Ben bu tavrı "Medine Bircan olayı"nda da görmüştüm... Hatırlarsınız; Kemal Alemdaroğlu'nun İstanbul Üniversitesi Rektörü, Nur Serter'in de Rektör Yardımcısı olduğu günlerde, "Çanakkale Gazisi'nin torunu" olan 71 yaşındaki Medine Bircan, Çapa Tıp Fakültesi'nde tedavi görüyordu... Bir ara, "servis değiştirmesi" gerekti... Çünkü, "böbrek"lerinden de rahatsızdı... Ancak, başka bir servise nakledilmesi için, "yeni bir müracaat formu doldurulması" gerekiyordu... Oğlu, formu doldurup, annesinin fotoğrafını da yapıştırdıktan sonra, ilgili birime verdi... Ne var ki, ilgili birimin sekretaryası, "olmaz" dedi... "Biz, başörtülü bir fotoğraf kabul edemeyiz!.. Başı açık fotoğraf getirin, aksi halde hastayı kabul edemeyiz!"
Oğlu şaşkındı... Çünkü annesi hem "yataktan kalkamayacak kadar ağır hasta" ve hem de "yaşlı" idi... Yani, "fotoğraf" çektirmesi imkânsızdı... Ama, "diyaliz"e girmesi de gerekiyordu... Oğlu, durumu anlatıp, "ne olur bir çözüm" deyince, yol gösterdiler kendisine: "Annenin başörtülü fotoğrafını al, şu yakındaki bilgisayarcıya git, orada fotomontajla, örtünün üstüne peruk taktırt!"
Oğlu, denileni yaptı... "Başörtülü fotoğraf"ın üzerine fotomontajla "peruk" taktırtıp, annesini "başı açık" hâle getirtti... Sizin anlayacağınız, "diyaliz"e ancak böyle girebildi... Ondan sonra evine döndü, birkaç gün sonra da, vefat etti zavallı kadıncağız!..
SANKİ BU OLAY TÜRKİYE'DE YAŞANMADI!
Bundan 8 yıl önce, yani 2002'de yaşanan bu olayı, "hasta bir insana yapılabilecek en büyük zulüm" olarak değerlendirmiş ve insanları "demokratik tepki göstermeye" davet etmiştim.
Sonra, ne mi oldu?
"Halkı isyana teşvik" suçlamasıyla, hakkımda Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde dâvâ açıldı.
Beşiktaş'taki DGM'ye gidip ifade verdim.
Biraz önce anlattıklarımı ayrıntılarıyla anlattım mahkeme heyetine... Bunun "televizyon görüntüleri"nin bulunduğunu, gerekirse onları da sunabileceğimi bildirdim...
Bir yandan anlatıyor, bir yandan da "mahkeme heyeti"nin yüzüne bakıyordum... Hiç de inanır gibi değillerdi... Onlara göre; ya "yalan" söylüyordum, ya da bu olay Türkiye'de değil de, "başka bir galakside" yaşanmıştı!..
Öyle ya; Türkiye; "Demokratik hukuk devleti"ydi!.. Bu ülkede böyle olaylar yaşanmaz, hem de "Çanakkale gazisinin torunu" olan 71 yaşındaki bir kadına böyle bir zulüm yapılamazdı!..
Demek ki, ben uyduruyordum!..
Ya "işkembe"den atıyordum, ya da "başka bir galakside yaşanmış" bir olayı Türkiye'ye uyarlayıp, "halkı isyana teşvik" ediyordum!..
O andaki kanaatim şuydu:
Mahkeme heyetinin sayın üyeleri, belli ki "bu haberi veren televizyon kanallarını seyretmiyor" ve bu olayı manşetlerine çeken gazeteleri "okumuyor"lardı!..
Çünkü, "ilk defa benden duymuş" gibi bir hâlleri vardı!.. Anlattıklarıma kesinlikle inanmıyorlardı...
Dâvânın sonunda "mahkûm" oldum!..
Yargıtay'a "temyiz" başvurusunda bulunduk... O ara, "DGM'ler kalktığı" için, dâvâ Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü ve "beraat" kararı verildi!..
HAKİM BEY, O GÜNLERİ BİLİYOR MU?
Şunu demeye çalışıyorum: "Türk Milleti Adına" karar veren çok sayın "mahkeme üyeleri"nin, bir kanaat sahibi olabilmesi için, öncelikle "baktıkları dâvâ" ile ilgili gelişmeleri "bilmeleri" lâzım... "Gazeteleri" okumaları, "televizyonları" seyretmeleri gerekir ki, olan-biteni görsünler!..
Aksi halde;
"Sadece iddianameye angaje olurlar" ki, o zaman da verecekleri karar "adil" olmaz!.. Özellikle "basın dâvâları"na bakan mahkeme üyelerinin "medya"yı çok iyi takip etmeleri gerektiğine inanıyorum.
