesinden rahatsız oldu, emekliliğini istedi.
2- Yeni Genelkurmay Başkanı olması beklenen Org. Koşaner, birlikte çalışmak istemedi, emekliliğini istedi.
3- Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ"un, Hükümet"in karşısında manevra kabiliyetini arttırabilmek ve Iğsız"ın KKK"ya gelmesini zorlamak için taktik emeklilik ricasında bulundu, Org. Işık da emekliliğini istedi."
Bu üç ihtimale, yeni şıklar da ekliyebilirsiniz, ama, "askeriye"nin yarıresmî sözcüsü gibi görülen Hürriyet"te yayınlanan bu yorum, bir yerlere dayandırılarak yapılmış olmalıdır.. Evet; Taraf"ın 6 Ağustos günü manşete çektiği gibi, "Generaller, koltuklarını korumak için verdikleri bu savaşı, teröristlere karşı vermemişlerdi.."
Bu oyunların perde arkasını keşfetmek, Başbakanlığın elindeki imkanlarla o kadar da imkansız olmasa gerek.. Esasen, bunlar biliniyor olmalı ki, Başbakan Erdoğan bu konularda daha bir kararlı gözüküyor.. Esasen, bir kararsızlık gösterir ve geri adım atarsa, o zaman da, ülkeyi ve bu arada asker"i de yöneten değil, asker tarafından yönetilen ve inisiyatifi, emrinde olması gereken silahlı güçlere kaptırmış bir kimse durumuna düşer..
Erdoğan tarafından böyle bir geri adım atılabileceği ihtimali yok denecek kadar zayıf bir ihtimaldir ve bu durumda, hattâ, 30 Ağustos"a kadar, yeni tayinler yapılamazsa, birkaç orgeneralin bir anda yaş haddinden -otomatik olarak- emekli"ye ayrılmaları ve yerlerine, yepyeni bir komuta kademesinin şekillenmesi muhtemeldir.. Hattâ, bir teamül olarak hep, TSK"nın büyük gövdesi olan Kara Kuvvetleri"nden olan Genelkurmay Başkanları"nın, bu sefer, Hava ve Deniz Kuvvetleri"nde var olan daha kıdemli orgeneraller / oramirallerden birinin Genelkurmay Başkanlığı"na getirilmesi yolunu da açabilir..
"Türkiye"de ordunun hükûmetleri nasıl bir kukla haline getirdiğine bakınız ki, bu gelişmeler, uluslararası medyada bile, Hükûmet ile TSK arasındaki bir savaş gibi algılandı, "Ordu"ya karşı bir zafer daha kazandı" diye yer aldı.. Her ne kadar, Hükûmet"in zafer kazandığı gibi tahrik edici değerlendirmelere fazla prim verilmemesi ve olanın, olması gereken tabiî bir durum olarak anlaşılması gerekirse de, Türkiye"nin geçmiş tarihindeki "askerî vesayetli" siyaset"in artık geriletilmeye başlaması, gelecek için umut verici olabilir..
*
Bu gelişmeler olurken.. Şimdi, Erdoğan"ın bu kararlılığı karşısında şaşıranlar, "vatan müdafaası ve teröre karşı savaşta harcanmış ömür boyu çabaların yok sayılması"na ağıt yakmaktalar..
Ama, onların terörle ne kadar savaştıklarını millet de biliyor, kendileri de biliyorlar..
Hele, Heron isimli insansız keşif uçaklarının 25-30 merkeze birden ânında verdiği görüntülerde, teröristlerin sınır karakollarına nasıl yaklaştığı açıkça görüldüğü ve bunların önlenmesi mümkün olduğu halde, kimsenin tedbir o almaması ile ortaya çıkan yığğınla asker kayıblarının toplumda oluşturduğu tepki de, teröre karşı savaş veren bu yüksek komutanların sicilini ortaya çıkarıyor..
