ABD'nin sembol şirketlerinden General Motors'un iflas edebileceğini açıklaması dün bütün dünyayı sarstı. Çok önemli olsa bile sadece bir şirketin çökme ihtimalinin yıkıcı etkisini ölçmek için dikkat çekici bir örnek. ABD ekonomisinde resesyonun başlama tarihi kabul edilen Aralık 2007'den bu yana 3.6 milyon kişi işini kaybetti. Şirketin batması bu sayının üstüne 260 bin daha eklenmesine yol açacak. Şirketin kurtarılması ise en az o kadar zararlara yol açıyor. 61.66 milyar dolar zarar açıklayan AIG, Pazar günü devletten 30 milyar dolar daha aldı. Trilyonlarca dolar yükümlülük altındaki bu dev şirket, kaç 30 milyar dolarla toparlanabilir? Mümkün mü? Bu hiç mümkün olmayacak. Olmayacağını bilenler AIG üzerinden başka bir tartışma başlatıyor: "Bırakın şirketler batsın. Bırakın bankalar batsın. General Motors batmazsa, AIG batmazsa devlet batacak, Amerika batacak.. Batmalarına izin verilmeden yeni bir başlangıç yapılamayacak. O zaman bu lüklerden kurtulalım ve yeniden başlayalım":"
Aslında bu da çok doğru değil. Bu dev şirketleri kurtarma operasyonları da ABD'yi batırıyor, gözden çıkarılmaları da batırıyor. Bu böyle bir kriz işte" Dolayısıyla hazırlanan yüz milyarlarca dolarlık kurtarma paketlerinin çözüm olacağına gerçekte kimse inanmıyor. Şu anki, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan ancak çöküşünü izlediğimiz sistemin devam etmesini isteyen, çökse bile bu sistemle devletleri ve dünya ekonomisini kontrol eden çevreler, bu kudretlerinin paylaşılacağı korkusuyla çözüme yönelik köklü adımları engelliyor. Asıl sorun bu. Böyle olunca da yakın gelecekte, belki de tamamen dibe vurmadan krizden kurtulma ihtimali olmayacak emektir.
Bu yüzden; "ABD, tarihin en büyük çöküşüne doğru gidiyor. Bu hal birkaç yıl daha devam ederse, devlet tamamen iflas gedecek, geri dönüşüm mümkün olamayacak. Büyük çöküş başladı" deniliyor.
ABD böyle iken Avrupa fraklı mı? İngiltere geri dönülmez çizgiye doğru geriliyor. Avrupa Birliği ülkeleri önümüzdeki haftalarda, trilyonlarca doları bulacak feci finansal çöküşler bekliyor. AB'nin genişleme ve dünya açılma yerine ulusların, devletlerin hareket alanını daraltacak, onları adeta boğacak bir yapıya dönüşebileceği söyleniyor. Doğu Avrupa ülkelerini gözden çıkaran, onların "bizi kurtarın" çığlıklarına kulaklarını tıkayan merkez ülkeler, kendilerini kurtarıp kurtaramayacakları konusunda büyük bir panik yaşıyor.
Hal böyle iken, ABD ve Avrupa, yani merkez ülkeler, yani krizin gerçek sahipleri, yani dünya ekonomisini yönetenler, krizin maliyetini dünyaya ihraç etmek için var güçleriyle mücadele ediyorlar. Merkezdeki kriz, çevreyi zaten sarsarken onun üstüne bir de kendi kriz maliyetlerini yüklemeye çalışıyor. Buna karsı siyasi bir duruş sergilenmeli. Asya, Ortadoğu, Latin Amerika gibi çevreler, merkez güçlerin bencilce krizden kurtulma yaklaşımlarını sorgulamalı. Sorumlusu olmadıkları bir maliyeti, kabullenmemeli. Ciddi bir direnç oluşturup, merkez ülkelerin ortak çaba harcamasını sağlamalı.
