Tanzimat dönemiyle birlikte Batılı Ülkelerin bilim ve teknik gelişmeleri karşısında geri kalmışlığına karar veren Osmanlı, yenilgi psikolojisi içerisinde aradığı çözüm yolunda en fazla 3 akımın sesi yükseldi.
Bu akımlar Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktü. Her birinden farklı reform önerileri ortaya atılmış olsa da tartışmaların merkezinde 'kadın' vardı. Kadının mahremiyeti, tesettürü ve toplumsallaşması meselesi medeniyet dairesine dahil olup olmamanın belirleyicisi olarak kabul edilmişti.
Batıcılar, çağdaşlaşmanın ancak Müslüman kadının tesettürden sıyrılıp, kadın erkek ilişkilerini belirleyen mahremiyetin daraltılmasıyla mümkün olduğunu savunuyor, Müslüman kadınların da tıpkı Fransız kadınları gibi balolara katılarak, kendilerini ince ve zarif gösterecek ecnebi kıyafetleriyle dolaşarak, çalışma hayatına dahil olarak, piyano çalarak, birkaç dil bilerek dişilikten kurtulup insani kimlik kazanacağı tezini savunuyordu. İddialarına göre kadınlar bu değişimle insani kimliklerini kazanacak, böylece Ülke, medeniyet seviyesine ulaşacaktı.
Batıcılara göre tesettür, kadınları dişiliğe hapseden, erkek egemen bir anlayışın ürünüydü. Kadınlar insanlık mertebesine ulaştığında tesettüre gerek kalmayacaktı. Batılıların sadece bilim ve teknolojisinin alınabileceğine, fakat ahlak ve kültürünün alınmaması gerektiğini savunanlara İslamcılara karşı İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucusu Abdullah Cevdet, Batının gülüyle birlikte dikenlerinin de alınması gerektiğini söylüyordu.
Üstelik Müslümanları geri bırakan hususların kadının peçesi, çalışma hayatına dahil olmaması, çok eşlilik gibi hususlar olduğu üzerinde ısrar ediyordu. Onun için İslami yaşam ve geleneklere acilen sırt dönülmeliydi. Yine Batıcılardan olan Salahattin Asım kadının 'annelik ve eşlik' yanının yüceltilmesini sert bir şekilde eleştiriyor, bağımsız bir kişilik sahibi olmasına engel olarak görüyordu.
Türkçü akımın başını çeken Ziya Gökalp'e göre kadın konusunda da İslam öncesi döneme, yani ulusal kültüre tekrar dönülmeliydi. İslam öncesi geçmiş yeniden canlandırılmalıydı. Ona göre o dönem kadın-erkek eşitliği sağlanmış, Batının kadınlara verdiği tüm hakları verilmişti. Fakat Türkler İslam'a girmekle birlikte Arap ve İranlıların etkisinde kalmış, kadını horlayan, ikincilleştiren bir anlayışı benimsemişti. Ona göre eğer yeni bir medeniyet kurulacaksa bu medeniyetin tüm tohumları Türk toplumunun köklerindeydi.
Gökalp daha da ileri giderek demokrasi ve feminizmin ilk olarak Türklerden doğduğunu iddia ediyordu. Ayrıca İslam öncesi kadınların amazon olduğu, silahşörlük ve kahramanlık yaptığı, ata bindiği, hükümdar olduğu, erkeklerle eşit olduğu onun iddiaları arasındaydı. Eğer medenileşilecekse bu eski Türk gelenekleri ve Batı bilim ve teknolojisinin senteziyle mümkündü.
İslamcı akıma göre kadının İslami geleneklerden uzaklaşması toplumdaki İslami ve ahlaki dokunun çözülüşü manasına geliyordu. Onun için eğer Batıdan bir şeyler alınacaksa kesinlikle bilim ve teknoloji alınmalıydı.
Ne yazık ki Osmanlının gerileme, Bilim ve teknolojide ilerlemeyişine neden olarak kadının peçesinin, mahremiyetini yabancı erkeklere karşı korumasının gösterilmesi tezi bir Batı projesi olsa da içimizdeki aydınlar tarafından bu tam olarak fark edilemedi. Aydınlar kendilerini Batı penceresinden izlediklerini, onların kendi zihin dünyalarında oluşturduğu terazide tarttıklarını bir türlü anlayamadılar. Onların kavramlarıyla bakmaya başladıklarında her şeyin bulanık göründüğünü çözemediler.
Batının maddi ilerleyişi karşısında hayranlık duyguları onları kendi değerlerini, köklerini sorgulamaya kadar götürdü. Batının maddi ilerlemesine karşın manevi, ahlaki anlamda çöküşü, Üstelik İslam dünyasıyla ancak sömürüye dayalı bir ilişki biçimi kurabileceği göz ardı edildi. Batının sorunun kaynağı olarak özellikle Müslüman kadının durumunu gösterdiği, işe onunla başlanması gerektiği tezinin altında yatan sebepler görmezden gelindi.
Halbuki asıl hedef kadın üzerinden Müslüman toplumları değiştirip dönüştürmek, İslam’dan uzaklaştırmaktı. Bir eliyle beşiği, diğer eliyle dünyayı sallayabilecek olan kadının gücü Batılı zihin tarafından göz ardı edilemezdi.
Kemalist rejim Batıcı ve Türkçü tezler üzerine kuruldu. Batılı eğitim sistemi ve Batıdan devşirme yasalarla yaklaşık yüz yıldır Müslüman kadının tesettürü, anneliği, mahremiyeti bir tehdit olarak zihinlere kodlanmaya devam ediliyor. Rejimin muhafızlığını yapan feminist kadınlar yasalardan aldıkları güçle Müslüman kadının anneliğine, eşliğine, cinsiyet rollerine saldırıyor.
Medya yayıncılığıyla mahremiyete, edebe, hayâya, aile hayatına yönelik saldırılar hızını arttırıyor. Kemalizm’in kadının İslami geleneklerden uzaklaşmasıyla bilim ve teknolojik ilerlemenin sağlanabileceği tezi çürütülmüş olsa da, rejim Batının kadın ve aile üzerindeki hegemonyasını sağlayıcı bir işlev görmeye devam ediyor. Onun için Cumhuriyet kadınları can pahasına rejimi korumaya çalışıyor.
Korku hep aynı 'Ya İslam gelirse?'
Aynur Sülün /Doğruhaber