Kaldı ki, bu Heron"ların yapımcısı İsrail rejiminin aynı bilgileri ânında, karşı tarafa da veya kendi istihbarat merkezlerine de yansıtan bir gizli düzenek kurmuş olabileceği hiç düşünülemez miydi? (Unutmayalım, 28 Şubat 1997 Zorbalığı döneminin ünlü istihbaratçılarından Bülent Orakoğlu, 1995"lerde, Irak Kürdistanı"ndaki kürd grupları arasında iki yıl kadar süren ve onbinlerce peşmergenin birbirini boğazladığı Talebânî-Barzânî savaşları sırasında her iki tarafa da silah verdiklerini ve bu silahlara yerleştirilmiş chip/ (elektronik beyin)"ler aracılığıyla Ankara"dan onları istedikleri gibi yönlendirdiklerini, birbirlerine karşı bir üstünlük sağlamayı engellediklerini bir tv. proğramında açıkça iddia/ itiraf etmemiş miydi? Aynı durumu, İsrail rejimi de Heron"larla topladığı bilgileri, Ortadoğu"daki siyasetleri için, PKK"ya ve de TC."ye aynı anda servis etmiş olamaz mı?)
*
Bir ordu ki, en karanlık ilişkilerin odağı haline gelmiştir..
Alınız size, son iki haftadır, gündemde olan ve Genelkurmay"ın suskunluğa gömülüşü ve Heron isimli insansız casus uçaklarının, sınır karakollarına terörist sızmasına dair, canlı olarak intikal ettirdiği teknik raporlar üzerine hiçbir açıklama yapmayışı ya da üç senedir sonuçlanmayan bir soruşturma yapıldığına dair gülünç açıklamaları bir yana.. 7 Ağustos günü medyaya yansıyan haberlere göre, bir de, o teknik bilgileri görmezlikten gelmekle suçlanan ve hattâ PKK yandaşı olduğu anlaşılan bazı subayların, "Bizimkilere ağır zayiat verdiren bu Heron"ları düşürelim!" tekliflerine dair konuşmaların içinde yer aldığı bildirilen bir komutan (Tuğg. Mustafa İlhan) bizzat bu Heron uçaklarının uçuşlarını gözetleyen merkezin (Diyarbakır'daki 8. Ana Jet Üss"ün) komutanlığına tayin olunmuş!..
*
Bugün gazetesinde yer alan bir habere göre, "MİT tarafından tesbit edilen ve Genelkurmay"a gönderilen "ihanet" görüşmenin başlangıcında "İlhan Komutan" olarak nitelendirilen bir subayın sorununun çözülmesi için para konuşması yapılıyor. İlhan Komutan"ın dosyasını kapatanların temiz ve iyi iş yaptığı belirtilen konuşmada ciddî risk alındığı da vurgulanıyor. "Şimdi parayı konuşturmanın zamanı" diyen subay, "Limit ne kadar?" diye sorduğu subaydan "Bu iş için her şeye değer limit problemi yok" karşılığını alıyor. Aynı konuşmanın devamında ise, Heron"ların düşürülmesine ilişkin bir görüşme gerçekleşiyor.
"K1: ".Tamam diğer konu da şu insansız hava aracı ile ilgili. Biliyorsunuz onunla ilgili daha önce görüşmüştük.
K2: Evet komutanım problem yok problem mi var?
K1: Problem şu, araç biliyorsunuz Batman"da Konuşlandırıldı oradan o bölgeyi tarıyor ancak görüntü ve bilgiler çok net önce mümkünse kullanım dışı bırakmalıyız değilse, görüntü, bilgi koordinat vesair surette müdahale edilmeli anlaşıldı mı?
K2: Evet anlaşıldı komutanım
K1: Geçen olayda zayiat verilmiş, bundan dolayı ciddi bir baskı aldım sen bunu ilgilisi ile görüş ve konuştuğumuz çerçevede olsun tamam mı?