The Economist dergisinin "dibe vuracak 17 ülke" listesini hazırlarken gösterdiği açıklığı, İngiltere'yi tartışırken göstermemesi dikkat çekici. Batacak ülkeleri şöyle sıralamış: Güney Afrika, Macaristan, Polonya, Güney Kore, Meksika, Pakistan, Brezilya, Türkiye, Rusya, Arjantin, Venezüella, Endonezya, Tayland, Hindistan, Tayvan ve Malezya" Türkiye batacaklar arasında sekizinci sırada. Bu ülkeler sadece gelişmekte olan ekonomiler değil. Bu ülkeler, onlarca yıldır hemen her on yolda bilinçli olarak krizi sürüklenen ve bu şekilde bütün birikimlerine el konulan ülkeler. Liste, tipik bir "kriz ihraç listesi" görünümünde.
Oysa merkez ülkeler içinde en hazin durumda olan ülkelerden biri İngiltere. Bu yaklaşıma bakılırsa, gelişmekte olan ülkeler çökecek, kendilerine bir şey olmayacak. Oysa büyük çöküşler ABD ve Avrupa'da olacak, gelişmekte olan ülkelerde değil. Körfez Arapları'na, Asya ülkelerine, Çin'e yalvaran, bir maç milyar dolar için diz çöken onlar şuan. Biz burada asıl merkez ülkelerin neler yaşayacağını, krizin siyasi ve sosyal sonuçlarının neler olabileceğini tartışmalıyız. En önemli tartışma bu.
Küresel krizi tartışırken üç konuya dikkat etmek gerektiğine inandım hep. Birincisi: Bu kriz sadece ekonomik bir kriz değil. Aynı zamanda sistemik bir kriz, siyasi bir kriz. Ve sonuçları sadece ekonomik olmayacak. Çok ciddi siyasi ve sosyal krizlere yol açacak. İkincisi: Bu kriz gelişmiş ekonomilerin krizi. Asıl çöküşü onlar yaşayacak. Üçüncüsü: Kriz asla iç politika tartışmalarına konu edilmemeli. O zaman hiçbir şekilde konuyu anlamak mümkün olmayacak ve bu çok büyük bir basiretsizlik olacak. Krize bakış bir seferberlik havasında, ülkenin bütün kurum ve çevrelerinin ortak çabasıyla şekillenmeli.
Zbigniev Brzezinsky, krizin Amerika'da iç isyanlara yol açabileceğini söylüyor. 1907'deki bankacılık krizi sırasında olan olaylara dikkat çekiyor. ABD yönetimine, kurumlara "neden kafa kafaya verip bu konuya eğilmiyorsunuz" diye veryansın ediyor. Bir süre sonra binlerce insanın sokaklara dökülebileceği uyarısı yapıyor.
Birkaç yıldır ABD'de ve bazı Avrupa ülkelerinde "iç güvenlik, isyan, iç çatışma" gibi olağanüstü hallere yönelik hazırlıklara dikkat çekiyoruz. Biz bunları o zamanlar "terör saldırısına hazırlık" olarak görmüştük. Oysa ekonomik krizin siyasi ve toplumsal sonuçlarına yönelik hazırlıkmış. Bunları tartıştığımızda bazı aptallar şaşkınlıklarını saldırıya dönüştürmüştü. Irak'tan dönen askeri birimlerin şehirlerde görevlendirilmesi, acil durumlar için yasaların değiştirilmesi, kitle kontrolüne yönelik polis tatbikatları ve lojistik hazırlıklar hep krizin etkilerine yönelikmiş.
"Domino etkisi" sadece Ortadoğu'da olmuyor. The Economist'in listesinde olduğu gibi, sadece gelişmekte olan ülkelerde de olmuyor. Domino etkisi asıl Atlantiğin iki yakasında olacak gibi. Dikkatle bakanlar bunun yaşandığını görecektir"