Bizim olayımıza gelecek olursak;
"312 General Dâvâsı"nda "astronomik bir ceza"ya hükmedip, Vakit'i, faizleriyle birlikte 1 Trilyon 800 Milyar liralık bir cezaya mahkûm eden Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi, maalesef kendilerine sunduğumuz "belge"leri hiç dikkate almamıştır!..
YAZI, 2 GENERALE YÖNELİK!
Eğer, "yazının yazıldığı günleri" dikkate almış olsalardı, Asım Yenihaber'in, "onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke"den kastının "sadece iki general" olduğunu görürlerdi... Çünkü o yazıda; Org. Aytaç Yalman ve Org. Çetin Doğan'ın, o günkü gazetelere yansıyan "söz"leri eleştiriliyordu.
GAZETEYİ TANIMIYOR, DÂVÂ AÇIYOR!
Mahkeme heyeti; dosyalardaki "vekaletname"leri de dikkate almamış olmalı ki; generallerimizin "sadece bu dâvâ" ile ilgili olarak verdikleri vekaletnamelerde; "Vakıf gazetesi" ve "Asım Yenibahar" ifadeleri kullanılmıştır...
Mahkeme heyeti; "Siz dâvâ açtığınız gazete ve yazarın adını bile bilmiyorken, bundan nasıl etkilenirsiniz? Demek ki, yazıyı bile okumamışsınız!" deyip, dâvâyı baştan reddedebilirdi!.. Ama, ahh o önyargı!..
256 GENERAL, NASIL 312 OLDU?
Sayın hakim, öyle görünüyor ki; "TSK'daki general sayısı"nı da bilmiyor!.. Eğer, "TSK'da sadece 301 general bulunduğunu" ve dahası, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün dâvâ açanlar arasında olmadığını görseydi, sorardı Av. Bilgin Yazıcıoğlu'na: "301 generali nasıl 312'ye çıkardınız?.. Yoksa, albayları da mı general yaptınız?"
Avukatlarımız, daha sonraki duruşmalarda; "45 generalin dâvâ açmadığını" tesbit ettiler ve bunu da mahkemeye bildirdiler...
Dediler ki;
"TSK'da 301 general var... Bunların 45'i dâvâ açmadığına göre, sayının 256 olması gerekir!.. Peki, nereden çıktı bu 312?"
Ama mahkeme, tınlamadı bile!..
CÇG'NİN İLLEGAL FAALİYETLERİ
Avukatlarımız, "Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi"ne de giren Cumhuriyet Çalışma Grubu'nun Vakit'le ilgili "legal ve illegal faaliyetleri"nin belgelerini de sundular mahkeme heyetine...
O belgelerde deniliyordu ki;
¥ Gazete yönetiminin ve yazarlarının özel yaşamları ve aile ilişkilerinin teknik takibe alınması,
¥ Her gün Adli Müşavirlikçe gazete taranarak suç unsuru tespit edilen haber ve yorumların İstihbarat Yönetim Şube Müdürlüğü'ne bildirilmesi,
¥ Tespit edilen suç unsurları doğrultusunda ilgili kişi, kurum ve STK'ların, duruma göre açık veya kapalı olarak uyarılması ve dava açmalarına öncülük edilmesi,
¥ Bu şekilde organize edilen yoğun davalarla gazetenin çalışamaz hale getirilmesi,
¥ Gazete dağıtım sistemi ve dağıtım şirketi takibe alınarak, dağıtım araçlarına yönelik eylem yapılması,
¥ Gazetenin baskıya girdiği akşam saatlerinde, gazete binasının elektrik, gaz, yangın güvenliği gibi alanlarına yönelik saldırı ve sabotajlarda bulunulması,
¥ Adam kaçırma, tehdit, darp gibi yollara başvurulması, uygulanabilir ve etkin hareket tarzları olarak değerlendirilmektedir.
Gelin görün ki; Mahkeme heyeti; "312 General Dâvâsı"nın da "illegal eylem plânı"yla ilgisi olabileceğini, maalesef hiç dikkate almadı!..
HİLMİ ÖZKÖK-AYTAÇ YALMAN GÖRÜŞMESİ
Malûm, mahkeme aşamasında, Emekli Oramiral Özden Örnek'in günlüklerinden bölümler yayınlanmıştı Nokta dergisinde... Ki, o günlüklerin "gerçek" olduğu mahkeme kararlarıyla da tescillendi.
İşte o "günlük"lerde, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ile Org. Aytaç Yalman arasında geçen bir konuşmadan söz ediliyordu...
Günlük'teki; 15 Kasım 2003 tarihli notlarda; Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ile dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün gazetemizde yayınlanan bir yazıya karşı açılan 312 General Dâvâsı üzerinde tartıştıklarına yer veriliyordu.