K2: Komutanım tamam anlayamadım. Müsaade ederseniz eve geleyim. (")"
Takib olunan subayların yaptığı telefon görüşmelerinden birinde izinsiz iki kez yurt dışına çıkış yaptığı tespit edilen Tuğg. Mustafa İlhan"ın ceza almaması için yapılan planlar deşifre oluyor. İlhan"ın ceza almaması için pasaport kayıtlarının silinmesi ya da Hava Kuvvetleri"nden izinli gösterilmesi konuları görüşülüyor.
İşte o telefon kaydı:
K1: (") Önemli bir konu var da
K2: Ha evet
K1: Onu ancak siz çözebilirsiniz
K2: Nedir?
K1: Bu sene terfi eden Mustafa İlhan ile ilgili (")
K2: Tamam tamam evet
K1: Bu dostumuzla ciddi uğraşanlar var
K2: Yapma ya, nasıl?
K1: Mustafa'nın iki kere izinsiz yurtdışına çıkışı olmuş
K2: Gerçekten izinsiz mi çıkmış?
K1: Maalesef
K2: Benim bundan dolayı bildiğim şu anda hapis yatanlar var ama
K1: İşte bunu kurcalıyorlar. Ne yapabiliriz? Bunun pasaport kayıtlarından silinmesi lazım. Ya da Hava Kuvvetleri'nden izinli gösterilmesi lazım. Tamam mı, anlaşıldı mı?
K2: Tamam
K1: İkinci bir konu yine Mustafa İlhan ile ilgili
K2: Bir dakika yazıyorum
K1: DHKP-C üyesi akrabası varmış, cezaevinde yatarken adresini Mustafa İlhan'ın lojmanı göstermiş.
K2: Bu çok kötü
K1: Evet bu dostumuz geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı iş çok ciddi. Konuyu Genelkurmay Personel Başkanı Memişoğlu biliyor. O örtbas edildiğini düşünüyor ama konuyu kaşıyorlar.
K2: Anlaşıldı tamam, tamam.. (")"
*
Bu gibi belgelerin ortaya çıkması üzerine, Genelkurmay, bu bilgi ve belgelerin dışarıya nasıl ve kimler tarafından sızdırıldığı üzerine büyük bir keşif operasyonu başlatıyordu..
Gerçi, Genelkurmay"ın gizli bilgi ve belgelerinin dışarıya sızdırılması da çok önemlidir.. Çünkü, bir savaş halinde, bu Genelkurmay, gizli bilgi, belge ve planlarının dışarıya sızmasını önleyemiyecek demektir bu..
Genelkurmay"ın bu hassasiyetinin, bu bilgi ve belgelerin, kendi halkına karşı tuzaklar hazırlamak merhalesine vardırılması ve kendi aslî fonksiyonlarını yerine getirememesiyle ülkeye verdiği zararlar konusunda da gösterilmesi gerekmez miydi?
Hele de, o zararlar bütün ülkeyi mâtemlere boğan, yüzlerce askerin öldürülmesi şeklindeki yönetim bozuklukları şeklinde ortaya çıkıyorsa..
Bu arada, bazı gizlemelerin de Genelkurmay"ca özellikle yapıldığı anlaşılıyor.. Nitekim, "Balyoz" soruşturması başladığında savcılar, 1. Ordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'na başvurarak 2003 de gerçekleştirilen seminere ilişkin bilgi ve belge istemişlerdi. O zaman, 1. Ordu Komutanlığı ve Genelkurmay, ellerinde belge böyle bir belgenin bulunmadığını bildirmişti..
Ancak, I. Ordu Komutanlığı ve Genelkurmay"ın "Bizde yok" dediği "Balyoz" semineri sonuç raporunun, Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahının "kozmik odası"ndan çıktığı, ancak rapor "devlet sırrı olduğu" gerekçesiyle savcılara verilmediği, KKK. Adlî Müşaviri Hakim Alb. Ahmet Vurucu"nun 19 Nisan 2010 tarihindeki cevabî yazısında, sonuç raporunun komutanlığın "kozmik odası"nda bulunduğunu bildirdiği, 4 Ağustos günü açıklanıyordu..
*
Devlet"i kurtarmak adına, entrikalara destek çıkmak mı?
