Gerçekten de bilim kurgu yazarı gibi. ABD'li stratejist George Friedman, bugünlerde sık sık gündeme gelen "Next 100 Years: A Forecast for the 21'st Century" adlı kitabında açıkça "Türk-Amerikan savaşı"ndan söz etmesini nasıl anlayacağız. Uçuk bir senaryo mu, Nastradamusvari kehanet mi yoksa gerçekten değişimin çok hızlı olduğu yüzyılımızın sonuna ilişkin ciddiye alınacak bir öngörü mü?
Türkiye'de her hangi biri kalkıp; "Önümüzdeki yüzyılın sonlarına doğru çıkabilecek savaşın ABD ile Türkiye-Japonya ittifakı arasında yaşanacağını, bu savaşın bugüne kadar var olan klasik silahlarla yapılan savaşlardan tamamen farklı olacağını, bugünden bakınca bir tür bilim kurgu gibi görünen bir savaşın yaşanacağını" söylese adamı rezil ederler.
"Rusya ve Çin'in gerçek anlamda tehdit olamayacağını, Türkiye, Meksika, Polonya gibi ülkelerin yeryüzünün kaderini etkileyeceğini" söyleyen birinin itibarı kalır mı? Bırakalım bu kadar uçuk, bu kadar geniş perspektifi, beş yıl sonrasına ilişkin aslında bugünden belli olan gelişmelere ilişkin işaretleri sorgulayan herkes nasıl da aşağılanır, itibarsızlaştırılır. Hele Türkiye'de!
Türkiye'nin geleceğine, bölgesel pozisyonuna, zengin siyasal birikimine atıfta bulunmak son derece tehlikelidir. Nasıl olsa bu ülke adam olmaz, ürkek, korkak, başkaları tarafından yönetilen, hiçbir inisiyatif alma iradesi olmayan yer. Böyle düşünenler, 1948'de kurulmuş İsrail'e bütün heybeti, gücü atfeder de, yüzyıllarca çok geniş coğrafyayı yöneten bir siyasal birikime hiçbir şans tanımaz. Brüksel, Washington ve Londra'ya bağımlılık dışında bu ülkenin ayakta kalma şansı yoktur, olmayacaktır!
Friedman, belki kitabının piyasa değerini artırmak için bu söylemleri kullanıyor. Ne de olsa sansasyonel olan her şey çok yoğun ilgiye mazhar oluyor. Orası ayrı bir konu. Ama bir istihbarat şirketinin başında olan, ülkesine güvenlik konularında danışmanlık yapan bir kişinin "saçmalıklarını" üzerinde durmanın anlamı var.
Neden mi? Bu ülkenin büyüyebileceğine, güçlü olabileceğine, bugünkü zaaf alanlarını tamir edebileceğine, yakın bölgesinde etkin barış girişimlerinde bulunabileceğine, bölgesel ortaklıklar şekillendirebileceğine, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en sarsıcı değişim döneminde kendi pozisyonunu yeniden tanımlayabileceğine inanıyoruz. Şahsen buna hep inandım. Yanlış bulduğum şeyleri en sert biçimde eleştirirken de kafamda hep bu gücü tahrik etme düşüncesi oldu.
Dünya 21. yüzyılın ortalarına doğru hızla ilerliyor. Eski kafalara, eski kalıplara, eski algılamalara yer yok artık. Soğuk Savaş döneminin korkularını yayıp, kitlesel endişeye yol açanlara da yer yok. Türkiye'yi Anadolu'ya hapseden zihinlerin de bu dönemde yeri olmayacak. Büyük söz söyleyen insanlara ihtiyacımız var bizim. Kendini bilen, ülkesini bilen, geçmişini bilen, geleceği zihninde şekillendiren, sınırlayıcı kavram ve siyasal söylemlerden arınmış insanlara"
Bu sözlerin, Türkiye'nin bölgesel nüfuz alanını genişlettiği döneme denk gelmesiyle, artık tek yanlı bağımlılık ilişkisi şeklinde açıklanmayan kendi yol haritasını çizme uğraşısıyla, yakın çevresine ilişkin çıkarlarının ABD ve İsrail'le örtüşmediğinin ortaya çıkmasıyla aynı zamanlarda gündeme gelmesi önemli. Eski CIA'cı Graham Fuller'ın "Artık Türkiye ile ABD müttefik değil, çıkarlar örtüşmüyor, Türkiye belki de yüzyıl sonra kendi yolunu çiziyor" sözleriyle ne kadar benzeşiyor. Bu bir maceraperestlik değil. Gerçekten değil. Bu, belki de ilk kez, hem kendi gücünü hem de diğerlerinin gücünü gerçek anlamda takdir etme eğilimiyle alakalı bir şey. Gözümüzde büyüttüğümüz, korkup sindiğimiz güçlerin zayıf noktalarını görmemizle alakalı bir şey.
Bu sözler yeni Amerikan yönetiminin, "İslam dünyasıyla yani bir ilişki biçimi" deneme iddiasıyla da paralellik arzediyor. Barack Obama yönetimi "Artık onları daha fazla dinleyeceğiz" diyor. Bunu derken yine bir kolonyal güç olduğu izlenimini ısrarla vermekten vazgeçmiyor. Bugünün ideolojik kalıplarına sıkışıp kalanların, gündelik siyasete saplanıp kalanların, içeride dar iktidar hesabı yapıp duranların anlayabileceği bir süreç değil bu.
Coğrafyanın yaşadığı tarihsel kırılmalara bakalım: Haçlı savaşları.. Moğol istilası. Birinci Dünya Savaşı. Her üç kırılma da şok edici etkiler bıraktı, büyük yıkımlara yol açtı. Sonra ne oldu? İlk ikisinde yepyeni, zinde, muhteşem bir aydınlanma ve güç ortaya çıktı. Birinci Dünya Savaşı dönemi ise yüz yıl sonra, Soğuk Savaş'ın bitmesiyle sona erdi. Yüz yıl süren bir savaş yaşadık biz. Şimdi yeni bir döneme giriliyor. Büyük değişim, iki tarihsel kırılma sonrakilere benzeyen yeni yükseliş dönemine..
George Friedman'ın kehaneti beni hiç ilgilendirmiyor. İsterse "Türkiye on yıl sonra parçalanacak" desin. Biz kendi cümlelerimizle bir gelecek inşası peşindeyiz. Ben bu büyük değişimin getireceklerini görmeye çalışıyorum. Bakmayın bu coğrafyayı, Müslüman dünyayı tehdit algılayıp ezmeye, sindirmeye çalıştıklarına" 21. yüzyılın en coşkulu yükselişi bu topraklarda gelişiyor. Bu yüzden bütün dünyayı karşımıza diktiler. Savaştıkça, saldırdıkça büyüyen bir bilinç hareketidir bu. On yıl sonra nerelere geleceğini kestirebiliyor olmalıyız!
Yeni Şafak