Yıllardır ve hatta yüzyıllardır kullandığımız "Türkçe" kelimeleri "Öz Türkçe" yapacağız diye öyle "katliam"lar işlendi ki, sonunda ne "Türkçe" kaldı ortada, ne de adına "Öz Türkçe" denilen ama aslında "uydurukça" olan kelimeleri kullananlar... "Hostes" kelimesi "yabancı" diye, onu bile Türkçeleştirip, "Gök konuksal avrat" diyenler oldu... Tıpkı, "otobüs"e de "çok oturgaçlı götürgeç" veya Dart"a "oklama tahtası", Vantilatör"e "yelveren", zaping yapmaya "geçgeçlemek", playback yapmaya "söylemseme yapmak" diyenler olduğu gibi!..
Bereket ki, bunlar tutmadı... Evet, tutmadı; çünkü merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek gibi münevverler, "dildeki yozlaşma"ya isyan bayrağı açıp, dediler ki;
"Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim...
Allah Türk"e acısın, yalnız bunu dilerim!"
HÜSNÜ ÖZYEĞİN, OLDU HÜSNÜ MESELÂ!
Tabiî, "kaş yapayım derken, göz çıkaranlar" da olmadı değil!..
Meselâ, yıllar önce, bir "muhafazakâr" gazetede, şöyle bir olay cereyan eder:
Haber merkezindeki muhabirler, "Hüsnü Özyeğin" ile ilgili bir haber yazarlar... Haber, "dizgi servisi"ne gelince, dizgiciler "Özyeğin" diye soyadı mı olur, bu olsa olsa "Örneğin"dir derler ve Hüsnü Özyeğin, olur "Hüsnü Örneğin!"
Dizilen metin, "tashih" yani "düzeltme" servisine gelir... Gazete, "uydurukça" kelimelerin kullanımını yasakladığı için, tashihçiler "Örneğin" kelimesinin üzerini çizip, "Meselâ" yazarlar!..
Sizin anlayacağınız;
Hüsnü Özyeğin olarak yazılan haber, önce Hüsnü Örneğin"e dönüşür, sonra da Hüsnü Meselâ"ya!..
Herhalde söylemeye gerek yok; ertesi günkü baskıda da Hüsnü Meselâ olarak çıkar!..
Dedim ya; "Türkçe" kelimeleri "Öz Türkçe" yapalım derken, nice "uydurukça"ya da kapı açıldı ve sonunda "nesiller arası çatışma" yaşanmaya başlandı!..
Tabiî, bu arada "eski kelimeler" unutuldu, bunlarla kurulan cümleler de "anlaşılmaz" hale geldi!..
Tıpkı, Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaların da "anlaşılmaz" olduğu için, "anlaşılan şekliyle yorumlanması" gibi!..
MASUMİYET NE, MASUNİYET NE?
Efendim, Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, önceki gün yaptığı açıklamada; İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülmekte olan soruşturmaya ilişkin olarak, soruşturma dosyasının incelenmesi ve belgelerden suret alınmasına bile kısıtlama kararı verildiğini hatırlatarak, demiş ki;
"Buna rağmen, temel insan hakları, Anayasanın 38. maddesinde yer alan "suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimsenin suçlu sayılamayacağı" hükmü, "masuniyet karinesi", "adil yargılanma hakkı" gibi en temel hukuk ilkelerinin ihlal edildiği görülmektedir. Sorumlu olması beklenen kesimlerin yarattığı bu hassas ortam, kişilere, kurumlara, yargıya ve nihayetinde devlete de büyük zararlar vermektedir."
İşte bu açıklamayı okuyunca, cümle içinde geçen kelime konusunda tereddüt geçirdik...
Orada "masuniyet" mi deniyor,
Yoksa "masumiyet" mi?..
Uzun süre tartıştık... "masuniyet" olamaz diyen arkadaşlarımız, "masumiyet"te ısrar ettiler!.. Öyle ya; "masumiyet" ve "karine" kavramları, "hukukî" kavramlardı!..
Oysa ben, aksi görüşteydim...
"Hayır" dedim, Genelkurmay"ın açıklamasında "masumiyet"ten değil, "masuniyet"ten söz ediliyor!..
Bu defa da; "masumiyet-masuniyet" tartışması başladı... Açtık "sözlük"leri:
"Masuniyet: Korunma halinde olma hali... Korunmuşluk, mahfuzluk... Dokunulmazlık, korunmuşluk."
"Masumiyet"in tarifi ise şöyle:
"Günahsız, suçsuz, kabahatsiz... Saf, temiz..."
Oldu olacak, bir de "karine" ne demek, ona bakalım:
"Karine: Belirsiz ve güç anlaşılır bir şeyi anlamaya, çözmeye sebep olan hâl, ipucu... Belirti, emare!"
Şimdi, gelin Genelkurmay açıklamasında ne denilmek istendiğini "karine" yoluyla anlamaya çalışalım...
Gördüğünüz gibi;
Tuğgeneral Metin Gürak"ın kullandığı cümle "3 ayrı bölüm"den oluşuyor.
Birinci bölümde, özet olarak "masumiyet"ten, ikinci bölümde "masuniyet"ten, üçüncü bölümde de "adil yargılama hakkı"ndan söz ediliyor!..
Hemen herkesin "masumiyet" olarak algıladığı ifadenin içinde, aslında "gözdağı" olarak anlaşılabilecek bir kelime var ki, o da "masuniyet" kelimesidir!..
Tuğgeneral Metin Gürak diyor ki;
"Soruşturmaya konu olan kişilerin korunmuşlukları ve dokunulmazlıkları gibi ilkeler de ihlâl edilmiştir!"