Evet, ölen her askerin cenazesinin getirildiği şehirlerde tertib olunan cenaze törenlerinde asıl maksadın, ölen askerin ailesinin acısını paylaşmak ve sadece Hükûmet"i yıpratmak da olmadığı; ülkenin bütünüyle huzursuz bir sürece sokulması ve bir takım iç ve dış karanlık güçlerin entrikaların ve gizli emellerinin tezgahlanması olduğu görülüyordu..
Bu gibi hıyanet tezgahlamalarının, son 100 yılımızı baştanbaşa doldurduğu ortadaydı..
Nitekim, em. Koramiral Atilla Kıyat, 2 Ağustos günü, Habertürk"te yaptığı açıklamalarla bir faciaya, bir devlet terörizmine ve "devlet için ferd harcanabilir.." şeklindeki faşist anlayışın bir diğer tarafına dikkat çekiyor ve "1993-97 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin devlet politikası olduğunu" söylüyordu..
Hele de bu uygulamaların kürd halkının yoğunluklu olarak yaşadığı Güneydoğu"da nasıl korkunç bir cinayet mekanizması haline dönüştürüldüğünü görmek ve anlamak istemeyenler, Güneydoğu"daki halkın, nasıl olup da, TC. rejimine karşı bu kadar soğuk ve mesafeli bir noktaya gitmiş veya itilmiş olduğunu da izah edemezler..
Bu acı gerçeği anlamamakta direnenlerden birisi de Devlet Bahçeli idi ve "Bir tanesi çıkmış, bir emekli Korgeneral, Türkiye'de 93-97 sırasında, çok ciddî bir terörle mücadelenin olduğu yerde, o zaman kendisi de asker. Şimdi emekli olmuş hangi holdingin danışmanı, oturmuş terbiyesizce konuşuyor. Türkiye'de faili meçhuller, o iktidarlar döneminde arttı. Türkiye'de faili meçhullerin hesabı sorulamadı.. Şimdi biliyorsan gel sırada bekleyen yargıçlar, savcılar var. Götür ne biliyorsan onlara söyle, onlar halletsin. Televizyona çıkıp konuşarak yetiştiğin ocağa terbiyesizce karalama yapmanın kimseye faydası yoktur." diyordu..
*
Ama, aynı Devlet Bahçeli, Hatay- Dörtyol"da 4 polisin öldürülmesinden sonra, kürd kavminden olan kimselerin dükkanlarının, işyerlerinin ateşev erilmesi, polis karakolları ve arabalarının yakılmaşı gibi karışıklıkların içinde, başlangıçta "arabası gasbedilmiş bir mağdur vatandaş" durumundaki Bestami Kılıç isimli kişinin, daha sonra, JİTEM ve daha başka karanlık devlet güçlerinin bir kuklası olarak kullanıldığının anlaşılması ve hattâ bazeı generallerle bile görüştüğünün anlaşılması üzerine, bu kişiyi partisinden istifa ettirmekle sorumluluktan kurtulacağını sanıyorsa, bu da tarih huzurunda bir büyük yanılgı olarak yerini alacaktır..
Çünkü, bu tezgahlar, gerçekte Türkiye"ye 100 yıldır tahakküm eden güçlerin, iktidarlarını yitirmemek için neleri, nasıl tezgahlayabileceğinin en taze örnekleridir ve bu oyunlar kolayca bitmeyecektir de..
Evet, Türkiye"de ve Türkiye"yle ilgili olarak dünya çapında verilmekte olan savaşın boyutları, Türkiye"nin geçmişi, jeopolitiği ve dünyadaki güç dengeleri ile de yakından ilgilidir ve TC."deki "kemalist-laik" güçler uluslararası emperyalist güçlerin yerli piyonları olarak, onlardan aldıkları güçle bu oyunları en beklenmez ve hattâ kanlı yönlere bile çekmeye çalışacaklardır..
Müslüman halkımız, her zamankinden daha bir uyanık şuûr ve dikkatle, teyakkuz halinde olmalıdır..
haksöz