Tufan'ın evrensel bir mahiyette mi yoksa mahalli nitelikte mi olduğu henüz kesin değildir, İsrail oğullarının rivâyetlerine bakılırsa bu cihanşümûl bir tufandı ve bütün yeryüzünü kaplamıştı (Bk: Doğum, VII, 1824). Fakat Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir ifadeye rastlanmıyor. Kur'an'da yer alan işaretler, daha sonraki insan soyunun Nûh tarafından kurtarılanlardan geldiğini göstermektedir. Fakat bu husus, tufanın bütün dünyayı kapladığı anlamına gelmez. Eski devirlerde insanların yerleşim bölgelerinin küçük olduğunu biliyoruz. Belki de sadece Nûh tufanında etkilenen bölge o zamanın bilinen dünyasıydı ve Hz. Âdem'in bütün evlâtları Irak ve çevresinde yaşıyordu. Eğer tufan sadece bu topraklarda yaşayanları yok etmişse, o zamanki ölçülere göre bütün dünyayı ve insanlığı yok etmiş sayılır. Tufandan sonra, Nuh'un gemisindeki İnsanlar zamanla çeşitli bölge ve ülkelere dağılmış olabilirler. Bu görüşü doğrulayan iki nokta vardır. Birincisi, Dicle ile Fırat arasındaki topraklarda büyük bir kasırga ve selin koptuğu, hem tarihi verilerle hem harabelerle ve hem de jeolojik çalışmalarla sabittir. Fakat bütün yeryüzünü tesiri altına alan cihanşümûl bir fırtına, kasırga veya sel felaketinin belirtileri yoktur. İkincisi, dünyanın hemen hemen bütün milletlerinde, hatta Avustralya'ya, Yeni Gineye ve Amerika'ya kadar uzanan bölgelerde, büyük bir tufan ile ilgili hikâye ve rivayetler meşhurdur. Bundan çıkan sonuç şu: Bütün bu ülkelerin insanlarının ataları Hz. Nûh (a.s.) zamanında tufanıngeldiği sırada bir tek bölgede yaşıyorlardı, ama tufandan sonra dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak yeni yeni yerleşim merkezleri kurdular.
Nuh'un Gemisi Bir İbret Nişanesi Olmuştur
"Ve gemiyi âlemlere bir ibret kıldık." (Ankebût; 15).
Bu ayet tefsir edilirken, geminin değil, tufanın, İnsanlar için ibret nişanesi yapıldığı manası da çıkarılabilir. Fakat hem burada hem Kamer suresinin 115. ayetinde bu hususta kullanılan ifade gösteriyor ki, İnsanlar için ibret nişanesi bizzat Nuh'un gemisiydi ve şimdi de olmaya devam ediyor. Bilindiği gibi, bu geminin çeşitli dağların tepesinde, özellikle Ağrı dağının tepesinde bulunmasına dair binlerce yıldan beri rivâyet ve efsaneler halk arasında dolaşmaktadır. Bu gemi, tufandan hemen sonraki yıllarda ve günümüzde de dünyada büyük bir ilâhî azâbın vuku bulduğu, böyle bir azâbın büyük bir insan kitlesini yok ettiği ve Allah'ın buyruklarına uymayanların ağır biçimde cezalandırıldıklarını insanlara hatırlatmıştır. İbn-i Cerîr, Kamer suresinin tefsirini yaparken ayrıca İmam Buhari, İbn Ebi Hâtim ve Abdürrezzak da "Katâde'nin şu rivâyetini nakletmişlerdir.
Hz. Peygamber (a.s.)'in sahabeleri henüz sağ iken, müslümanlar Irak'ın fethi sırasında El-Cezire'ye (İbn-i Ömer adasına) gittiğinde Cûdî dağında (ve bir rivayete göre Bakırda köyü yakınlarında) bir gemi gördüler. Zamanımızda da Ağrı dağı üzerinden uçakla geçerken bir gemiye benzer iskeletin görüldüğü ve bunun araştırılması için dağın tepesine çeşitli araştırmacı ve dağcı ekiplerin gittiğini gazete, dergi ve radyolardan öğreniyoruz.
Kur'ân-ı Kerîm'e göre, Âd kavminin oturduğu yerin adı Ahkâftı44 ki, Hicaz ile Yemen ve Yemame arasında bir bölgedir. Âd kavmi, buradan çıkarak Yemen'in batı kıyılarından Irak'a kadar uzanan bütün bölgeye hâkim olmuşlardı. Bu kavmin adı ve sanı tarihten silinmiştir. Ancak Arap yarımadasının güneyinde bazı harabelerin kendilerine ait olduğu söyleniyor. Buralarda bir yerde Hz. Hûd (a.s.)'un bir kabri olduğu da belirtiliyor. 1837 de bir İngiliz yetkilisi, James R. Wellested, Hısn-ı Gurab adlı yerde, Hz. Hûd'un adının geçtiği bir kitabe bulmuştu. Bu kitabenin yazısından, bunun Hz. Hûd'un taraftarları tarafından hazırlandığı anlaşılıyor.
tevhid mücadelesi
Mevdudi