Özden Örnek, Aytaç Yalman'ın Genelkurmay Başkanı ile yaptığı telefon görüşmesinde konunun şöyle geliştiğini aktarıyor:
¥ Aytaç Yalman: "312 kişi "Onbaşı bile olamayacakları general yapıyorlar" diye bir gazetede haber yayınlandığında mahkemelere veriyor ve siz buna katılmıyorsunuz. Herkes bize 'Acaba Genelkurmay Başkanı AKP partisinden mi, yoksa TSK'dan değil mi' diye soruyor. Cevap vermekte güçlük çekiyoruz. Neden bizimle beraber siz de mahkemeye vermediniz?"
¥ Hilmi Özkök: "Genelkurmay Başkanı'nın o kadar bir gizemi olsun. Ben sizlerin de, yani kuvvet komutanlarının da vermesini tasvip etmedim. Bir gazetede küçücük bir köşede yer alan bir haber şimdi büyüdü. Tasvip eden var, etmeyen var."
Bu diyalog da gösteriyor ki;
Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Org. Aytaç Yalman ile dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök arasında, "Vakit'le ilgili dâvâ" konusunda "sert tartışmalar" yaşanmış!..
Yalman, "312 general Vakit'e dâvâ açtı, siz niye açmadınız?" diyerek, adeta hesap sormuş Özkök'ten!..
Bu diyalog, "ast-üst ilişkisi"ndeki ciddiyeti ortaya koyması bakımından hayli çarpıcı!.. Ama, asıl çarpıcı olanı; bu dâvânın, "organize" bir şekilde ve "emir-komuta zinciri" içinde açıldığını gösteriyor olması!..
Bu konuşmanın yer aldığı "günlük"lerin daha sonra hangi gelişmelere yol açtığını hepiniz biliyorsunuz...
Yine biliyorsunuz ki;
Kod adları "Ayışığı, Sarıkız, Eldiven ve Yakamoz" olan "darbe plânları"nın hedefinde Vakit de vardı...Vakit, bir şekilde "susturulmalı"ydı!..
Lütfen dikkat;
Tüm bu gelişmeler, 2003 ve 2004 yıllarında yaşandı... Türkiye, o dönemde bir sürü "darbenin eşiği"nden dönmüş!..
Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun ve "hiçbir önyargı taşımadan" söyleyin;
Bir mahkeme heyetinin, tüm bu gelişmeleri dikkate alması ve "312 general"in, hem de "organize" bir şekilde dâvâ açtığını, bu dâvânın "darbe plânlarının bir parçası" olduğunu görmesi ve ona göre karar vermesi gerekmez miydi?..
Ama, karar ortada:
"Vakit gazetesinin, dâvâcı generallere, faizleriyle birlikte 1 Trilyon 800 Milyar Lira ödemesine!"
Nokta!..
Bir "hakim"den; "dünya politikası"nı takip etmesini, ya da "ekonomi"den çok iyi anlamasını elbette bekleyemeyiz... Ama bir hakim, hele de "basın"la ilgili bir dâvâya bakıyorsa, "olayın dününü-bugününü" çok iyi bilmeli değil mi?..
Sayın mahkeme heyeti, eğer "aktüel gelişmeleri" takip edebilseydi, sözkonusu yazının "2 generale yönelik eleştiri" olduğunu pekâlâ anlardı... Ama, "zamanlama"yı, "gerçek"liği ve "kamu yararı"nı maalesef dikkate almadı ve bastı "astronomik ceza"yı!.. Hem de, "Türk Milleti Adına", iyi mi?
Umarım, bu karar Yargıtay'dan döner!..
Yoksa, bu cezayı hiç kimse ödeyemez!..
=================
Referandum yolunda!
"Anayasa değişikliği paketi"nin tümü üzerinde yapılan oylamada, "oy sayımı"nın bitip, sonucun TBMM Başkanı M.Ali Şahin tarafından açıklandığı anda, saatler "02.00"yi gösteriyordu... Paket, "72 ret" oyuna karşılık "336 kabul" oyuyla geçti Meclis'ten... Ve böylece "Referandum"un önü de açılmış oldu!..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, anayasa değişikliği hakkındaki kararını "fazla bekletmeyeceğini" söyledi... Herhalde onaylayacaktır... Peki, bundan sonra CHP ne yapacaktır?.. Şu günlerde, "hem de iç meseleleri" ile çalkalanan CHP, "110 imza"yı bulur mu, bulursa Anayasa Mahkemesi'ne gider mi, giderse mahkeme ne karar verir, bekleyip göreceğiz...
Ama benim asıl merakım; MHP ve BDP'nin ne yapacağı!.. Sayın Devlet Bahçeli; dün yaptığı açıklamada, referandumdan "hayır" çıkması için dağ-bayır dolaşacaklarını söyledi... İyi de, özellikle "12 Eylül'e yargı yolu" açılmasını nasıl izah edecek "ülkücü"lere?.. "Hapis"leri, "işkence"leri, "idam"ları nasıl anlatacak?..
Ya BDP?.. 12 Eylül döneminde "Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkenceleri" nasıl savunacak?..
Bulacakları "kılıf"ları merakla bekliyorum... O zaman, bizim de söyleyecek birkaç çift sözümüz olur herhalde...
vakit