Türkiye-İran: Neler oluyor?

İbrahim Karagül

İran'dan Türkiye'ye yönelen açıklamaların son günlerde dikkat çekici bir şekilde keskinleştiğini farkettiniz mi? Tahran, her zamanki dikkatli, bir çok dengeyi gözetir tutumunu önemli ölçüde değiştirdi ve yer yer tehdit edici ifadeler kullanmaya başladı. Bu ifadelerin bir çoğunu, doğrudan söylemek yerine dolaylı yollardan, bu alanda söz hakkı olmayan resmi kişiler üzerinden ulaştırmayı tercih etti.

Bu bazen bir Devrim Muhafızları komutanı bazen de bir milletvekili oldu. Türkiye topraklarında kurulan ABD/NATO füze kalkanını kastederek hedef alabileceğini açıklamaktan çekinmezken, sert karşılık alması üzerine geri adım atıp durumu düzeltmeye çalıştı. Suriye meselesine "farklı" yaklaşımdan nükleer müzakerelere, ABD'nin ambargo kararının uygulanmasından Bağdat'taki Maliki yönetiminin tutumuna kadar bir çok konuda iki ülke arasında bir ayrışma kendini hissettiriyor.

En son Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Tahran ziyareti, Mahmud Ahmedinejad ve dini lider Ali Hamaney'le görüşmesi, iki ülke arasında "farklılık" yaşanan konularda yakınlaşmayı amaçlıyordu ama olmadı. Ziyaret sonrasında Tahran'ın tutumu sanki daha da keskinleşti ve Türkiye ile arasındaki mesafeyi açmaya başladı.

Türkiye; İran'dan aldığı petrolü yüzde yirmi azaltması, Suriye'deki değişimin baş aktörü haline gelmesi dışında, bütün uluslararası platformlarda İran'ın nükleer meselesini tam destek verdi. Her ülkenin nükleer teknoloji, nükleer enerji hakkı olduğuna, nükleer klübün çifte standart uyguladığına dikkat çekti.

Son olarak "P5 artı 1" ülkeleri ile yapılacak müzakerelerin İstanbul'da yapılması konusunda anlaşmaya varılmıştı. 13 Nisan'da yapılacak toplantı, İran Dışişleri Bakanlığı tarafından onaylandı. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, görüşmelerin İstanbul'da yapılacağını açıkladı. Ancak birkaç gün sonra Tahran'dan çok farklı sesler yükselmeye başladı. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Tahran'ın müzakerelerin Irak'ta yapılmasını istediğini söyledi.

Eğer bu doğruysa ve müzakereler İstanbul'da yapılmazsa, İran nükleer meselede en yakın destekçilerinden birini kaybedecek. Tahran bunu göze almışsa, Türkiye-İran ilişkilerinde bir kırılma olması muhtemel ve bunun bölgeye yansıması oldukça belirleyici olacak.

Bu gelişmenin hemen öncesine dönelim: İran Meclis Başkanı Ali Laricani; İstanbul'da yapılan Suriye'nin Dostları Toplantısı'nı ağır ifadelerle eleştirdi. Katılımcıları "Suriye'nin düşmanları" diye nitelendirdi. Toplantının "İsrail'e nefes aldırmak için yapıldığını" öne sürdü.

Türkiye, bu ifadelerle ilgili Tahran'dan izahat istedi. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi'nin açıklaması şöyle: "Dış politika konusundaki açıklamalar sadece Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve dini lider tarafından yapılır. Bu açıklamayı, İran'ın resmi görüşü olarak kabul etmeyin."

Bundan önce, Türkiye'yi huzursuz eden benzer ifadelere Tahran'ın açıklaması hep bu şekilde oldu. "İran, söylemek istediğini dolaylı söylüyor" derken bunu kastettim. Nükleer müzakerenin İstanbul'da yapılması kararı iptal edilirse gerçekten de Türkiye-İran arasında ciddi sıkıntılar yaşanacak. Karar, iki ülke ilişkilerinde belki de dönüm noktası olacak.

Türkiye-İran sınırı, Kafkaslar'dan Basra Körfezine kadar uzanan kuşak, 21. yüzyıl güç haritasında Doğu ile Batı'nın sınırını oluşturuyor. Biz buna "sınır" diyelim siz "cephe" anlayın. ABD ya da Avrupa Birliği'nin bölgeye bakışında cephe hattı Türkiye-İran sınırıdır.

Suriye meselesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin çok ötesinde güçler çatışmasına dönüştü bile. Rusya'nın askeri olarak da Suriye'de olması, İran'ın bütün unsurlarıyla Şam yönetimine destek vermesi ve onu ayakta tutmaya çalışması, İran'dan Akdeniz'e uzanan dayanışma hattına yönelik her gelişmeyi tehdit algılaması, Suriye meselesinin asıl zor kısmının yeni başladığına işaret ediyor.

Türkiye, hiçbir şekilde, Suriye'de değişimden vazgeçmeyecek. Bunu olayların başladığı ilk günden beri söylüyoruz. Aynı şekilde İran da geri adım atmayacak. Bu yüzden de, iki direnç noktası arasında ciddi krizler yaşanma ihtimali oldukça fazla.

Son günlerde Tahran'dan, Bağdat'tan ve Şam'dan gelen açıklamaların neredeyse birbirinin tekrarı olduğu gözden kaçmıyor. Suriye'nin BM Temsilcisi, Türkiye'nin yürüttüğü politikayı "savaş ilanı" olarak nitelendirdi. Nuri el Maliki yönetimindeki Bağdat'ın ve Tahran'ın, ifade etmeseler de benzer şeyler düşündüğüne işaret eden ciddi ipuçları var. Bu iki ülke, Türkiye'nin Suriye'ye gireceğine inanıyor çünkü.

Türkiye-İran ilişkilerinde geçmişte ağır krizler yaşandı. Devrim ihracından ABD-İsrail'in İran'da rejim değişikliği projelerine kadar bölgesel nitelikli her gelişme, iki ülke ilişkilerine yansıdı. Ankara da Tahran da, müthiş bir basiret ve tarihsel tecrübe ile krizlerin hepsinin üstesinden gelmeyi başardı. Şimdi yeni bir kriz güç kazanıyor. Buna bağlı olarak da hem Türkiye kamuoyunda hem de bölgesel düzeyde, sokaklara yansıyan bir "karşıtlık" tezi işleniyor.

Umarım bunu da atlatmayı başarabiliriz. Aksi, gerçekten felaket olur...

yenişafak