Türkan Saylan"ı kim öldürdü?

Ahmet Kekeç, Hürriyet gazetesi yazarlarına ölümü hatırlattı ve nasıl anılacaklarını yazdı...

Ahmet Kekeç - Star

Türkan Saylan'ı kim öldürdü?

İnsan sevdiğini kaybedince üzülür... Sizin Türkan Saylan'ı ne kadar sevdiğinizi, hatta sevip sevmediğinizi bilmiyorum; nasıl bir 'kader birliği' içinde olduğunuzu da çözebilmiş değilim.

Fakat, acınıza saygı duyuyorum.

Başınız sağolsun.

Basit bir hayat gerçeğidir. İnsan doğar, büyür ve ölür.

Herkes, bahşedildiği kadarını yaşar. Ne eksik, ne fazla...

Buna Tanrı mı karar verir, bilmediğimiz birtakım süper güçler mi, 'tabiat ana' mı, 'göksel baba' mı, kozmos mu?

Meşrebinize göre birini seçin artık.

Fakat, gerçek değişmiyor, değişmeyecek... Bir 'azize' olarak kutsayıp, dava sulandırıcılığının sembol ismi haline getirmeye çalıştığınız Türkan Saylan da 'her nefis gibi' ölümü tadacaktı.

Öyle oldu.

Bugüne kadar, bir Türkan Saylan yazısı yazmadım.

Ergenekon davasının Türkan Saylan'dan ibaret olmadığını belirtmek dışında, bu hanımefendiyle ilgili bir herhangi 'tavır' geliştirmedim.

Yapıp ettiklerine hep uzak bir mesafeden baktım.

Kendisinden hazzetmezdim.

Kendisi de (sanırım) benden hazzetmezdi.

Eğitim alanındaki projesini ('Kardelenler' projesini) onaylamakla birlikte, eksik bulurdum.

İçten içe, bir 'yabancılaştırma' çabası sezerdim. 'Esas olan'ı gözden kaçırmaya yönelik bir 'örtme' ve 'uzaklaştırma' girişimi...

Ölüm haberini alınca, öööyle bakakalmışım ekrana.

Hayır, elbette sevinmedim.

Ergenekon tosununun öne sürdüğü gibi, timsah gözyaşları da dökmedim.

Bir 'ölümlü'nün ölümü karşısında ne hissederse insan, onları hissettim.

Benden duymuş olmayın ama, siz de öleceksiniz.

Bir 'ölümsüz' gibi davranıp, hayatı bu dünyada biriktirdiklerinden ibaretmiş sanan herkes bir gün o kaçınılmaz sonu yaşayacak, 'ölüm' adı verilen o soğuk gerçekle yüzleşecek.

Bu dünyaya kazık çakmadınız.

Şimdiden nasıl öleceğinizi, geleceğe ne miras bırakacağınızı, önümüzdeki yüzyıllarda nasıl anılacağınızı düşünseniz iyi olacak.

Beğenelim, beğenmeyelim... Türkan Saylan bir 'çaba'nın insanıydı. Moda tabirle, elini taşın altına koydu ve bir şeyler yapmaya çalıştı.

Evet, inciticiydi... Evet spekülatifti... Evet, kendisine benzemeyenin hukuku konusunda rakik değildi... Evet, 'çağdaşlık' telakkisi sakat ve yaralayıcıydı... Evet, bazı darbeleri severdi... Evet, 'yasakçı'ydı... Evet, olabildiğince manipülatifti...

Fakat, 'yararlı' işlerin de sahibiydi.

Bir hekim ve 'eğitim gönüllüsü' olarak, göze çarpan pekçok icraata imza atmıştı.

Konuyla ilgisi yokmuş gibi görünüyor ama, aslında var.

Kendisine 'amiral gemisinin kaptanı' unvanını layık gören arkadaş ve onun 'sol husyesi' görevi gören 'bulaşık çocuk' nasıl anılacaklar?

Ne diyecekler, pislik saçarak yaşamaya alışmış bu 'tencere-kapak modülü'nün arkasından?

İyi şeyler söylemeyecekler herhalde.

Başkaları ne der bilmiyorum ama, ben şimdiden şunu söylüyorum:

Bırakın onu bunu da... İkiniz de yaralı parmağa işemezsiniz, ikinizin de insanlığa kattığı bir değer yok, ikiniz de lejandında 'Türkiye Türklerindir' yazan bir gazetede çalışıyorsunuz.

Bu ayıpla yaşasanız ne olur, ölseniz ne olur!

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı