"Türkiye'de dindarlara baskı yok, İslâm en iyi Türkiye'de yaşanıyor" iddiasının ne kadar yalan olduğu İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı tarafından hazırlanan bir raporla ortaya konuldu.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın "Türkiye'de Müslümanlar da baskı altında" sözüne "İslâm en iyi Türkiye'de yaşanıyor" iddiaları ile karşı çıkan laikçi çevrelere, İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı'ndan (İLKAV) raporla cevap geldi. İLKAV Genel Başkanı Mehmet Pamak tarafından hazırlanan raporda İslâmi kimliğe yönelik saldırılar, yasaklamalar ana başlıklarla dile getirildi. Vakit'e konuşan Pamak, "İslâm en iyi Türkiye'de yaşanıyor" iddialarını öne sürenlere şu soruları yöneltti:
- Bir Müslüman memur kazası olmayan Cuma namazını kılmak istese bu ibadeti yerine getirebilir mi?
- 6 yaşındaki evladını bale okuluna göndermesinin önünde hiçbir engel bulunmayan bir baba, 11 yaşındaki çocuğunu mukaddes kitabı Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek için Kur'an kursuna gönderebilir mi?
- Okul birincisi olan başörtülü bir öğrenci törenlere katılıp ödülünü alabilir mi?
- Başörtülü bir öğrenci üniversiteye gidebilir mi?
- Başörtülü bir anne, gazi olan evladını başörtülü olarak askeri hastanede ziyaret edebilir mi?
- Kurban ibadetini yerine getiren bir Müslüman ibadetinin bir parçası olan kurban derisini istediği bir hayır kurumuna verebilir mi?
- Milletin tercihiyle TBMM'ye seçilen bir başörtülü hanımefendi Meclis'e girebilir mi?
Türkiye'de Müslümanların çok boyutlu baskı ve yasaklara muhatap olduklarını ifade eden Pamak, şunları kaydetti: "Türkiye halkları, yaklaşık 80 yıldır, kendi içinden çıkan Batıcı elit tarafından ve Batı desteğinde zorla sekülerleştirilmeye/ Batılılaştırılmaya çalışılmıştır. Şiddete dayalı jakoben politikalarla halkımızı İslâmi kimlik ve değerlerinden koparıp, baskı ve zorla modernleştirme amacı güden bir toplum mühendisliği projesi uygulamaya konmuştur. 80 yıllık süreçte halkın İslâmi kimlik ve değerleri 'ötekileştirilip' 'tehdit ve düşman' konumuna oturtulmuş, eğitim ve kültür politikaları halkı Batının paganist/pozitivizt kültürü istikametinde dönüştürmek için tam bir 'öğütüm' ve beyin yıkama aracı olarak kullanılmıştır. Böylece köklerinden, İslâmi kültür ve değerlerinden koparılarak kendine yabancılaştırılmak, zorla batılı kılınmak istenen halk, sonuçta, kendisi de başkası da olamayan, niteliksiz, bunalımlı ve köksüz bir toplum olmuştur."
DARBECİLER İSLAMİ KİMLİĞE SAVAŞ AÇTI
Söz konusu politikaların uygulanmasında sonuç almak için, despot yönetimlerce hukuku ve temel hakları ayaklar altına alan baskı ve yasaklar uygulandığını, keyfî cezalar verilerek, halkın Batıcı projeye itaate zorlandığını ifade eden Pamak, "Darbecilik ve çetecilik geleneği, halka ve halkın İslâmi kimliğine düşman olmanın ve onu zorla dönüştürme politikaları uygulamanın kaçınılmaz bir gereği olarak İttihat-Terakki'den bu güne sürdürülerek getirildi. Halka rağmen kurulan, halk düşmanı olan, yabancı bir kültürü ve onun seküler değerlerini halka dayatan İslâm karşıtı despot sömürücü düzeni sürdürebilmek, ancak darbecilik ve çetecilikle hukuku askıya alarak, adalet ve özgürlükleri yok ederek gerçekleştirilebilirdi ve öyle de oldu" diye konuştu.
"AKSİNİ İDDİA ETMEK AHLAKSIZLIKTIR"
Müslümanlara yönelik baskıların 80 yıldır sürdüğüne dikkat çeken Pamak, "Müslümanlara yönelik 80 yıllık baskı, yasak ve ideolojik zulümler kör gözlerin bile görebildiği, sağır kulakların bile duyabildiği derecede açık ve halen yaşanan bir gerçektir. Bu kadar açık gerçeğe rağmen, bunların olmadığını iddia etmek, başlı başına yeni bir zulüm, utanmazca bir ikiyüzlülüktür. Bir de bu açık gerçeği örtmek için yaygara koparıp, üste çıkmaya çalışmak ise çok büyük bir ahlaksızlıktır" dedi.