Bu, ne demektir;
"Hem masum, hem de dokunulmaz olan insanları, adlî yargılama haklarını ihlâl ederek soruşturuyorsunuz?"
Kimleri soruşturuyorlar?..
Elbette "Ergenekoncu"ları!..
Demek oluyor ki, Genelkurmay"ın gözünde onlar; hem "masum"durlar, hem de "masun", yani "dokunulmaz"dırlar!..
İyi de; "dokunulmaz" olduklarını nereden ve nasıl anlayacağız?
Tuğgeneral Gürak diyor ya;
"Karine" yoluyla!..
Karine neydi;
"İpucu, belirti, emare!"
Demek oluyor ki;
Bugüne kadarki "ipuçları"na, "belirti" ve "emare"lere bakıp, Ergenekon Terör Örgütü kapsamında gözaltına alınanların "masum ve dokunulmaz" olduklarını anlayacağız!..
En azından, benim anladığım bu!..
Değilse, "daha açık ve daha anlaşılır" ifadeler kullansınlar!..
Yoksa; dizgiye "Hüsnü Özyeğin" olarak giren bir metin, ertesi günkü gazetede "Hüsnü Meselâ" olarak çıkıverir!..
BOMBALAR VE SİLAHLAR NEYİN NESİ?
Kaldı ki; "Ergenekon Terör Örgütü"ne yönelik soruşturma kapsamında gözaltına alınanların veya tutuklanan bazı komutanların "masum" oldukları pek söylenemez!..
Hele de, dosyalar dolusu "mağduriyet"lere yol açan bu insanların "masumiyet"lerinden söz etmek oldukça güç!.. Ama "masuniyet"lerine bir diyeceğim yok!.. Zaten, "masuniyet" zırhına güvenip de yol açmadılar mı o "mağduriyet"lere?..
"Postmodern darbe" yapmadılar mı?..
Bir gece yarısı "e-muhtıra" yayınlayıp da, ülkeye "kaos" yaşatmadılar mı?..
Hepsi bir yana da;
Ülkede "kan gövdeyi götürtecek" cinayet, sabotaj, katliam, suikast ve provokasyonlara yol açacak o "bomba"ları, "tabanca" ve "tüfek"leri, "roketatar" ve "plastik patlayıcı"lar ile "mermi"leri kim, nasıl çıkardı "nizamiye"den?..
O "el bombaları" ile kim, ne yapacaktı?.. Masalarında "kalemlik" veya balkonlarında "saksı" olarak mı kullanacaklardı?.. Kim bilir, belki de "kulak memelerine küpe" olarak takacaklardı!..
Yapmayın Allah aşkına...
Bu "silâh" ve "bomba"ların nereden, kimler ve hangi maksatla çıkarıldığını araştırmak, bulunan suçluları cezalandırmak makamında olanlar, şimdi kalkıp da "masumiyet" veya "masuniyet"ten söz edemez!..
Kuş uçmaz, kervan geçmez, ıssız bir dağ başında faaliyet gösteren Kur"an Kursu"nda; kaç öğrenci ve kaç öğretici bulunduğunu ve hatta hangi kitapların okutulduğunu bilebilen ve oralara "baskın"lar düzenleten komutanlar, karargâhtan ne kadar silah çıkartıldığını bilemez mi?..
Bırakın Türkiye"yi... Suriye"de "Kur"an" ve "dil" eğitimi alan "14 yaşındaki" öğrencilerin "bombacı"(!) ve "terörist"(!) olduklarını bilip, onlara yönelik operasyon düzenleten komutanlar, kimlerin "darbe girişimi"nde bulunduğunu bilemez mi?..
"Andıç"lamalar, "fişleme"ler ve "darbe girişimleri" o kadar çok ki, hangisini sayalım?..
Ama ortada bir gerçek var:
Soruşturulan kişiler, pek o kadar da "masum" değil!.. Böyle kişiler için "masuniyet"ten söz etmek de hayli zor!..
Zira, yol açtıkları "mağduriyet" çok!..
CHP"nin İstanbul adayı!
Başkalarının gözünde "çöp" arayıp da, kendi gözlerindeki "mertek"ten habersiz olanlara, hep acımışımdır!.. Bay Deniz Baykal"a da, işte bu yüzden acıyorum.
Hayır, hakkındaki "MİT görevlisi" suçlamasını gündeme getirecek değilim... Hani, geçenlerde "Melih Gökçek"in adaylığı"nın geç açıklanmasından dolayı Tayyip Bey"e sataşıp, "Niye geç açıkladın?.. Niye en başından açıklamadın?.. Sonunda mecbur mu kaldın açıklamaya?" dedi ya, o günden beri bekliyorum, Bay Baykal"ın "İstanbul adayı"nı açıklamasını?..
Sahi, "İstanbul adayı"nı niye açıklamıyor Bay Baykal?.. Kim olacak Kadir Topbaş"ın rakibi?.. Kemal Kılıçdaroğlu mu, Gürsel Tekin mi, Müjde Ar"ın kocası Ercan Karakaş mı, yoksa Kemal Derviş mi?..
Adayı geç açıklayıp da, "açık"larının deşifre edilmesinden mi korkuyor, yoksa "bilmediğimiz bir sebebi" mi var?.. Kendileri "kabızlık" yaşayanların başkalarını "zorlanmak"la suçlaması, ne kadar inandırıcıdır?..
Tayyip Bey, nihayetinde açıkladı adayını...
Peki, Bay Baykal niye zorlanıyor?..